Kimlik Siyaseti ve Bireyselci Mikrodemokrasi İttifakı

Korsan Parti'den Gürkan Özturan, Avrupa siyasetinde öne çıkan bireyselleşme ve mikro demokrasi eğilimini Agos'a yazdı.

GÜRKAN ÖZTURAN
gurkanozturan@korsanparti.org

Milliyetçiliğin siyasi ideolojinin temeline yerleşmesiyle oluşturulmaya başlanan kimlik siyaseti, geçen iki yüzyılda gittikçe etkisini artırdı. Bugün yalnızca Türkiye'de değil, herhangi bir yetkilinin seçimle belirlendiği tüm ortamlarda geçer akçe kimlik siyaseti olmuş durumdadır. Bu duruma örnek olarak yalnızca Avrupa Parlamentosu seçimleri ya da Türkiye'de yalnızca birkaç ay önce gerçekleşen yerel yönetimler seçimleri de gösterilebilir. Popülizmin belki de en kazançlı şekli olan kimlik siyaseti, bugün Türkiye politikasında en yaygın görülen siyasi araç. Demokratik toplumların fikirler ve dünya görüşü üzerinden yürüttüğü tartışmaları etnik, dinî, ya da sınıf bağlarına indirgemek, kitlesel partilere fazladan sorumluluk yüklemekle birlikte, birçok meselenin çözümünü de geciktiriyor. Hem Avrupa bütünleşmesi hem de Türkiye siyaseti için önemli olduğunu düşündüğüm bireyselleşme ve korsan ideoloji üzerinden bu konuyu açmaya çalışacağım.

Kimliklerin ve aidiyetlerin önemi siyasi tartışmalarda da elbette göz ardı edilemez; özellikle de cinsiyet ve etnik köken gibi değişim şansı olmayan aidiyetlerin. Bir kişinin kendi kökenine dair milliyetçiliği, ulusalcılığı, dindarlığı onun siyasi konumunu etkileyecektir. Fakat, bu aidiyetlerin herhangi bir etik değer ya da erdemli duruşun önüne geçtiği noktada tümden insanlık için büyük bir tehlikenin belirteci harekete geçiyor. Bireylerin hür bir biçimde kendi adalet duygularını belirlemeleri, bir olay ya da durum karşısında kendi yorumlarını yapmaları olağandır. Bu yorumları yaparken ait oldukları bir kökene dayalı olarak kendilerince doğruyu yanlıştan ayırt etmeleri ise iç karartıcı.

Çoğul kimlikliler dünyası

Kimlik konusunda birçok kişi tek tipçi bir yaklaşımla özellikle etnik ve dini aidiyetleri öne çıkarsa da, aslında bir bireyin çok daha fazla kimliğinin bulunduğunu da unutmamak gerekiyor. Bir kişi hem çoğunluğa dahil olan bir etnik gruba hem de azınlık olan bir dini gruba aynı anda mensup olabilir. Bu kişi aynı zamanda farklı aidiyetler ve ilgi alanlarından dolayı birçok başka kimliğe de mensup olabilir. Örneğin Almanya’da yaşayan protestan bir Alman kadın, alkol kullanmıyor, bisikletle ulaşım sağlıyor, hayvan haklarını savunuyor ve gözetim karşıtı fikirlere sahip dijital hakları savunuyor ise, bu kişinin yalnızca bir kimliği olduğunu söylemek yersiz olur. Aynı alanlarda bulunan başka bir kişiyle kıyaslandığında bu iki kişi bambaşka iki siyasi eğilime mensup olabilirler. Bu kişiler hem kadın haklarını, hem hayvan haklarını, hem çevreci ulaşımı hem de dijital hakları göz önünde bulundurmak durumunda. Bunun haricinde ulusal kalkınma ve düzen adına bir partiye mensup olmaları diğer gündemlerinde bulunan meseleler için asla yeterli olamaz.

Bugün Türkiye’de bir araştırma yapılsa ve insanların siyasi partilere neden üye oldukları ya da oy verdikleri sorulsa, birçok kişi partilerin bütün tüzüklerini benimseyerek kabullenmedikleri ortaya çıkacağını tahmin ediyorum. Hatta, yeterince fazla kişi bir ya da birkaç meselede kendilerine yakın buldukları bir partiyi destekliyor ya da başka bir partinin başa gelmesinden duydukları kaygıyla oy veriyorlar. Bu eğilimin sonucu olarak partilerin oy oranlarında nüfus artış hızıyla doğru orantılı bir genişleme mevcut. Diğer kimliklerin üstünlüğünden korkuyla kendi kimliğine saplantı derecesinde bağlanarak asla kazanamayacak bile olsa yine de bir aidiyet hissiyle bu güç çekimine giriyorlar. Sonuç, ilkeler ve değerlerden arınmak pahasına kimlik siyasetini kabullenme oluyor.

Kitle siyasetinden bireyselleşen siyasete

Avrupa’da kimlik siyasetinin saplantıya dönüştüğü nokta da aşırı sağ partilerin yükselişinde görülebilir. Bütünleşmeye ezelden beridir karşı çıkan milliyetçiler, diğer tüm ilkeleri bir kenara bırakarak etnik kökenlerinden dolayı, var olan siyasi düzende daha çok söz sahibi olmaları gerektiğini ve diğer partilerin de onların gündemini belirlemesi gerektiğini iddia ediyorlar. Arada bir merkeze yakın partilerin bu oy potansiyelini çekici bulmaları dolayısıyla söylemlerini biraz daha aşırılaştırmaları ve milliyetçi gündemleri benimsemeleri de yabancı olduğumuz bir mevzu değil. Ancak bilineceği üzere, Avrupa’da neredeyse tüm siyasi oluşumlar insan hakları ve uluslararası hukuku temel ilke edinmiş durumdalar ve haklı olarak bunu tartışmaya dahi açmıyorlar.

Temel hak ve hürriyetleri odağa alındığı bir durumda, bir sonraki adım bu hürriyetlerin yaygınlaştırılması ve herkesin haklarını özgür biçimde yaşayabilmesini sağlayacak ortamın serbest bırakılmasına izin verilmesi olur. Bunu başarmanın yolu ise iletişim ve seyahatin hem hızlı hem de daha yaygın erişilebildiği günümüzde, öne çıkan bireysel tercihlerin merkeze oturtulmasındadır. Şu an için geçerli olan kitleselleşmenin ötesinde bireyselleşmeye yönelen siyasete, işte bu akım yön verecek.

Henüz Türkiye’de temel hak ve hürriyetlerin teminat altına alınamamış olmasından dolayı, yaygın bir bireyselleşme ve mikrodemokratik yaklaşımlardan söz etmek mümkün değil. Ancak Avrupa siyasetine bakıldığında, kıtada baş gösteren siyasi tartışmaların git gide sağ ya da sol ekseninden ziyade her yönde gelişen bütünleyici bir savı öne çıkarmakta olduğunu görmek mümkün. Bundan on yıllar öncesine kadar nazizm gibi bir tehlikeye karşı Avrupa için merkez sağ ve merkez solda birlik kaçınılmaz gibi görünüyordu. Fakat Avrupa bütünleşmesinin adım adım ilerleyişi karşısında belli başlı demokratik meselelerin ortaya çıkması, çağın değişimiyle birlikte baş gösteren yeni sorunlara alternatif çözümler üretilmesi gibi kaygılarla yeni siyasi çekirdekler doğdu.

Çeşitli meseleleri dert edinmiş kişilerin, üstlendiği birçok kimlikten bir tanesini ön plana çıkararak onun haklarını savunan yeni oluşumlara yeşiller, hayvan hakları savunucuları, feminist inisiyatif, bisikletliler ve korsanlar örnek olarak verilebilir. Sahip oldukları ideolojiyi temel hak ve hürriyetler çerçevesinden bakarak toplumda sorunlu olarak gördükleri meseleleri çözmeyi hedefleyen bu siyasi grupların çok büyük çaplı bir gündemleri bulunmuyor. Fakat zaten uzmanlaştıkları meseleleri teknokratik bir yaklaşımla çözdüklerinde, devasa bir planla var olan siyasi çekişmelere girmelerine pek gerek de yok.

Bireylerin üstlendikleri birçok kimliklerden birinin siyasi temsiline destek vermesi, ve bu mikrodemokratik oluşumların sonunda bir ittifak halinde adaletsizliklere karşı tek ses olması da bütünsel olarak bireylerin kişisel kimliklerini silme eğilimindeki kitlesel partilere karşı başka bir siyasetin mümkün olduğunu gösteriyor. Bunun yanında, herhangi bir etnik ya da dini kökene bağımlı kalmaksızın, hak temelli ve birey odaklı siyasi oluşumlar demokrasi adına günümüzün küreselleşen sorunları karşısında bir umut ışığı oluyor. Özellikle de kitlesel partilerin hiçbir hızlı çözüm vaadi bulunmadığı, demokratik olmayan devletlerde bu tür mikrodemokratik oluşumlar ittifakı daha da önemli hale geliyor. Kim bilir belki de kitlesel partilerin baskıcılığından kurtuluşun yolu mikrodemokratik ittifaklara sıcak bakan bambaşka görüşlerden kapsayıcı bir birliktir. Böylesi bir ittifak ise ancak etnik ve dini çoğunlukla azınlık birlikte, sağ ve sol, ilericiler ve muhafazakarlar, yeşiller ve korsanlar, liberaller, eşcinseller, anarşistler, kısacası birbirlerinin temsil ettikleri kimliklere karşı garezi olmayan herkes dahil olabildiği sürece sağlanabilir. 

Kategoriler

Güncel Yaşam