Ya kazanıyorsak?

Graeber’ın giriş yazısında ifade ettiği üzere toplumsal hareketlerde aktif rol alan birisi için karanlık sayılabilecek bir dönemde yazılan bu denemeler, hem teoride hem de eylemde belki de en çok göz ardı edilen pozisyonun, iyimserliğin savunusuna soyunuyorlar.

EVRİM KAYA

Halen London School of Economics’in antropoloji bölümünde görev yapan Amerikalı akademisyen David Graeber, yalnızca değer teorilerinde uzman bir sosyal bilimci değil, ‘Occupy Wall Street’ hareketi başta olmak üzere antikapitalist doğrudan demokrasi hareketlerinin militan bir savunucusu. Graeber’in 2004-2010 arasında yazdığı makaleleri ilk olarak Yunanistan’da bir yayınevi bir araya getirerek Yunanlı anarşistler ve doğrudan demokrasiye inanan devrimciler için el kitabı olmasını sağlamış.

Yunancadan sonra İngilizce ve Türkçe olarak basılan ‘Tersine Devrimler’, ‘Siyaset, Şiddet, Sanat ve Hayalgücü Üzerine Denemeler’ alt başlığını taşıyor. Graeber’ın giriş yazısında ifade ettiği üzere toplumsal hareketlerde aktif rol alan birisi için karanlık sayılabilecek bir dönemde yazılan bu denemeler, hem teoride hem de eylemde belki de en çok göz ardı edilen  pozisyonun, iyimserliğin savunusuna soyunuyorlar.

1998-2001 iyimserlik dalgası

Gerçekten de, Graeber’ın ‘küresel adalet hareketi’ olarak nitelendirdiği taze nefes, 1998-2001 arasında özellikle ABD’de bir iyimserlik dalgası halini almış,  ‘neredeyse sonsuz bir olasılıklar yelpazesinin’ göründüğü hissini yaratmıştı. Belki, ardından gelen 11 Eylül’ün esas yıkıcılığı da, Graeber’ın da tespit ettiği üzere başsız, sonsuz, tarih dışı gibi görünen kapitalizmin uzun bir aradan sonra ilk kez bir sonu olabileceğini düşünmeye cüret edenlerin umutlarını elinden alması oldu.

Graeber, bilhassa doktoraya başvuranların pek muteber bulmadıkları bir pozisyon olan iyimserliği sonuna kadar kucaklarken, zaman zaman da, kendi doktorasını tam olarak unutmasa da, sokağa çıkan birinin yapacağı gibi profesörlük cübbesini evde bırakıyor ve ayrıntılı analizleri kısa tutarak pratik sonuçların peşine düşüyor. Vietnam’ı, IMF karşıtı, nükleer karşıtı mücadeleleri örnekleyerek ve onları gerçek bir anarşistin rüyalarını yoklamaya hâlâ devam eden 1937 İspanya’sına uzanan bir tarihsel perspektifle birleştirerek, basit ama büyük bir iddiayı tane tane dillendiriyor: Ya kazanıyorsak ve bunun farkında değilsek?

Graeber’in biraz aşırı görünen bu iddasının arkasında şu varsayım yatıyor: Tüm bu mücadelelerin kısa, orta ve uzun vadeli olmak üzere üç çeşit hedefi vardır. Kısa vadeli hedefler asla gerçekleşmez, çünkü sistem onlara karşı tetiktedir. Sözgelimi bir santralin yapımı engellenemez, çünkü hükümet geri adım atıyor gibi görünmemek için tüm ordularını oraya yığar. Uzun vadeli hedefse hep aynıdır: kapitalizmi yıkıp yerine insanca bir düzen kurmak. Bunun da gerçekleştiğini söylemek mümkün değildir. Oysa Graeber’e göre ikisinin arasında bir yerlerde kazanıyor olduğumuz bir gerçektir: örneğin protesto edilen santral yapılsa da sonrakiler için anlaşmalar başlamadan bozulur. Graeber, özetle,  “bilmiyorlar ama kazanıyorlar” diyor. Umutsuzuz, çünkü orta vadeli kazanımlara bakmayı unutuyoruz. Umutsuzluğumuz, krize girdiklerini bilen, ve bizden sandığımızdan daha çok korkan kapitalistlerin kullandığı ideolojik bir silahtır.

Devrim ne demek? Halk kimdir?

Bu bazen naif olan iddialı duruşta, doktoraya başlayan yenilmişler başta olmak üzere, herkesin zaman zaman haklı olarak eleştireceği şeyler olabilir, ancak Graeber’ın basit mesajından (‘fazlasına cüret ediniz, sandığınızdan daha iyisiniz’) onların bile öğreneceği bir şeyler var. Kitabın asıl değeri ise, yanıtına ihtiyaç duymuyormuş gibi yapmayı çok sevdiğimiz basit soruları yanıtlamaya gönül indirişinden geliyor: Devrim ne demektir? Şiddet nedir? Halk kimdir? Graeber’in yanıtlarında kesin doğrular yoksa bile, okuyan herkesin kendi yanıtlarına giden yola düşmesini sağlayacak işaretler var.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ