Bu sergide görüntü de var, ses de

İstanbul Modern bir süredir, Türkiye güncel sanatının çok sesli yönünü ortaya koyan bir sergiye ev sahipliği yapıyor. ‘Çok Sesli’ başlıklı sergiyi gezerken biz de farklı seslere kulak verdik; ziyaretçilerin sergiyle ilgili izlenimlerini, kendi yorumlarımıza ekledik.

Ferhat Özgür, 2008, ‘Şarkı söyleyebilirim’

Fotoğraflar: BERGE ARABIAN

TUĞBA ESEN
ztugbaesen@gmail.com

Küratörlüğünü Levent Çalıkoğlu ve Çelenk Bafra’nın üstlendiği, İstanbul Modern’de açılan ‘Çok Sesli’ sergisi, görsel sanatlar ile ses ve müzik arasındaki içli dışlı ilişkiye odaklanıyor. Farklı kuşaklardan 17 sanatçının video, heykel, yerleştirme gibi çeşitli türlerdeki yapıtlarından oluşan sergi 27 Kasım’a kadar görülebilecek. Sergi salonunun girişinde, son 300 yılda Türkiye’de hem görsel sanatlar, hem de müzik alanında üretim yapan sanatçıların birikimini aktaran bir tür arşiv çalışması, ‘Repertuar’ başlığıyla sunuluyor. Sanatsal üretimlere olduğu kadar, sese dair de, alışılmışın dışında yaklaşımlar içeren ‘Çok Sesli’ sergisi, zaman zaman sesin ve müziğin ne olduğunu sorgulamanıza neden oluyor. Bu anlamda, Füsun Onur’un kulakla değil, gözle duyumlanabilen bestesi; Cevdet Erek’in halı üzerinde yaptığı el hareketleriyle ‘sahil sesi’ni taklit ettiği yerleştirmesi; Nevin Aladağ’ın geleneksel enstrümanların şehir, su ve çölde çıkardıkları seslerin izini süren videosu, dikkate değer işler.

‘Çok Sesli’ sergisini gezerken, zaman zaman müze ziyaretçileriyle konuştuk, onların yapıtlarla ilgili izlenimlerini dinledik ve sergiyi, farklı seslere kulak vererek yorumladık.

Sahne dekoru olarak kent manzarası

Sanatçı Fikret Atay’ın memleketi Batman’da çektiği ‘Tinica’ adlı video, serginin en çok ilgi gören işlerinden. Neredeyse amatör koşullarda çekilmiş olan videoda, genç bir erkek bir tepenin üzerine çıkmış, plastik borularla atık teneke kutulara vurarak müzik yapıyor. Karşısında, kırsal alana yüksek binalar dikilerek oluşturulmuş yeni mahallelerle, klasik bir kentsel dönüşüm manzarası var. Fikret Atay bu ânın yaratıcısı değil sanki, bir tanığı. Sergi ziyaretçisi Cihan Yıldıran (27), tepedeki gencin sergilediği yeteneğin, içinde bulunduğu koşullarla yarattığı tezata dikkat çekerek, asıl sanatçının Atay değil o olduğunu söylüyor. Salih Ağar (24) ise, videoda, karakterin yaşadığı şehirden ve sosyokültürel koşullarından bağımsız, etkileyici bir sanatsal eylem gördüğünü anlatıyor.

Ferhat Özgür’ün, Leonard Cohen’in klasikleşmiş ‘Hallelujah’ şarkısını kullanarak ürettiği ‘I can sing’ (Şarkı söyleyebilirim) adlı videonun önünde konuştuğumuz bir ziyaretçi, Fikret Atay’ın çalışması gibi bu işin de, barındırdığı tezatlar ve beklenmedik unsurlarla izleyiciyi şaşırttığını söylüyor. Videoda, yeni binaları ve minareleriyle Ankara manzarasının önünde, başörtülü bir kadın, kendinden geçmiş bir şekilde ‘Hallelujah’ı söylerken, biz erkek sesi duyuyoruz. Bu performans devam ettikçe, Doğu- Batı, kent- kırsal, İslam- Hıristiyanlık ayrımları bulanıklaşıyor.

 

Fikret Atay, 2004, ‘Tinica’

Megafonda iktidarın sesi

Sergi ziyaretçilerinden İrem Güngez (19), sanatçı Vahit Tuna’nın, kumdan bir tepenin üzerine oturmuş, kendisinden kat kat büyük bir megafona bakan insan figüründe âdeta kendini gördüğünü söylüyor. Megafondan yayılan sesler yani iktidarın söylemleri kumdan tepeyi aşındırırken, birey tek başına kalmış, âdeta hipnotize olmuş, sadece dinliyor. Sanatçının muhtemelen kendini betimlediği o figürde, Güngez de kendini, ülke gündemi karşısında oynadığı pasif izleyici rolünü görmüş. Erinç Seymen’in ayrı bir odada sergilenen performans videosunu da etkileyici bulmuş Güngez. Hem sesi, hem de görüntüyü manipüle ederek kurgulanan ‘Bir şiir için performans’ adlı videoda, genç sanatçı, huzursuz edici ve saldırgan bir tonda, 1930’lu yılların tek partili Türkiye’sinde yazılmış olan, milliyetçi duyguları yansıtan şiirleri okuyor.

Vahit Tuna, 2008, ‘Sunshine’

Müziğin tarihçesi güncel sanat mekânında

Sergiyi birlikte gezen Dila (42) ve Nergis’i (42) en çok, etkileşime girebildikleri yerleştirmeler etkilemiş. Merve Şendil’in, amatör ve alternatif müzik gruplarının kayıtlarını toplayarak oluşturduğu ‘Underscene project’ (Sahne altı projesi) adlı açık arşiv de bunlardan biri. Genç sanatçının yerleştirmelerine ayrılan bölümde, hem önceden hiç duymadığınız kayıtları dinlemeniz, hem de sanatçının bu proje için yaptığı bazı işlerini görmeniz mümkün. Sanatçı Borga Kantürk’ün tanıdık objelerle döşediği oda da, Dila ve Nergis’in kişisel bağlar kurdukları bir bölüm olmuş. Kantürk, eski bir pikabın üzerine, ‘His Master’s Voice’ (Sahibinin Sesi) marka gramofonların logosunda bulunan meşhur köpeğin heykelini yerleştirdiği, nostaljik objelerle dolu, tanıdık bir mekânda, ziyaretçilere, 1940’lı yıllarda bestelenmiş bir alaturka şarkıyı dinletiyor. Böylece müziğin tarihçesini de güncel sanat mekânına taşımış oluyor.

‘Repertuar’ bölümünden genel görünüm

Görsel sanatın müzikle ilişkisi gün ışığında

Şebnem Pulat (31) ve Melis Ay (29), ‘Repertuar’ bölümünü uzun uzun incelerken gözümüze çarpan iki ziyaretçi. Türkiye’de görsel sanatların müzikle ilişkisini geçmişten bugüne inceleyen, her iki alanda da çalışmalar yapmış sanatçıların birikimlerine dair bir araştırma sunan bu bölümün, daha önce farkına varmadıkları bağlantıları nasıl su yüzüne çıkardığını anlatıyorlar. Ayrıca, takip ettikleri sanatçıların müzikle ilişkisini keşfetmenin ilginç olduğunu söylüyorlar.

Merve Şendil, 1998’den bugüne, ‘Underscene project’(Sahne altı projesi)

 

Kategoriler

Kültür Sanat Sergi