Ege’nin iki yakasına âşık bir adam

Viron Kapudağ, küçüklüğünden beri müzikle iç içe geçmiş bir hayat yaşamış olsa da, ilk albümünü 62 yaşında çıkardı. Evinde kurduğu küçük müzik odasında yaptığı 110 bestenin içerisinden Yunanca ve Türkçe şarkıları ilk albümü ‘Ege’ için seçen Kapudağ, aşk gibi müziğin de yaşının olmadığını söylerken 90’lık dev Charles Aznavour’u hatırlatıyor.

ÖZGÜN ÇAĞLAR
ozguncaglar@agos.com.tr

Viron Kapudağ’ın, Elenor Plak etiketiyle çıkan ‘Ege’ isimli albümünü elinize alınca, profesyonel müzik yapan birinin bilmemkaçıncı albümü olduğunu sanabilirsiniz ama öyle değil. Türkçe ve Yunanca şarkılardan oluşan ‘Ege’ albümü vesilesiyle 62 yaşındaki Kapudağ’ın hikâyesini dinledik.

İlkokulu Özel Zapyon Rum İlköğretim Okulu’nda, ortaokulu Özel Saint Michel Fransız Lisesi’nde, liseyi ise Robert Kolej’de okuyan Kapudağ, Boğaziçi Üniversitesi İş İdaresi Bölümü’nden mezun olduktan sonra iş hayatına atılmış ve yoğun çalışma temposu içinde, müzikle arasını açmamaya özen göstermiş. Zaten çocukluğu, ailesinin rakılı-mezeli dost meclisleri sayesinde, müzikle iç içe geçmiş. İyi gitar çalan babasının arkadaşlarından oluşan saz grubuyla birlikte saatlerce müzik yaptığı bu meclisleri çok iyi hatırlayan Kapudağ, ilerleyen yıllarda da, okuduğu okulların amatör müzik gruplarında basgitar çalmış, vokalistlik yapmış.

‘Ege’ albümü, Kapudağ’ın, Tarabya’daki evinin bir odasında kurduğu küçük müzik stüdyosunda yaptığı 110 bestenin arasından seçtiği, Ege temalı şarkılardan oluşuyor.

Baba tarafı Kayseri’nin İnceköy kazasından, anne tarafı Bulgaristanlı olan Kapudağ, tam bir Ege âşığı. Bu aşkını ve albümün amacını şu sözlerle ifade ediyor: “Ege’nin Yunan ve Türk tarafı olmak üzere iki yakasını ele alırsak, bu insanlar 900 yıl iç içe yaşadılar. Birbirlerine çok şey alıp verdiler – alışkanlıklar, yemekler, sözler, müzikler... İki yakanın dekorunu kaldırıp, insanların yüzüne bakın, birbirinin aynısı! Bu çok sevdiğim iki yakanın arasında bir köprü tesis etmek istedim. Bu nedenle, albümümde buzuki, kanun, ud, keman gibi, iki yakanın ortak enstrumanları var.”

Kendi imkânlarıyla...

İki yıl önce iş hayatını sona erdirme kararı alınca, müziğe daha fazla zaman ayırmak isteyen Kapudağ, bir gün, çocukluk arkadaşı olan, müzik prodüktörü Nino Varon’la karşılaşmış ve ona demolarını dinletmiş. Varon dinlediklerini çok beğenip onu teşvik edince, Kapudağ ‘kendi imkânlarıyla’ albümünü hazırlama sürecine girmiş.

Sık sık Yunanistan’a giden ve orada müzik bağlantıları kuran Kapudağ, ünlü Yunan şarkıcı Giannis Ploutarhos’a, yeni çıkacak albümü için dört beste vermiş.

Kapudağ, bu noktada Türkiye’deki müziğin ‘sanayileşememiş’ olduğu gerçeğine dikkat çekiyor: “Aslında baştan beri amacım, bestelerimi, beğendiğim müzisyenlere vermekti. Kendi maddi olanaklarım olmasaydı bu albümü yapamazdım. Çünkü yapımcılar yatırım yapmak istemiyor. Günümüzde ancak imkânı olan, çok tanınmış kişiler müzik yapabiliyor; böyle olunca da genç yetenekler ortaya çıkmıyor. Bu nedenle Türkiye’de müzik bir endüstri haline gelemedi. Nedir endüstri? Bir yatırım yaparsınız, bir süre sonra karşılığını alırsınız.”

62 yaşında ilk albümünü çıkaran; bazı arkadaşlarının “Niye bu kadar geç başladın?” diye tepki verdiği, ailesi ve yakın çevresinin ise “Devam et” dediği Kapudağ, aşk gibi müziğin de yaşının olmadığını söylerken 90’lık dev Charles Aznavour’u hatırlatıyor.

6-7 Eylül’den bahçıvanları korudu

Albümdeki Yunanca şarkılardan biri olan ‘S’agapo Apta Therapia’ (Tarabya’dan Seviyorum), hüzünlü bir hikâyeye dayanıyor. Kapudağ, bu şarkıyı, 6-7 Eylül Olayları’nın ardından, 18 yaşındayken ailesiyle Tarabya’dan ayrılıp Yunanistan’a gitmek zorunda kalan bir çocukluk arkadaşının, tekrar Tarabya’ya gelip gitmesinden ilhamla yazmış. Arkadaşının “Tarabya eskisi gibi değil. Semt çok güzeldi, şimdi ihtiyarlarla dolu; kiliseye gidiyorum, sadece yayaları görüyorum” demesinden etkilenen Kapudağ, “Dönen bir kişinin Tarabya’yı aynı güzellikte bulduğunu ama mahallesinde eski arkadaşlarını görmediğini, kiliseye mum yakmak için gittiğinde ise sadece orada yaşlı bir nineyi gördüğünü anlattım” diyor.

Peki, 6-7 Eylül Olayları’ndan Kapudağ’ın ailesi nasıl etkilenmiş? Olaylar yaşanırken Büyükada’da olduklarını söyleyen Kapudağ, kendilerini Yalovalı bahçıvanlarının koruduğunu anlatıyor: “Bizim evin sağında Terzi Niko’nun, solunda ise Yahudi sigortacı Mösyö Ergas’ın evi vardı. Sabaha karşı bir grup geldi. Babam Anadolu Kulübü’nde oyun oynuyordu. Oturduğumuz bahçeli köşkün Yalovalı bir bahçıvanı vardı, Mehmet Efendi. O gün o kalabalık bizim sokağa girip Terzi Niko’nun evinin çerçevelerini indirdi. Bizim evin önünde ise bahçıvanımız elinde çifteyle durdu, köşke kimseyi sokmadı. Bizden sonra da Ergas Bey’in evinin önünde ateş yakıldı. Koca Büyükada’da tahrip edilmeyen tek yer bizim ev oldu. Annem evin ışıklarını söndürdü. O zaman evleri işaretlemişlerdi; birkaç gün öncesinde evlerin kapı numarasının yanına aynısı yazılmıştı. Bizim evin numarası 6 idi; yanına, kırmızı boyayla, kocaman bir 6 yazılmıştı.”

6-7 Eylül’ün yaşandığı Türkiye ile şu anki Türkiye’yi kıyaslayan Kapudağ, “Benim çocukluğumda Beyoğlu’nda annemle Rumca konuştuğumda biri gelip ‘Vatandaş, Türkçe konuş!’ diyebiliyordu. Bugün böyle bir şey yok artık” diyor. “Belki de, Rumca ya da Ermenice konuşanları insanlar turist olarak gördükleri için kimse karışmıyor” dediğimizde, sözlerimize hak veriyor ve kısa süre önce yaşadığı bir olayı anlatıyor: “Albümümü yurtdışında yaşayan arkadaşıma göndermek için kargoya gittim. Dükkândaki genç hanımefendiye nüfus cüzdanımı verdim. Kızcağız ‘Siz Yunanlı mısınız?’ diye sordu. Şaşırıp kaldım, ‘Kayseriliyim’ dedim. ‘E ama sizin isminiz Viron, Türk ismi değil ki!’ dedi. Evet, eski müdahaleler yok ama buna benzer trajikomik olaylar da yaşanıyor.”

 

Kategoriler

Kültür Sanat Müzik

Etiketler

Viron Kapudağ