Bu kadar yürekten çağırma beni

Karin Karakaşlı'nın dün (4 Mart Pazartesi) Radikal'de yazısı; 'yayınlanan 20 yıl sonra kitlesel olarak bir anma gerçekleşecekse ve ilk slogan 'Ermeni yalanına sessiz kalma' ise, orada zaten esas niyet kendini ele verir. Yalan 1915'tir, hedef Ermenilerdir.'

 

Allah biliyor ya, çok severim o şarkıyı. Tatlı tatlı mırıldanır, sevgiline takılırsın. “Bu kadar yürekten çağırma beni/ Bir gece ansızın gelebilirim/ Beni bekliyorsan uyumamışsan/ Sevinçten kapında ölebilirim/ Bir gece ansızın gelebilirim…”

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şiirine Rüştü Şardağ’ın bestesi kim bilir kaç kuşağı anı sahibi etti. Yazık ki şimdi şarkıyı değil, tek satıra yüklenmiş o buz gibi tehdit sloganını anıyoruz en çok. Beni zamanda geri ışınlar o slogan. Agos’un önünde ve Hrant Dink’in şahsını doğrudan hedef alan o gösteriye geri giderim. “Bir gece ansızın gelebiliriz” dendi mi sadece buz keserim.

“Belki de hayata yeni başlarım/ İçimde küllenen kor alevlenir…” diye devam eder şarkı. Hayata yeni başlamak, bu ülkede neredeyse gündelik bir pratiktir. Bir acıyı anmak için çıkılan yolda bile, bir diğerinin soluğunu kesmek üzerinden konursa hayat düzeni, ne köz kalır insanın içinde ne de kor.

Hocalı’yı niye anmayalım? Kim çoluk çocuk sivil katledilmişliklere arka çıkabilir ve kendine insanım diyebilir? Hangi vicdan ölüleri dini, dili, ırkı üzerinden ayırabilir? Ama 20 yıl sonra kitlesel olarak bir anma gerçekleşecekse ve onun ilk sloganı “Ermeni yalanına sessiz kalma” ise, orada zaten esas niyet kendini ele verir. Yalan 1915’tir, hedef Ermenilerdir.

Sloganlar da bir pazar günüyle o meydanı kan ve nefretin merkezi kılıverir. “Kuzey güney bir olsun, Ermenistan yok olsun” dendiğinde zaten sınırı yıllardır kapalı bu komşu ülke daha da öcüleşti. Oysa coğrafi ve tarihi olarak Anadolu’nun devamı olan bu topraklarda, uzaylı canavarlar değil, ataları Anadolulu insanlar yaşıyor. Onların yüklüce bir kısmı da yine memleketimizde çalışıyor. “Dişe diş, kana kan, intikam intikam” derken hedef kim? “Bozkurtlar burada, Hrantlar nerede?” diye sorulurken son 19 Ocak anma törenindeki binlerce insana, yani kendi kendimize mi saldıracağız? Ve “Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz” dendiğinde, buradan Allah rızası için hangi acının ortaklığında buluşacağız?

Kan var mı kan?

Devletin İçişleri Bakanı bu sloganlar ve pankartlar eşliğinde her iki sözcüğünden biri kan olan bir konuşma yapıyor. “20 yıl önce bugün kan içiciler, katiller, acımasızlar ve merhametsizler, yüreksizler, korkaklar Hocalı’da 613 insanın kanını içti. Bu kan o günden bu yana yerde kalmadı ve yerde kalmayacak. Türk milleti yaşadıkça, o kanın hesabı yapılacaktır” sözleri mi su serpecek yüreklere? Buradan mı kurulacak insani ilişki? Hoş Ermeni bu bağlamda insan mıdır, yoksa zaten kökten bir cani mi? Hem de nasıl bir caniyse, bir de utanmadan sıkılmadan mağdur rolüne bürünüp bir yüzyıldır aynı kıyımı terennüm etmektedir.

Ve derken etnik olarak Ermeni olmayan birileri çıkar “Hepimiz Ermeniyiz” der. Sahi, “Bu acıda biriz, ayrımız gayrımız yok” düsturuyla söylenen “Hepimiz Ermeniyiz” sloganı neden bu kadar kana dokunuyor hiç düşündünüz mü? Aslen Türk bir insanın Ermeniyim demesi, estağfurullah ve haşa imkânsız olabileceği için mi? Sonra bir Pazartesi olduğunda “Hepimiz Ermeniyiz” diyen koca yürekli bütün yurdum insanları da her gün zaten Ermeni olan Ermeniler de işlerine güçlerine başlıyor. Kepenkler açılıyor, çocuklar okula yollanıyor. Peki bir acı nasıl olur da yaşayan birini canı için tedirgin eder? Acı nasıl nefrete bilenir, kimi kanattığında diner?

Başbakan, mitingdeki İçişleri Bakanı’nı da, bir vakit karşısında bizzat mücadele ettiği milliyetçi-ulusalcı söylemi de sahiplenerek “İstanbul’daki mitingde marjinal ve münferit birkaç pankartın olması Hocalı katliamına dair acımızı ve dayanışmamızı gölgelemeye yetmez” dediğinde, bir fırsat daha tepildi.

Oysa aynı gün TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AKP’li Ayhan Sefer Üstün, mitingdeki ayrımcı, ırkçı söylemlere karşı savcıları mevcut kanunları uygulamaya davet etmişti. Nefret, sözden eyleme kolayca sıçrayıveren bir canavar. Onca suikastle, faili meçhulle sınanmışız. Her bir katliam bir sonrakini meşru kılmış. Yakın tarihin bu ibretlik resmi karşısında, sorumluluk almazsak geleceği nasıl daha farklı tesis etme şansımız olacak? Ve bu hayat dersimizi almamız üzere bize daha kaç fırsat sunacak?

Hrant Dink cinayeti devletin son sınavı… Doğrudan emirle, tatbikle ya da sessiz kalarak, göz yumarak, “ağır kusur”la bu cinayete dahlolanlar, ortak olanlar her kademesi ile temizlenmedikçe bize demokrasi falan yok. Gerisi kandırmaca olur. Demokrasi de öyle koca ve soyut bir sözcük değil, iç huzuru ile eşdeğer. O derin nefesi birlikte alabildiğimizde belki o tehdit sloganını da gerisin geri şarkıya dönüştürürüz. Sokak aralarında mutlulukla söylediğimiz bir şarkı olur birlikte. En büyük derdimiz aşk olur. Söyleşiriz muhabbetle: “Kal dersen dağlarca severim seni /Bir deniz olurum ayaklarında/Aşk bu özleyiş bu hiç belli olmaz/Kalbim duruverir dudaklarında/Bir gece ansızın gelebilirim…”

 

 

Kategoriler

Genel