Yüksek doz küçük İskender

Sel Yayıncılık tarafından basılan ve tekrar basımı yapılmayacak 'elli belirsiz' başlıklı bu özel kitap, içeriğin tasarımla bütünleştiği ender örneklerden biri. Şairin her bir yaşına denk gelecek şekilde damıttığı elli şiirin yer aldığı her sayfa, farklı renk, kolaj, fotoğraf çalışmaları ile görsel olarak da küçük İskender'in hayatında bir yolculuğa çıkma duygusu uyandırıyor.

KARİN KARAKAŞLI

Şairlerin belli başlı şiirlerini sevmekle, poetikasını benimsemek arasında fark var. Bir şairin bütün külliyatına okur olarak sahip çıkmak, aslında onunla ömürlük yol arkadaşlığı anlamına gelir. Gizli bir taahhüttür bu. Benim için böyle sayılı şairlerden biri olan küçük İskender 50. yaşında ömürlük yol arkadaşlarına çok özel bir armağanla geldi. 50 şiirini “50 belirsizliğim, aslında tam da 'ben' olanlar diye size veriyorum” diyerek avucumuza bıraktı.

Sel Yayıncılık tarafından basılan ve tekrar basımı yapılmayacak 'elli belirsiz' başlıklı bu özel kitap, içeriğin tasarımla bütünleştiği ender örneklerden biri. Şairin her bir yaşına denk gelecek şekilde damıttığı elli şiirin yer aldığı her sayfa, farklı renk, kolaj, fotoğraf çalışmaları ile görsel olarak da küçük İskender'in hayatında bir yolculuğa çıkma duygusu uyandırıyor.

‘Aşık olduğumdan Fenerbahçe’yi seçtim’

Ve elbette yolculuk bulaşıcı bir duygudur. Kitabı etkileyici kılan asıl unsur da, kendisini çırılçıplak bize sunan bir şaire korunaklı giysilerimizle eşlikçi olamayacağımız gerçeği. Tıpkı

“sözcüklerdir asıl iç çamaşırları
aşk denen giysilerin altına gizlenen!”

dizelerinde yüzümüze çarpıldığı gibi...

küçük İskender, düzene isyanı üzerinden konumlandırdığı hayatını ve edebiyatını bir manifesto gibi paylaşmış önsözde: “Beni sürekli dövse de babama inanarak, bana sarılmayı hep ihmal etse de annemi severek hayata atıldım. Tecavüze uğradığım yahut tacizle tanıştığım için değil, erkekleri sevdiğim için eşcinselliği; arkadaşlarım dayattığından değil, kafam çalıştığı için anarko-sosyalistliği; maçları kazandığı için değil, âşık olduğumdan Fenerbahçe'yi seçtim. Hepsini maceraperestliğime vermek gerek.” Haliyle, kitabı eline alan da elinde kahvesi ile huzurla bir 'okuma edimi'nde bulunamayacağını, duvarlara çarpa çarpa, zifir karanlıkta tökezleye tökezleye ilerleyeceğini, kendi hakikatinin ışığında kör olacağını, en saklı itiraflarını kainata haykıracağını daha baştan kabullenmiş oluyor. Anlayacağınız, bu tekinsiz, dipsiz bir yolculuk. Sonu yıldızlara varan garip bir güzergâh.

Zaten diyor ya şair bize:

“Kabullenilecek şey mi bu, bir roman diye okumaya
başladığım hayat

çok kısa bir şiir olmuştu”

Şiiri hayat olarak kuran ve hayatı şiir gibi yaşayan bir yüreğin bizleri savuracağı boyutlar elbette uzay boşluğu sınırsızlığında olacaktır. O nedenle zaten küçük İskender şiiri okurken hep rüyadan uyandığımız o anın düşme hissi içinde oluruz. İçimiz çekilir.

“Hep ama hep terk edilmekle soğumuştum. Eksi yüz dereceydim,

            küfürdüm

Bir yalnızlığın elinde kaşe, öteki elinde mühürdüm. Senden                                                                             kovulmuştum.”

dediğinde, aşkın buzul yakıcılığını, dünyalar kuran yıkıcılığını eşzamanlı olarak hissederiz. Bir şey ve tam tersi tam da hayatın o absürd gerçekliğine koşut olacak şekilde küçük İskender'in şiirinde biraradadır. Bu cinnet ülkenin yaşattığı nice zulüm de inceden sızar şiire, tarihin kaydı tutulur. Tıpkı Madımak şiirinde olduğu gibi:

Sonra geldim bir şeydin
Ağlıyordun, kucağında yandıkları iyi oldu
bu şairlerin diye diye
Şiir yazdığını sanan bir celladın kitabı
Celladın sırtını sıvazlayan bir tıfıl zakkum
Zakkumun dibinde ise tırtıllar, böcekler ona alkış tutan..
Ama ben geldim aşkım, sen daha zehir zemberek bir tohumsun
Açacaksın, zıplayacaksın aha gökyüzü şuracıkta
Tutup indireceksin göğü
'Oteller kenti'ni otellerin yağmalandığı bir memlekete
              dönüştürenlerle
Hayatını bir otelde kalmanın mahcubiyetine
sığdıranlar arasında
Kalacaksın incecik bir gevşeyişle.

küçük İskender'in varlığı da şiiri de normlara karşı verilen bir meydan muharebesidir. Anneyle, babayla, ataerkiyle, faşizmle, muhafazakâr politikaların kapanı, genel ahlâkın ikiyüzlülüğü ile hesaplaşır. Mabedi aşktır.

“Beni sevmek; beni kazmak, kazmak,
sürekli kazmaktır
Bana gömdüğün şeyi bulup onu tertemiz,
yeni bir şeye yazmaktır”

Sevgi bir insanın bir insanda, bir insan aracılığıyla kendinde bulabileceği masum imkânlarsa, aşk bir o kadar zalim, bir o kadar hoyrat ve bir kadar kaçınılmazdır. Ayrılığın kesiğini de küçük İskender bize tende ve ruhta en derininden yaşatır:

Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku
sevdim. Ben bir cüce çocuk
sevdim sende sıska. Şiddetli ve hayret uyandıran
manevralarla kendi kanına olan saplantılı
aşkını sevdim. O rutubet
kokan loş yüzündeki kanalizasyonları,
az kelimeyle kurduğun
cümlelerindeki gizli soru işaretlerini,
barlardan çatlak bir bardak
gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu
iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret
poyrazlarını sevdim.
Dokunamadım sana. Parmakuçlarım neşterdi çünkü.
Kırılan bir
kemiğin sesiyle veda ederken,
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Özel olanla politik olan iç içedir küçük İskender'de. Aşkın izinde devrimi, riyanın peşinde erki görür. İki kişinin arasında olup bitende tarihi kapsar ve oyunu ifşa eder. Mükemmellik, esamisi okunmayan bir şeydir ona göre. Ve hatalar, inadına sahici, inadına öğretici. küçük İskender hayatı ve insanı kusurları ile kutsar, aczi içinde yüceltir:

İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem
hatalar da yapabilir.
Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir
kardeşlik varsa aranızda. Sevgi,
hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle
kokması, bir derdin halledilmesinin
ardından gelen
ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata
yapmak da. Aşka çılgınlığın
yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı
serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı?! Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı?
Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? Demokrasi, senin
saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden
daha güzel olamaz krediler,
faizler, repolar, tahviller. Dünyanın en uzun
gecesi 21 Aralık değil, beni
terk ettiğin gecedir.

Cesaretinizi kuşanıp 'elli belirsiz'e el atarsanız, kendi belirsiz kalmış 'ben'lerinizle karşılaşacaksınız şüphesiz. Bu seçme şiirli yüksek doz kitapta küçük İskender daha azına razı gelmez. Mecbur çarpılacaksınız.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ