Aşkın görmek istemediğimiz yüzleri

Mutluluk ve aşk. Çoğu zaman birlikte anılan, birbirinden ayrılmayan iki dev. Dev diyorum, çünkü mutluluk eğer hayatın amacıysa, aşk da herhalde zirvesidir. Mutluluk olmadan da olmaz hayat, aşk ve âşık olmadan da...

HAGOP AĞACANYAN

Mutluluk ve aşk. Çoğu zaman birlikte anılan, birbirinden ayrılmayan iki dev. Dev diyorum, çünkü mutluluk eğer hayatın amacıysa, aşk da herhalde zirvesidir. Mutluluk olmadan da olmaz hayat, aşk ve âşık olmadan da...

Olmaz, evet. Peki gerçekten öyle mi? Yukarıdaki cümleler mutlak bir doğruyu mu ifade ediyor? Mutluluk ve aşk hakkındaki genel kabul gören düşünceler ne kadar hakiki? Yoksa her ikisi de sürekli olarak idealleştirdiğimiz, idealleştirdiğimiz ölçüde de yabancılaşıp uzaklaştığımız mevhumlar mı?

1953 Bavyera doğumlu felsefeci Wilhelm Schmid, İletişim Yayınları tarafından Tanıl Bora'nın Türkçesiyle yayımlanan iki kitabı 'Aşk' ve 'Mutlu Olmak'ta, işte bu soruların yanıtınını arıyor.

Mutsuzluk değerlidir

Pek çoğumuz, sürekli mutlu olmamız gerektiğine inanarak yaşıyoruz. Çevremizde her şey bize bu mesajı veriyor: Gazeteler, kitaplar, reklamlar, bize hep 'Mutlu ol!' diyor; ardından da ekliyor: 'Eğer mutsuzsan bunun sorumlusu sensin. Çünkü eksiksin, çünkü kötüsün! Haydi mutlu olmak için daha çok çalış!'

Bu amansız propaganda nedeniyle, klasik zamanlardan farklı olarak modern zamanlarda mutlu olmak hayatın yegâne amacı, kaçınılmaz  bir görev, bir mutlak ödev haline geldi ve bu görev ve ödev, pek çok ruhsal sıkıntının, türlü pataloji ve nevrozun kaynağı haline geldi.

Reklamlardaki gülen yüzleri, inci gibi parıldayan dişleri gördükçe kendimizi daha eksik ve yetersiz hissetmeye başladık. Schmid, bu durumu ‘mutluluk diktatörlüğü’ kavramıyla tanımlıyor. Bu dikta altında mutluluğa gereğinden fazla anlam yüklendiğini söylüyor ve mutsuzluk olmadan mutluluğun hiçbir anlamı olmadığını, mutsuzluğun hayatın en temel gerçeklerinden biri olduğunu, bu gerçeği kabullendiğimiz ölçüde de hayata karşı daha güçlü, onun güçlüklerine karşı ise daha donanımlı olacağımızı söyleyerek mutsuzluk konusunda daha yüreklendirici bir tutum alıyor.

'Durup durup patlak veren mutluluk histerisinin sebepleri nelerdir? Hemen her gün farklı kanallarda rastladığımız mutluluk formülleri bizi gerçekte nasıl etkiliyor? Mutlu olmaya “çalışmak” acaba bireyleri ve toplumu daha mı mutsuz ediyor? Mutsuzlukla baş etmek, hayatımızı ve kişiliğimizi nasıl zenginleştirir?'

Aşkın ayakta kalması için

İletişim Yayınları, akıllıca bir kararla, Schmid'in iki kitabını art arda yayımladı. Kolaylığı ve akıcılığıyla insanda hemen 'Bunu ben de yazardım' duygusu uyandıran, bu yönüyle de çok zor bir işi başaran bu kitapların diğeri, hayatın en büyük mutluluk kaynaklarından biri olan ‘aşk'la ilgili. Ve tabii en büyük mutsuzluk kaynaklarından biri olan 'aşk'la da...

Kitabın tanıtım metninde de vurgulandığı gibi, insanlık tarihinin en eski kavramlarından biri aşk. Arkadaş sohbetlerinin, romanların, filmlerin vazgeçilmez konusu. Peki hayatımızda bu kadar geniş yer kaplayan bu duyguyu yaşarken ne kadar başarılıyız?

Aşk öğrenilebilir mi? Belli kurallara uyarak mutlu bir aşk ilişkisi yürütmek mümkün müdür? Sadakat, kıskançlık, güç ve para, aşka nasıl etki eder? İlişkilerde cinselliğin rolü nedir? Uzun soluklu birlikteliklerde dostluk ve aşk dengesini nasıl kurmak gerekir? Mutsuzluk aşk için bir tehdit midir, yoksa onu mümkün kılan itici bir güç mü? Bir de, sahiden, aşkın herhangi bir anlamı var mıdır?

Schmid, aşkın türlü varoluş hallerine dikkat çekerek, onun en büyük zorluklarından biriyle, yani günlük hayatın kendisi ve rutinler karşısında aşka ve aşkın sürdürülebilirliğine bakarak son derece pratik bir yaklaşım benimsiyor, adeta okurun elinden tutarak onu aşkı kaybetmemek için neler yapılabileceğine dair bir düşünme turuna çıkarıyor.

Bu turda ise karşımıza yazarın ‘nefes alan aşk’ yorumu çıkıyor: “Aşk, nefes alamadığında boğulur. Aşk hep sadece aşk olmak zorunda kaldığında, nefes alamaz; her zaman belirli bir anlamdaki aşka sabitlendiğinde aşk sürekli iyi duygular ve tutku, sürekli şeker şerbet bir samimiyet sunmak anlamına geldiğinde mesela. Bu, sürekli soluk alıp durmak demek oluyor, oysa insanın soluğunu vermesi de gerekir. Aşkın da öyle.”

Bunun içinse aşka alan açmak gerekir diyor Schmid. Ara ara uzaklaşmak, sürekli birbiriyle uğraşmak yerine dönüp kendi benliğiyle de meşgul olabilmek. Aşkı sadece iyi duygulardan değil, iyi olmayan duygulardan da müteşekkir bir hayat gerçeği olarak yaşamak. Ancak işin içinde keyifsizlik, güvensizlik, haset, kıskançlık, öfke, acı, hüzün, içerleme, bazen nefretin de olduğunu kabul ettiğimizde, aşkı gerçekten yaşayabilir ve tabii ki onu uzun ömürlü, hatta, neden olmasın, ölümsüz kılabiliriz.

Usta felsefeci Schmid, hayatın iki temel meselesine dair çetrefilli soruların yanıtlarını son derece kısa ve sade metinlerle, zihin gıdıklayıcı düşüncelerle ve geniş bir perspektifle açıklıyor. Bize de alıp hızlıca okuması düşüyor. Ama iki kitabın uyandırdığı düşünceler, zihinde o kadar da hızlı tüketilmiyor ve yeni düşüncelerin kapısını aralıyor. Bu da yazarın başarısını gösteren önemli bir gösterge şüphesiz.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ