‘Eşcinseller Hollywood’da rahat, Türkiye’de homofobiye takılıyor’

Sanatta kuir temaları inceleyen dosyamız, bu hafta ‘sinemada eşcinsellik ve kuir sinema’ soruşturmasıyla son buluyor. Sinema yazarı Erman Ata Uncu’yla, Türkiye’de ve dünyada eşcinselliğin tezahürlerini konuştuk.

EVRİM KAYA
evrimkaya@agos.com.tr

  •  Sinemada eşcinselliğin tarihini nereden başlatmak lazım?

Ben Hur ,1959

Hollywood’da uzun zaman, arkadaşlık ve düşmanlık hikâyelerinin altmetinleri olarak karşımıza çıktı. ‘Ben Hur’ iyi bir örnektir. Senarist Gore Vidal’e ‘Ben Hur’un hikâyesini verdiklerinde, önce tutulacak bir yerini bulamıyor. Sonra Ben Hur ile, düşman olduğu çocukluk arkadaşı Quintus Arrius arasında vuslata eremeyen bir aşk olmasını öneriyor, iskeleti kurmak için. Filmde klasik olmuş bir kılıç karşılaştırma sahnesi vardır, o tam bir flörtleşmedir aslında. Vidal yapımcıya bunu önerdiğinde, “Elbette öyle bir şey olamaz” diye yaklaşıyorlar. Sonuçta gerçekten de öyle yazıyor senaryoyu ama Ben Hur’u canlandıran Charlton Heston’a söylemiyorlar, seti terk edeceğini düşündükleri için. Arrius’u oynayan Jack Hawkins ise gerçek motivasyonları biliyor. Neticede, alttan alta bir gey ilişkinin işlendiği senaryosuyla tarihe geçti film.

Joseph Losey’nin ‘The Servant’ı da açık gey göndermeler içerir ama o da tedirgin edici bir filmdir. ‘Kuir sinema’ tabirinin ortaya çıktığı 90’lara kadar tam olarak bir eşcinsel sinemadan bahsedemeyiz ama ‘Benim Güzel Çamaşırhanem’ gibi, gey temaların işlendiği; ‘Beautiful Creatures’ gibi, arkadaşlığın arkadaşlık olmadığının iyice belli olduğu filmler var. Lezbiyenlik bir dönem Hollywood’un daha çok üstüne gidebildiği bir alandı. Herhalde onu göstermek daha kabul edilebilir geldiği için... İki erkek arasındaki ilişkiyi perdede göstermek, bilerek yanlış bir ifade kullanıyorum, anaakım izleyicisine daha ‘tehdit edici’ geliyor galiba.

  • 80’ler ve HIV krizi nasıl yansıdı sinemaya?

Vücut Dili, 1997

90’larda festivallerde yoğun olarak dolaşımda olan bir tür, daha sonra ‘kuir sinema’ diye adlandırıldı. Aklıma hemen ‘Benim Güzel Idahom’ geliyor. Daha çok, bağımsız sinemanın toplumdışı karakter yaratma arzusu gey karakterlerin ortaya çıkmasına neden oldu galiba. Gey karakterler, başkaldıran karakterler yaratmak isteyen bağımsız sinemanın işine yaradı ve belki eğlenceli bir perspektif de sağladı. Bugünün Hollywood’unda ise, bana öyle geliyor ki, nasıl her filmde bir siyah karakterin olması gerekiyorsa, öyle bir gey kotası da var. Özellikle romantik komedilerde... Onlar da hep kadın kahramanın en iyi arkadaşı olan, güzel giyinen, ilişkiler konusunda çok bilge ve hınzır bir tarafı olan karakterler oluyor. TV dizilerinden ‘Sex and the City’yi de örnek verebiliriz. ‘Brokeback Mountain’ Amerikan sineması açısından bir dönüm noktası oldu, çünkü hem gey, hem heteroseksüel izleyiciye hitap edebilecek bir aşk filmi olarak kodlandı ve pazarlandı. Öncesindeki ‘Philadelphia’yı da anmalıyız. Hem melodram öğelerinden, hem de Amerikan rüyasının bir parçası olan eşitlik, özgürlük talebini içerdiğinden, anaakımda rahatça yer buldu kendine. Çok temkinli bir filmdi, örneğin öpüşme sahnesi belli belirsizdi, ama çok iyi de bir filmdi. Onun yol açtığı başka bir film de, Kevin Kline’ın, eşcinsel olduğunu bilmeyen eşcinsel bir öğretmeni canlandırdığı ‘Vücut Dili’. İzleyicinin beklentilerinin altını oyan, Hollywood’un dilini çok işlevsel kullanabilen bir film olarak önemlidir. Kevin Kline’ın ‘I Will Survive’ eşliğinde dans etmemeye çalıştığı sahne, bir klasiktir.

  • Mizahı da önemlidir, değil mi?

Doğru. O noktaya kadar Hollywood komedileri eşcinsellere gülerken, ilk kez onlarla beraber güler hale geldi. Ama politik doğruculuk günlerinde, artık çok açıktan yapılamasa da, eşcinsel karakterlerin bir tehdit unsuru olarak kullanımı da devam etti. Bruce Willis’in oynadığı ‘Çakal’ öyle bir filmdi. Judi Dench ve Cate Blanchett’ın oynadıkları, 2007 yapımı ‘Skandal’da, Blanchett’ın oynadığı karakter 15 yaşındaki erkek öğrencisiyle ilişkiye girerken masum kalmayı başarıyor, eşcinsel Judi Dench ise bir ‘öldüren cazibe’, saf kötü olarak karşımıza çıkıyordu.

  • Eşcinsel oyuncuların cinsel kimliklerini rahatça açıklamaları mümkün mü artık?

Rupert Everett’la röportaj yaptığımda, ona bunu sormuştum. Hâlâ çok cesaret isteyen bir şey olduğunu söylemişti ama bence görece bir kolaylık söz konusu. Örneğin ‘Altı Gün Yedi Gece’ filminden önce, Anne Heche’in lezbiyen bir ilişki yaşadığı ortaya çıktığında stüdyo rolü geri almak istemiş, rol arkadaşı Harrison Ford onun arkasında durarak bunu engellemişti. Stüdyo, elbette eşcinsel olduğu için değil, “eşcinsel bir karakter olarak heteroseksüel bir rolde inandırıcı olmayacağı için” diye açıklama yaptı. Bugün böyle bir açıklama yapılamaz. Artık Hello! gibi dergilerde, “Zachary Quinto yeni sevgilisiyle yakalandı” gibi haberler görebiliyoruz, filmlerde sıradan karakterleri oynayabiliyorlar.

  •  Yine de, yakın zamanda Ellen Page’in, Jodie Foster’ın konuşmaları ‘cesaret örneği’ diye alkışlandı...

Foster, ‘herkesin bildiği sır’ örneğiydi. Ama yıllardır Hollywood’un en güçlülerinden biri olarak var olabildi. Hollywood, bilinçaltında yatan şeyleri anaakım dile entegre etme konusunda usta olduğu gibi, bu tür şeyleri kendi içinde eritebilecek bir kapasiteye sahip. Almanya’dan kaçan Yahudilerin kurduğu bir sinema dili olarak dünyanın ortak diline evrilecek kapsayıcılık ve esnekliğe sahipse bu tür şeyleri tolore edebilmesi de normal.

  • Peki Avrupa sineması?

Mesela ‘Weekend’ insanlara geylerin ille çok güzel vücutlu, zengin, estetik meraklısı olmadıklarını hatırlattı. ‘Göldeki Yabancı’ ve ‘Mavi En Sıcak Renktir’ de önemliydi. En azından sinemada eşcinsellik kabul edilebilir bir noktaya geldi. Skandal değeri gün geçtikçe azalıyor.

  • Mavi En Sıcak Renktir’i sömürü filmi olarak görenler de oldu...

Ben sinemada sömürünün çok işlediğini düşünmüyorum. Sömürü olabilecek sahneler çoğu zaman başka şeylere hizmet ediyor. Kolaycı bir yaklaşım bu; o eleştirileri yerinde bulmuyorum.

Hamam, 1997
  •  Peki ya Türkiye sineması? Ansiklopedik bir bilgiye göre, ilk kez 1962’de, Aydın Arakon’un ‘Ver Elini İstanbul’ filminde  iki kadın öpüşmüş. Sonrasında, Halit Refiğ’in filmlerinde lezbiyen öpüşmeler var.

İlk dönem, eşcinsel ilişkiler bir yozlaşma unsuru olarak kullanılmış. ‘Düş Gezginleri’, ‘Gece, Melek ve Bizim Çocuklar’ bunun dışına çıkanlar arasında ilk akla gelenler. Sonra Ferzan Özpetek ‘Hamam’la gündeme geldi. Bu filmle ilgili olarak “Orada aslında gey bir ilişki yok” yorumları yapıldı. Daha ne kadar açık olabilirdi ki? Hamam tellaklarının olayı mahkemelere kadar taşıması da çok ilginçti.

  • 90’ları galiba Atıf  Yılmaz’ın çabalarıyla geçirdik. Ferzan Özpetek de kariyerine İtalya’da devam etti ve her filmde bir gey karakter kuralını neredeyse hiç bozmadı. En son filmi olan ‘Kemerlerinizi Bağlayın’daki eşcinsel karakterin hikâyeye eklenemediğini düşündüm ben.

 Homofobik olan başkarakterin, karısı ölüm döşeğindeyken birden bunu yenmesi de hiç inandırıcı değildi. “Hepimiz insanız” tavrını sevmediğimden böyle düşünüyor olabilirim. Kutluğ Ataman’ın ‘Lola ve Bilidikid’i Almanya’da ‘Philadelphia’ etkisi yapan bir film oldu. Eşcinsel karakterin kendi eşcinselliğiyle baş edemeyip sevgilisine ameliyat olması için baskı yapması gibi şeyler Türkiye sineması için çığır açıcıydı. Ama Kutluğ Ataman’ın Almanya’da çektiği film olarak kaldı, Türkiye sinemasında bir karşılığı olmadı. ‘İki Genç Kız’ ise hem romandaki eşcinselliği yumuşatıyordu, hem de aksaklıklarla doluydu.

Kırık Beyaz Laleler, 2013
  • Ahmet Yıldız cinayetini konu alan ‘Zenne’ hakkında ne dersin?

Antalya’da izlediğimde filmi beğendim ama sonrasında hatalar çok gözüme çarptı. Gerçek bir hikâyeye dayandığını söyleyen bir filmdeki kadın düşmanı ton rahatsız ediciydi. Ele aldığı konu itibariyle herkes biraz sahip çıkmak istediğinden, yeterince tartışılamadı o film. Askerlik sahnesi de çok fenaydı.

  • Eşcinsellerin askerde çürük raporu alırken maruz kaldığı şiddeti ele alan yegâne filmdi oysa... Başkarakter birden bire, Kürdistan’da şehit olan babasıyla gururlanarak, kadın kıyafetleri içinde asker selamına geçmese iyi olacaktı.

“Biz böyle bir hikâye anlatıyoruz ama aslında biz de iyi çocuklarız, askerimizin yanındayız” demiş oldular. Bir noktada, kuirlik bitip, “Biz de bu vatanın evlatlarıyız” ajitasyonu başladı.

  • Ebru Nihan Celkan geçen hafta Agos’a tiyatronun durumunu anlatırken iyimserdi. Sen Türkiye sinemasını nasıl görüyorsun?

Son dönemde Aykan Safoğlu ‘Kırık Beyaz Laleler’le, şimdiye kadar sinemamızda hiç olmayan bir şey yaparak, Türkiye’de eşcinsel olmanın ne demek olduğunu birey açısından anlattı. Fotoğraflarla ilerlemesi de çok işlevseldi, çok özel bir filmdi o. Ama böyle örnekler az.

  • ‘Yazı Tura’da insani bir eşcinsel karakter vardı...

Ama eşcinselliğinin nedeni çocukken tacize uğramasıydı. En büyük, en yanlış klişelerden... ‘Filler ve Çimen’ ilginç bir örnekti, önemli bir karakter eşcinseldi ve doğru düzgün betimleniyordu. BBC Prime’da gösterilen bir dizi için, Yüksel Aytuğ “Kablolu televizyonda gösterilen bir kanalda iki erkek öpüşüyor, RTÜK engel olsun” diyen bir yazı yazmıştı. Amerikalıların siyasi doğruculuğunun tam tersi var bizde; oraya kadar çok yolumuz var. Bir de tabii, televizyonlarda kadın düşmanlığı, ırkçılık da gırla zaten, şaşırmamak lazım.

  • Huysuz Virjin’in tasfiye olduğu zamanlardan söz ediyoruz. Televizyon ne durumda?

Her konuda ikiyüzlü bir tavır var. “Bülent Ersoy hanımefendilerden daha hanımefendi” diyenler, eşcinsellere nefes aldırmıyor. Eskilerden ‘Bir İstanbul Masalı’nı analım. Gayet erkeksi bir karakter gey olduğunu açıkladığında şaşırtıcı gelmişti. Sonraki bölümde, kırmızı fularlar takan bir karaktere dönüştürüldüğünü hatırlıyorum ama. Sonra da ortadan kayboluverdi.

  • İyi başlamıştı yine de. Bugün öyle bir karakter hayal edemiyorum ben.

Şu an eşcinsel göndermesi yasak galiba zaten. CNBC-e ‘vajina’, ‘penis’, ‘eşcinsel’ diye çeviremiyor altyazıları, komik ifadeler buluyor. Bir dönem Türk popunda eşcinsel temalı klipler vardı. Bendeniz, Emel öyle klipler çektiğinde, gazetelerde “Bu işin sonu nereye gidiyor?” diye yazılar çıkmıştı. Şimdi Türk televizyonları acınası vaziyette. Gey görünürlüğünü bir sisteme bağlamak istemiyoruz, tamam ama, en azından homofobinin önüne geçilmeli.

Marlene Dietrich 

‘Kuir, bir şeylerin altını oymaktan vazgeçmeyendir

  •  ‘Kuir’ nasıl tanımlanmalı sence? Eşcinsellik ile kuir sinema arasında nasıl bir ilişki var?

Kuir çok kapsayıcı bir şey. Hollywood sinemasındaki gey temsillerinin birçoğu, bildiğimiz anlamda kuir temsiline girmiyor. Bu tabir, hâlâ bir şeylerin altını oyma isteğinden vazgeçmemiş örnekler için kullanılabilir, o da daha çok bağımsız sinemaya işaret ediyor.  Anaakım, doğası gereği tehdit unsurlarından soyutlanıp sakinleşmiştir. Marlene Dietrich’in yarattığı androjen kimlik, dönemi için kuirdir. Çünkü izleyicinin toplumsal cinsiyetle ilgili beklentilerinin altını oyar, dile dökülemez bir kuir his yaratır.

  • O zaman İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcılığıyla, sonrasında Alman kimliğiyle bağlantılı bir okuma da yapılabilir mi?

Evet. Onun da dahil olduğu erken dönem sinemada, toplumsal cinsiyet daha üzerinde oynanabilir bir alandı. Kasten yapılan şeyler değildi aslında pek. Erken dönem sinemanın, ilginç bir şekilde, daha yıkıcı bir tavrı vardı. Belki hitap ettiği sınıf açısından öyleydi, çünkü o dönem üst sınıfların pek yüz vermediği bir eğlenceydi sinema. Alt tarafta daha yıkıcı şeyler olabilir her zaman.

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema

Etiketler

kuir sinema