İlk taşı günahsız olan atsın

Karabağ Savaşı’nın en önemli tanıklarından saygın araştırmacı Thomas De Waal, uzun süren sessizliğini bozdu: “Ermeniler ve Azeriler aralarındaki çatışmaları barışçıl yollarla çözmek istiyorlarsa, her iki tarafın da, çektiği acılar yerine kendi uyguladığı şiddete yönelik yüzleşmeye girişmesi gerekiyor. Hem de bir an önce…”

Karabağ’ın şiddet dolu tarihçesinden barış çıkar mı?

Türkiye, son günlerde gündemin ana maddelerinden biri olan Karabağ sorunu hakkında aslında çok az şey biliyor. Bilinenler ise genellikle tek yönlü bir kaynaktan geliyor ve dengeli bir bakış açısı geliştirmeyi engelliyor. Bu bilgi kıtlığı Ermenilere yönelik önyargılarla birleştiğinde ise, daha geçen gün, Hocalı Katliamı’nın 20. yıldönümü anmasında Taksim’de tanık olduğumuza benzer bir nefret dalgasına dönüşebiliyor. Oysa, onlarca yıllık bir geçmişi olan Karabağ Sorunu’nda gerçek, tarafların neyi yüksek sesle söylediği kadar, neyi sessizleştirdiği ve konuşmak istemediğinde yatıyor. Yüksek sesle dile getirilenler iddialara, üzeri örtülmek istenenler ise suçluluk hissine işaret ediyor. Gerçek ise bütün bu karmaşıklığın ortasında bir yerlerde... Bu derin çatışmanın tarihine en çok vâkıf olanlardan, saygın araştırmacı Thomas De Waal’in dikkat çektiği gibi, Ermeniler ve Azeriler, aralarındaki çatışmaları barışçıl yollarla çözmek istiyorlarsa, her iki tarafın da, çektiği acılar yerine kendi uyguladığı şiddetle yüzleşmeye girişmesi gerekiyor.

Başkan, röportaj ve trajik yıldönümü

Karabağ Savaşı’nı yakında takip eden Thomas De Waal, Serj Sarkisyan ile yaptığı ünlü röportajının perde arkasını anlatıyor. De Waal, Ermenice, Azerice ve Rusçaya da çevrilen ‘Black Garden: Armenia and Azerbaijan Through Peace and War’ (Kara Bağ: Savaş ve Barış Arasında Ermenistan ile Azerbaycan), kitabının yazarı. Son çalışması ise, ‘The Caucasus: An Introduction’ (Kafkasya: Bir Giriş) adını taşıyor.

De Waal’in Serj Sarkisyan ile yaptığı röportajdan Hocalı hakkındaki bölüm:

‘Etnik temizliği biz başlatmadık’


 

•          Hocalı hakkında da soru sormak isterim size. Kimse inkâr etmiyor, orada, Hocalı’dan kaçarken bir sürü Azeri öldü. Bu, yakınlardaki bazı Karabağ birliklerinin işi miydi? Profesyonel Karabağ askerleri değil de, hasta ruhlu insanlar mı yaptı bu işi?

Bilirsiniz, bu tür şeyler yüksek sesle konuşulmaz. Mümkün olanlar konuşulur. Ben de öyle takılıyorum. Bir önceki Azeri başbakan “Bu Ermenilerin işi değil, Azeriler yapmıştır” dedi. Ama söylüyorum, gerçek başka türlü olabilir. Mesele şu: Azeriler hep şunu düşündüler, Ermeniler masum insanlara el kaldırmazlar... Bunu kırmak lazımdı, öyle de oldu. O çocukların [Karabağlı Ermeni milisler] arasında Sumgayit’ten, Bakü’den kaçanlar olduğunu da dile getirmek lazım. Kaldı ki her şey çok abartılıyor. Çok fazla hem de. Sumgayit’e eşitleyecek bir yer lazımdı Azerilere.  Kıyas kabul etmez tabii. Hocalı’da sivil nüfus vardı. Ama füze siville askeri ayıramıyor ki, gözü yok bunun. Kaldı ki savaş alanını terk edip gitmek dururken orada kalıyorsa, sivil de savaşıyor demektir. O koridor onları Agdam’a yaklaşırken vurmak için açık tutulmadı, çünkü Hocalı’da da infaz edilebilirlerdi.

•          Sanırım siz hep bir koridor açık bıraktınız, her ihtimale karşı.

Aslında bu Hocalı’dan sonra öyle oldu. Çünkü bizim savaşımız başka savaşlardan farklıydı. Bir etnik temizlik vardı burada, başka türlü de olamazdı. Ama bu metodu biz yaratmadık. Onlar yarattı bunu, Gadrut ve Şuşi bölgelerini bizim insanlarımızdan arındırmaya kalktıklarında yarattılar.

(Rusçadan çeviren: Ararat Şekeryan)

Thomas De Waal, tanığı olduğu Karabağ Savaşı’nı yıllar sonra bir kez daha anlattı. De Waal’in yazısını aynen sunuyoruz.

‘İki taraf da kendisiyle yüzleşmeli’

Şubat ayı Ermenistan ve Azerbaycan için zalim bir aydır. Şubat ayında her iki taraftan da  davetler gelmeye başlar gazetecilere. Birkaç yıl önce, davetlerin çoğunluğu, 28 Şubat 1988’de Ermenistan’dan kovulan Azeri mültecilerin Sumgayit kentinde Ermeni sakinleri hedef alan şiddet eylemlerine ve Ermeni aleyhtarı kampanyalarına dikkat çekilmesini talep edecek şekilde Ermenistan’dan gelirdi.  Şimdi ise neredeyse tüm davetiyeler 25-26 Şubat 1992’de Hocalı kasabasında öldürülen Azerilere dikkat çekilmesini isteyen Azebaycan’dan geliyor.

Artık her yıl Hocalı katliamını anmak üzere gece nöbetleri, gösteriler, konserler yapılıyor ve Facebook’ta dilekçeler toplanıyor. Azerbaycan devlet televizyonu 1992’de Hocalı’da kasabanın dışındaki alanlara saçılan korkunç ceset görüntülerini yayınlıyor. Azerbaycan son dönemde enerji zenginliğini Batı başkentlerinde Hocalı olaylarına ilişkin anmaları teşvik etmek ve bu olaylara ilişkin halkla ilişkiler faaliyeti yürütmek üzere kullanıyor. 

Ben bu kampanyanın parçası olmayı reddederken yaşanan olayların vahametini yok sayıyor değilim. Hocalı, Dağlık Karabağ üzerindeki Ermeni-Azeri çatışmasının en kanlı katliamı oldu. Azerbaycan’nın resmi meclis soruşturmasına göre, öldürülen 485 kişinin sadece birkaç düzinesi asker, geriye kalanlar ise silahsız sivillerdi. Bu iddiaları destekleyen sayısız kanıt da var. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Rus hak örgütü Memorial ve yabancı gazeteciler Hocalı kıyımından hemen sonra, hayatta kalan sivillerle görüştü. Yapılan görüşmeler, silahlı Ermeni askerlerinin, kuşatılan şehirde Azeri sivilleri ateş altında bıraktığını açıkça ortaya koyuyordu. Rus hak örgütü Memorial yaptığı açıklamada, “Komşu topraklarındaki ‘serbest koridor’ bölgesindeki kitlesel sivil ölümlerinin hiçbir koşulda haklı olamayacağı” sonucuna vardı.

Öte yandan, bu tartışılmaz kanıtlar suların tatsız şekilde bulandırılmasının önünü alamadı. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ayaz Mutalibov, daha sonra kasti olarak çarptırıldığını söylediği  açıklamasında, siyasi rakiplerini Hocalı’daki cinayetlere karıştıklarını iddia ederek suçlamıştı. Daha sonra reddetmesine rağmen, Mutalibov’ın açıklaması Ermenistan’da sayısız kez alıntılandı. Çok daha fazla rahatsız edici olan ise, geçen sene Ermenistan’da kısa bir görüşme yaptığım Çek gazeteci Dana Mazalova’nın katliama ilişkin aktardıklarıydı. Hocalı katliamının dünyada duyulmasını sağlayan Azeri kameraman Cengiz Mustafiev’in çektiği görüntüleri izleyen Mazalova, Mustafiev’in görüntülediği cesetlerin, daha sonra dolaşıma sokulan görüntülerin aksine parçalanmamış olduklarını söyledi. Bu da, katliamın ardından cesetlerin birileri tarafından ayrıca parçalanmış olması gibi korkunç bir ihtimali akla getiriyor.   

Azeri sivillerin Ermenilerce katledildiğini ortaya koyan kanıtlara gelince... Hocalı’ya yakın bölgede Ermeni askeri birliklerine komutanlık yapmış olan ve kıyımın hemen ertesi günü olay yerinde bulunan Kanada doğumlu Ermeni milliyetçisi Monte Melkonyan’ın ölümünden sonra kardeşi tarafından yayınlanan günlüklerinde, sivil ölümlerle ilgili olarak Arabo ve Aramo isimli iki paramiliter grup suçlanıyordu. Ermenistan cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ise Aralık 2000’de kendisiyle yaptığım röportajda Ermeni askerlerinin gerçekten Azeri sivilleri katlettiğini ifade etmişti. Bu röportajın ardından yayımlanan Kara Bağ adlı kitabımın ilk paragrafında okuyuculara “Buradaki bilgileri kendi siyasi ajandalarınıza hizmet edecek şekilde seçerek alıntılamayın” şeklinde not düşmeme rağmen, bugün Azerbaycan’da Hocalı anmalarında sıkça ismime başvuruluyor.  

Ve bugün hâlâ mesele bu. Hocalı katliamı kuşkusuz ki adalet arayışını ve anılmayı hak ediyor. Fakat 1991-1992 yıllarında Hankendi’de Azeri bombardımanı altında ölen anaokulu çocukları ya da Hocalı’dan iki ay sonra Maragha köyünde katledilen 40 sivil gibi Ermeni kurbanlar da anılmayı hak ediyor. 

Hocalı katliamı anmaları Azerbaycan’da her sene giderek daha büyüyor ve neredeyse ulusal bir travma halini aldı. Açıklanamaz şekilde okullarda 10 yaş grubu çocuklara parçalanmış ceset görüntüleri izletiliyor. Tüm bu aktiviteler artık bir anma olmanın ötesine geçti ve insanlara “Ermeniler istilacı ve faşistler. Yaptıklarının intikamını almamız gerekiyor. Ermeni soyundan gelen herkes haindir' mesajını veriyor.

Karabağ sorununun 16 yıllık ateşkesinin ardından yeniden bir çatışmaya dönüşmesi ihtimali gittikçe artarken, bu tür mesajlar oldukça tehlikeli. Bu tür söylemler daha fazla kan akmasını ister nitelike. İki noktanın altını çizmekte fayda var. Birincisi, Hocalı'da korkunç bir katliam yaşandı, fakat bu dünyada ilk ve tek değil. Ruanda, Gujarat, Bosna kitlesel katliamlarını hatırlamakta fayda var. Hocalı katliamı da bu katliamlar gibi anılmalıdır. İkincisi, Ermeniler ve Azeriler aralarındaki çatışmaları barışçıl yollarla çözmek istiyorlarsa her iki taraf da diğerinin elinden çektiği acılar yerine kendi uyguladığı şiddete yönelik sorgulamaya ve yüzleşmeye girişmelidir.    

(İngilizceden çeviren: Esra Elmas)

 

10 SORUDA KARABAĞ SORUNU: 1905’TEN BU YANA SÜREN ÇATIŞMA
 

Karabağ’da 1980’lerin sonunda alevlenen çatışmalar, aslında bundan tam 107 yıl önce başlamıştı. 10 soruda Karabağ’da yaşanan gerginliğin arka planını ve bugünlere nasıl gelindiğini anlattık. Aralarındaki sorunları çözemeyen Ermeniler ve Azeriler kadar, eski Sovyet yönetimi ve Rusya da, Karabağ’da dökülen kanlardan sorumlu.
 

1. Karabağ’ın Ermeniler ve Azeriler için tarihi önemi nedir?

Karabağ, büyük bölümü bugünkü Azerbaycan ile Ermenistan arasında, güney bölümü İran içinde kalan, yaklaşık 18 bin kilometrekarelik bölgenin adı. Dağlık Karabağ ya da Ermenice tarihi adıyla ‘Artsakh’ ise bu bölgenin içindeki 4.392 kilometrekarelik alana verilen ad. Ermenilere göre Dağlık Karabağ’da MÖ 7. yüzyıldan beri Ermeni nüfusu ve kültürü egemendi. Azerilere göre ise Ermeniler Kafkasya’ya göçen yabancı bir halk olup, bölgenin esas sahipleri kendileriydi; çünkü Azeriler Orta Asya’dan Avrupa’ya doğru göç ederken bölgedeki Derbent Geçidi’nden geçen Türk boylarının soyundan geliyorlardı.

2. Kafkaslar’da Osmanlı-Rus-İran nüfuz mücadelesinde Karabağ’ın önemi nedir?

Karabağ Bölgesi 1555’te Amasya Anlaşması ile Osmanlı Devleti’ne katılmış; 1735’deki Gence Anlaşması’yla İran’a bırakılmış, 1828 yılındaki Türkmençay Anlaşması’yla da Çarlık Rusyası’nın hâkimiyetine girmişti. Bu tarihten sonra Ruslar Kafkasya’da güneye doğru indikçe Müslüman halk güneyde, Hıristiyan halk ise Ruslara yakın kuzeyde toplanmaya başladı. Bu kutuplaşmanın ortaya çıkardığı gerginlikler çatışmaya dönüşecekti. 1905-1906’da Azerilerin Ermenilere saldırmasıyla başlayan yağma ve katliamlar şehirlerle sınırlı kalmadı. İki yıl içinde 128 Ermeni ve 158 Azeri köyü yağmalandı, 10 bin kişi hayatını kaybetti.  

3. 1. Dünya Savaşı ve sonrasında Karabağ’da neler yaşandı?

1917’de Rusya, Bolşevik Devrimi’ni takiben Birinci Dünya Savaşı’ndan fiilen çekildi. Bolşevik hükümetinin imzaladığı 3 Mart 1918 tarihli Brest-Litovsk Anlaşması’nın ardından Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan cumhuriyetleri kuruldu. Nisan-Aralık 1920 arasında, Lenin ve Stalin’den Kafkasya’yı Bolşevikleştirme emrini alan Kızıl Ordu, bu bağımsız cumhuriyetleri tarihe gömdü. 1 Aralık 1920’de Rusya Komünist Partisi’nin Kafkaslar sorumlusu Orconikidze’nin başkanlığında Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya Komünist Partisi temsilcilerinin katıldığı bir toplantıda, Azerbaycan lideri Nerimanov, Zangezur, Nahçıvan ve Dağlık Karabağ bölgelerini Ermenistan’a bırakarak, Müslümanlarla Ermeniler arasındaki tarihsel kavgaya son verdiğini ilan etti. Karar Orconikidze tarafından Lenin ve Stalin’e ulaştırıldı ve 4 Aralık 1920 tarihli Pravda’da, Stalin bu kararı ‘tarihte eşi benzeri görülmemiş bir olay’ olarak kutsadı. Ancak bunun Ermeni Bolşeviklerini etkilemek için yapılan bir manevra olduğu kısa sürede anlaşıldı. 16 Mart 1921 tarihli Moskova ve 13 Ekim 1921 tarihli Kars antlaşmalarının ödülü olarak Ermenistan-Türkiye sınırında bulunan Nahçıvan, Azerbaycan’a bağlı özerk (otonom) bölge olarak tanımlandı. O tarihlerde Nahçıvan’ın nüfusunun yüzde 85’ini Azeriler, yüzde 15’ini Ermeniler oluşturduğu için Ermeniler bu karara itiraz etmedi. Bir ay sonra, Bolşevikler Zangezur bölgesinde Taşnaklar tarafından yönetilen milliyetçi bir Ermeni direnişi ile karşılaşıp, Zangezur’u Ermenistan’la Azerbaycan arasında paylaştırınca da ses çıkarmadılar. Çünkü Ermenistan ve Azerbaycan arasında imzalanan 12 Haziran 1921 tarihli deklarasyonla Dağlık Karabağ, Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti’ne bağlanmıştı. Ancak üç hafta sonra, 5 Temmuz 1921’de, Rusya Komünist Partisi Kafkasya Bürosu’ndan Stalin, Kirov, Orconikidze, Nerimanov gibi bir dizi önemli şahsiyetin katıldığı toplantıda yine fikir değiştirildi ve Dağlık Karabağ bu sefer Azerbaycan’a bağlı özerk bir bölge olarak tanımlandı. Dahası bölgenin sınırları çizilirken, Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’la fiziki ilişkisini kesmek için Laçin bölgesi de Azerbaycan’a bırakıldı. 24 Temmuz 1923’te Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’a bağlı olduğu bir kez daha tekrarlanınca Ermeniler büyük hayal kırıklığına uğradı. Öyle ki, 1927’de, aralarındaki siyasi ayrılıkları bir yana bırakan Taşnaklar, Menşevikler ve Sosyal Devrimciler, Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’a bağlamak için Moskova’ya başvurdular, ancak destek bulamadılar; zira Stalin bu sorunu, iki tarafa da müdahale etmek için kullanmak istiyordu.

4. Sovyetler Birliği döneminde Karabağ’da hiçbir sorun yaşanmadı mı?

Stalin’in demir yumruğu altında Karabağ sorunu yıllarca uykuya yattıktan sonra 19 Mayıs 1964’te, iki bin 500 Dağlık Karabağlı Ermeni’nin imzaladığı bir dilekçe, Sovyetler Birliği’nin o günkü lideri Nikita Kruşçev’e verildi. Dilekçede Azerbaycan’ın ‘şovenist’ politikalar izleyerek Ermenileri ülkeyi terk etmeye zorladığından yakınılıyor, Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a ya da Rusya Federasyonu’na bağlanması isteniyordu. Sovyet yönetimi dilekçeye cevap bile vermedi. Moskova, 1966-67 arasında Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki tartışmalarda sadece izleyici olmayı seçtiyse de, 1967 Ağustos’unda patlak veren olaylara Kızıl Ordu aracılığıyla müdahale etmek zorunda kaldı. SSCB’nin 1977 tarihli yeni Anayasası’nın 87. maddesiyle Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’a bağlılığı tekrar teyit edilince Ermenilerin umudu bir kez daha söndü. Bu süreçte 1920’lerde Dağlık Karabağ nüfusunun yüzde 95’ini Ermeniler oluştururken, bu oran 1977’de yüzde 76’ya düştü, Azeri nüfusu ise yüzde 24’e çıktı.

5. Sovyetler Birliği’nin çözülüşüdöneminde Karabağ sorunu nasıl alevlendi?

1985’te Mihail Gorbaçov’un Sovyetler Birliği’nin lideri olması Dağlık Karabağ Ermenilerini yeniden harekete geçirdi. 1987’de 75 bin imzalı bir dilekçe Gorbaçov’a gönderildi. 25 Şubat 1988’de Ermenilerin ruhani lideri Katolikos I. Vazgen, Gorbaçov’dan, Dağlık Karabağ halkının ‘kendi kaderini tayin hakkı’nı kullanmasına izin vermesini istedi. Moskova yine duymazdan gelmeye hazırlanırken Azeriler bu talebe Sumgayit katliamıyla cevap verdi. 

6. Sumgayit katliamı nedir?

27 Şubat 1988’de, Bakü’nün kuzeyindeki, 19 bin Ermeni’nin yaşadığı Sumgayit şehrinde, Azerilerden oluşan bir güruh Ermenilere saldırdı ve resmi kaynaklara göre 26 Ermeni ile 6 Azeri öldü. (Gayri resmi kaynaklara göre ölü sayısı 200’den fazlaydı) Ermenilere ait evler talan edildi. Olaylar yatıştıktan sonra, Azerbaycan’da yaşayan 300 bin Ermeni, Rusya Federasyonu ve Ermenistan’a göç ederken, Ermenistan’da yaşayan 250 bin Azeri de, Azerbaycan’a doğru yola çıktı. Aynı yıl Temmuz’da, gelecekte Ermenistan Cumhurbaşkanı olacak olan Levon Ter Petrosyan’ın başkanlığını yaptığı Karabağ Komitesi, Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a bağlandığını ilan etti. Bunun üzerine toplumlararası çatışmalar hızlandı.   

7. Karabağ Savaşı nasıl gelişti?

7 Aralık 1988’de, Ermenistan’da 28 bin kişinin ölümüne neden olan büyük depremden yaklaşık bir ay sonra, Moskova durumun vahametini anladı ve Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ni kendisine (merkeze) bağladı. Ancak, Azerbaycan’dan gelen baskılar üzerine tekrar fikir değiştirdi ve 28 Kasım 1989’da yönetimi yeniden Bakü’ye devretti. Merkezi hükümetin bu gelgitleri bölgedeki gerilimi daha da artırdı. 13 Ocak 1990’da Bakü’de 28 Ermeni ve 6 Azeri’nin ölümüyle biten olaylar üzerine 19 Ocak 1990’da Kızıl Ordu olağanüstü hal ilan ederek Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ne ve Bakü’ye (karadan, havadan ve denizden) harekât düzenledi. Harekâtın sonucunda Azerbaycan Komünist Partisi’nin başına Moskova yanlısı Ayaz Muttalibov geçti.

25 Ağustos 1990’da bağımsızlığını ilan edip seçimlere giden Ermenistan’da, devlet başkanlığını Karabağlı Levon Ter Petrosyan kazandı. 30 Ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan’da ise yeni lider Muttalibov, Dağlık Karabağ’ı doğrudan Bakü’ye bağladığını açıkladı. Buna Dağlık Karabağ Ermenileri, 13 Ocak 1992’de bağımsızlık ilanıyla cevap verdi.  O sırada Moskova’da Gorbaçov’un yerine geçen Boris Yeltsin’in isteğiyle Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in arabuluculuğunda Dağlık Karabağ’ın Başkenti Stepanakert’te süren görüşmeler sırasında, 26 Kasım’da Azerbaycan Adalet ve Savunma Bakanlığı yetkilileri ile iki Rus generalini taşıyan bir helikopter düşünce Azerbaycan Hükümeti, Dağlık Karabağ’ın özerklik statüsünü kaldırdığını açıkladı. Çünkü Bakü’ye göre kaza Ermenilerin suikastıydı. Bunun üzerine Dağlık Karabağ Ermenileri SSCB Anayasası’nın 70. maddesine dayanarak ‘kendi kaderini tayin hakkını’ kullanma kararı alarak 6 Ocak 1992’de Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığını ilan ettiler. Azerbaycan ise aynı anayasanın 78. maddesine referans vererek, tarafların onayı alınmadan iki Sovyet cumhuriyetinin sınırının değişemeyeceğini ileri sürdü. Gerginlik bir kez daha yükseldi.

8. 25-26 Şubat 1992’de Hocalı’da neler yaşandı?

25–26 Şubat 1992’de, yani Sumgayit katliamının dördüncü yıldönümünde, Ermeni milisler, Stepanakert’in kuzeyindeki Azeri yerleşimi Hocalı’ya saldırdı. 7 bin kişinin yaşadığı şehir, Karabağ’daki tek havaalanına sahip olduğu ve demiryolu üstünde bulunduğu için stratejik açıdan çok önemliydi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch/HRW) raporuna göre, 26 ve 27 Şubat 1992 tarihlerinde Ermeni milisler ve Rus 366. Mekanize Alayı’nın saldırısı sonucu, aralarında 106 kadın ve 83 çocuğun da bulunduğu 613 Azeri sivil öldürüldü.

9. Karabağ Savaşı nasıl sonuçlandı?

Hocalı katliamı Dağlık Karabağ uyuşmazlığında bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten sonra artık çetelerin değil, orduların savaşı söz konusuydu. Çatışmalar sürerken, 24 Mart 1992’de Helsinki’de toplanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK, sonra AGİT) Dışişleri Bakanları Konseyi, Dağlık Karabağ sorununun çözümü için Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk’de bir konferans düzenledi. ‘Minsk Grubu’nun katılımcıları Ermenistan, Azerbaycan, Almanya, ABD, Beyaz Rusya, İsveç, İtalya, Fransa, Rusya, Türkiye, Çekoslovakya olacaktı. Ancak 8 Mayıs’ta Ermeniler bölgenin en stratejik kenti olan Şuşa’yı; yaklaşık 10 gün sonra da Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’dan ayıran Laçin’i işgal edince dengeler değişti. Hocalı katliamındaki ihmali yüzünden ağır şekilde eleştirilen Ayaz Muttalibov’un yerine geçen Ebulfeyz Elçibey, Ekim 1992’de Dağlık Karabağ Ermenilerine ‘kültürel özerklik’ vererek barışı kısa sürede tesis edeceğini umduysa da, Ermenistan bunu kabul etmedi. Ermeni güçleri, Mart 1993’ten itibaren Kelbecer, Akdere, Agdam, Fizuli, Cebrail, Kubatlı ve Terter’i işgal etti. Elçibey, Azerbaycan’ın toprak kayıpları ile bir milyonu aşkın Azeri göçmenin barınma ve beslenme sorunlarını halledemediği için Moskova yanlısı olarak bilinen SBKP’nin eski politbüro üyelerinden Haydar Aliyev (bugünkü Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in babası) iktidara el koydu. Temmuz 1993’te Elçibey Azerbaycan’ı terk etmek zorunda kaldı.  Haydar Aliyev’in ilk işi Azeri Ordusu’nu eğiten 1.600 Türkiyeli subayın görevine son vermek oldu. Ancak Aliyev, Dağlık Karabağ meselesinde stratejik bir hata yaptı. Azerbaycan ile Ermenistan arasında 5 Mayıs 1994’te imzalanan ‘Bişkek Protokolü’nde, Dağlık Karabağ’ı ‘taraf’ olarak tanıması, Azerbaycan’ın elini siyasi ve diplomatik açıdan zayıflattı. O günden bu yana da Dağlık Karabağ sorunu çözülebilmiş değil.

10.       Karabağ sorununda bugünkü durum nedir?

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararlarına rağmen Azerbaycan topraklarının yüzde 20’si halen Ermenistan’ın işgali altında. Türkiye bu sorunu gerekçe göstererek Nisan 1993’ten itibaren Ermenistan sınırını kapattı. 1992’de kurulan Minsk Grubu çalışmalarını hâlâ sürdürüyor. 2006’da Karabağ’da yapılan referandum sonucu kabul edilen anayasa ile Dağlık Karabağ Cumhuriyeti ‘egemen ve demokratik bir devlet’ olarak ilan edildi. Bu, uluslararası kamuoyunda Minsk Grubu’nun başarısızlığı olarak görüldü. Geçen yıl 24 Haziran’da Kazan’da Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in girişimiyle Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın katılımıyla gerçekleşen Kazan Zirvesi’nden de hiçbir sonuç alınamadı.  Geçen hafta içinde İsrailli savunma yetkilileri, İsrail’in Azerbaycan’a 1,6 milyar dolar değerinde insansız hava uçakları, uçaksavar ve füze satacağını duyurdu. İlham Aliyev yönetimi özellikle son yıllarda petrol ve doğalgazdan elde ettiği gelirin önemli bir kısmını silahlanmaya ayırıyor ve Azerbaycanlı yetkililer “Dağlık Karabağ’ın er ya da geç anavatana tekrar bağlanacağı” yönünde açıklamalar yapıyor. 

Kaynaklar:

Ayşe Hür, Tarih Defteri, Taraf Gazetesi, 19 Nisan 2009.

Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, İletişim Yayınları, 6. Baskı 2010.

Masis Kürkçügil, Karabağ Düğümü, NTV Tarih dergisi, Haziran 2009.

 

Kategoriler

Güncel Türkiye Gündem