Güllerin Savaşı ve ‘aman ağzımızın tadı kaçmasın’ etkisi

İnsan düşünmeden edemiyor; yorgun argın dinlenmek ve vakit geçirmek için televizyonun karşısına geçen insanlar bu kadar ağır dramların olduğu dizilere nasıl katlanabiliyor?

ESRA GEDİK

Güllerin Savaşı Kanal D’nin yeni başlayan, içerisinde bolca dram, entrika ve gözyaşı olan dizisi. Bu dizi şu açıdan ilginç aslında, yazın kanallar “yaz dizisi” adı altında eğlencelik, komedi ya da gençlik dizileri yayınlarlar. Örneğin, ‘Güzel Köylü’, ‘Kiraz Mevsimi’, ‘Diğer Yarım’, ‘Kaçak Gelinler’ gibi. Ancak Kanal D normalde eylülde yayına sokup tüm yıl sürdürülebilecek dram konusu ile Yeşilçam soslu bu diziyi yayına soktu. Yaz ayı, ramazan ayı, eğlenceli bir dizi olmamasına rağmen Güllerin savaşı yayınlandığı günde neredeyse birinci bitirdi bu zamana kadar. Bu nedenle aklıma şu soru takıldı: Yeşilçam filmlerinden beri neden bu kadar ağır dram olan konuları seviyoruz?

Bu sorunun cevabını aramadan önce diziden bahsetmeli. Diziye adını veren güller Gülfem ve Gülru. Gülfem geçmişte bir sebepten konağı terk edip kendi hayatını kurmuş başarılı bir iş kadını ve herkesin gözünün kaldığı gözde bekârlardan. Babasının vefatı nedeni ile konağa geri döner. Konakta psikolojik sorunları olan erkek kardeşi yaşamaktadır. Konağın işleri ile ilgilenen ve müştemilatında kalan ise Gülru kızımız ve aileasidir. Küçüklüğünden beri Gülfem hanıma hayran büyüyünce o olmak istemektedir. Bu sebeptendir ki üniversitede stil tasarım okumuştur. Konakta Cihan’ı zapt edebilen ve anlaşabilen tek insandır Gülru. Bu iki gülün ileri de savaşmasına sebep olacak esas oğlanımız ise Doktor Ömer’dir. Doktor Ömer Gülfem’i ve yaşadığı evi terk edip uzaklara gitmiş ama Gülfem’in şehre döndüğü gün o da dönmüş ve bir kaza nedeni ile önce Gülru ile karşılaşmış, akşamına da Gülfem ile yeniden bir araya gelmiştir. Dizi Cihan’ın ablası Gülfem’i istememesi, Gülfem’in Gülru ve ailesini kovması ve o sırada Ömer’in her iki kadının da hayatına bir şekil müdahil olmasına neden olan dramlarla başladı ve devam ediyor.

Dizinin oyunculuklarını bir kenara bırakırsak - ki daha önce Behzat Ç.’de Savcı Esra rolü ile izlediğimiz Canan Ergüder’in, Savcı Esra’dan sonra Gülfem rolünde yadırgasam da, etkileyici bir performansı var; Gülru’yu canlandıran Damla Sönmez de başarılı oynuyor -  3 oda bir salon 90 metre kare evlerimizde, bizi, bu konak ve konakta yaşayan patron-işçi ilişkileri ve bu ilişkilerin üzerine kurulduğu o ağır dramlar neden etkiliyor? Pek çoğumuz için bence bunun iki nedeni var. Birincisi “aman Ali Rıza Bey ağzımızın tadı kaçmasın” etkisi, ikincisi Obama etkisi. İsimleri şaşırtıcı gelse de nedenleri  açıklamaya çalışayım.

Beş yıllık dramı bir güne sığdırmak

Televizyona uyarlanmış Yaprak Dökümü dizisinden bize hatıra kalan yukarıdaki replik bize şunu anlatıyor aslında: azıcık aşım kaygısız başım. Biz iyi olalım da elde avuçta olmasa da olur. Tadımız iyi olsun, gerisi nasılsa hallolur. Uzun zamandır dizilerde konakta yaşayan zengin ailelere bakarsak karşımıza hep aldatma, yalan dolan, aile içi huzursuzluklar, zengin ama mutsuz tablosu çıkıyor. Örneğin, ‘Gümüş’ dizisinde bir konakta geniş aile şeklinde yaşanılsa da ailedeki neredeyse her karı koca birbirini aldatıyordu. Aşk-ı Memnu dizisinde Bihter-Behlül-Nihal ve Adnan desem herkes anlar sanırım. Bir de Firdevs Yöreoğlu’nun yaptıkları var. En son olarak da Güllerin Savaşı dizisinde Gülfem, Cihan ve babası arasındaki kopukluklar, kimsenin kendinden başka kimseyi umursamaması.. Bu dizilerde zengin ailelerin hiç biri mutlu ve huzurlu değildir. Bir insanın hayatında beş yıl içerisinde gelebilecek dram bu ailelerin başına hemen hemen her gün gelir çünkü aile değerleri ve bağları zayıftır. Tabiri caizse ‘para bunları bozmuştur’. Belki de bu kadar ağır dramlar, kendi hayatımız ve ailemizdeki “küçük” sorunları daha katlanılabilir kılıyordur. Sonuçta dönüp baktığımızda annemiz, babamız ve kardeşlerimizle mutlu bir aileyizdir (?).

Dramlar söz konusu üst sınıf zengin aileler olunca halimize şükretme güdüsü yaratsa da, Obama’nın ABD’nin ilk siyahi bir başkanı olması  nasıl “bir gün sen de olabilirsin” umudu yaratıyorsa, bu dramlar orta sınıf için umut demek oluyor: ‘her karanlığın bir sabahı vardır’ algısını pekiştiriyor. Gülru’ya bakarsak yayınlanan üçüncü bölümde trafik kazası geçirdi, hırsızlıkla suçlandı, ailesi ve kendisi işten kovuldu, parasız ve evsiz kaldılar, en son bölümde de yangının ortasında kaldı ve dumandan zehirlendi. Gülfem’in başına gelen dramlardan farkı vardır Gülru’nun başına gelen dramların. Ne geliyorsa başına iyi niyetinden geliyordur, Gülfem’in aksine önce kendini değil ailesini ve sevdiği insanları düşündüğünden. Gülfem babasının ölümün ertesinde parti verdiği için kardeşi Cihan onu yakmaya çalışırken, Gülru çocukluğundan beri baktığı ve arkadaşı olan Cihan’ı yangından kurtarmak istediği için neredeyse ölüyordur. Tüm bunlar olurken Gülru’nun ablası isyan etse de, etrafındakilere bağırıp çağırıp, lanet okusa da Gülru sesini çıkarmaz, sabreder. Seyirciler olarak Gülru’ya baktığımızda karalar bağlamıyoruzdur çünkü tüm bu zorluklar ve emek onu Gülfem’in tahtına oturtacaktır ve Ömer’i de gerçekten sevecek olan o olacaktır. Bu, gün içerisinde bin bir türlü saçmalıklarla boğuşan bize umut vermektedir. Bir gün hepimiz başaracağız ve sabredersek, güçlüklerle baş edip isyan etmezsek istediğimize ulaşabiliriz anlayışının yansımadır Gülru ve başına gelen dramlar.

İyiler hep kazanır

Uzun lafın kısası sınıfsal farklara göre yaşanan bu iki farklı dram türü pek çok insanda sınıfsal farkların yarattığı dünyalara karşı bir ön yargı oluştururken, kendi sınıfsal konumumuz ve sorunlarımıza dair de bir umut yaratır; çünkü günün sonunda, Yeşilçam filmlerinin sonunda, dizilerin sonunda biliriz ki iyiler hep kazanır. Yoksa insan düşünmeden edemiyor; yorgun argın dinlenmek ve vakit geçirmek için televizyonun karşısına geçen insanlar bu kadar ağır dramların olduğu dizilere nasıl katlanabiliyor? Yapısal sebepler dışında –dizilerin süresinin 90 dakika olması gibi- bir insanın başına belki 5 yılda gelebilecek olayların bir bölümde tek bir karakterin başına gelmesini izlettiren ne olabilir? Çünkü klişe tabiri ile “hepimiz Gülru’yuz!” ve biliyoruz ki güllerin savaşında kazanan taraf o olacak çünkü hiçbir emek vermeden babasının zenginliği ile kendi hayatını kuran Gülfem’e karşı, Gülfem’in sebep olduğu zorluklara rağmen, kendi tırnakları ile bir yere gelmeye çalışan ve emek nedir, aile nedir, sevgi nedir bilen Gülru en sonunda mutlu sonu hak edecek ve belki de Gülfem’e doğru yolu gösterip onun iyi bir insan olmasına yardımcı olacaktır.

Kategoriler

Güncel Yaşam