Olimpos Gazozları ve Bazlamacı Apartmanı eşliğinde 6-7 Eylül’ün hikâyesi

Bir dönemin en meşhur gazozu, 'Olimpos Gazozları'nın hikâyesini araştırırken 6-7 Eylül Olayları’nın yıkıcı yüzü bir kez daha ortaya çıktı. Hikâyeyi, Grigoris Bazlamacı ile Gülsün Karamustafa’dan dinlerken 1955 yılının, Sirkeci’sine, oradan Cihangir’deki Bazlamacı Apartmanı’na Atina’ya ve bugünün İstanbul’una doğru çok duraklı bir yolculuğa çıktık.

Girgoris Bazlamacı, annesiyle

EZGİ BERK
ezgiberk@yandex.com

Üzerinde yaşadığımız topraklar zorlu bir coğrafya. Yaşanan tüm acıların üstüne kocaman bir unutma duvarı örülmüş sanki.  Neyin altını eşelesek, bizi hayrete, dehşete düşüren eski acılar çıkıyor. Bir dost sohbetinde geçen “Eskiden Olimpos Gazozu vardı. Sonra yok oldu” cümlesinin peşinden gidip bir dönemin en meşhur gazozunun hikâyesini araştırırken 6-7 Eylül Olayları’nın yıkıcı yüzü bir kez daha ortaya çıktı.

Grigoris Bazlamacı, Olimpos Gazoz Fabrikası sahibi Nikoli Bazlamacı’nın oğlu. Çocukluğunda büyük yer kaplayan bu fabrikayı da Bazlamacı sülalesinin topluca oturdukları ve kendi isimleri ile anılan tarihi apartmanı da kaybetmiş. 6-7 Eylül Pogromu sonrası aile gerek fabrikanın gördüğü hasar gerekse artan tehditler üzerine Yunanistan’a göç etmek zorunda kalmış. Yıllar sonra eşiyle ziyaret ettiği İstanbul’da eski evinin kapısında dairenin yeni sahibi ressam Gülsün Karamustafa ile karşılaşması ise bu acı dolu hikâyenin yegâne tesellisi. Birbirinin ruhunu okuyan bu insanlar arasında gelişen dostluk, resmi tarihin kirli oyunlarına inat nelerin başarılabileceğinin de bir göstergesi.

Hikâyeyi, iki kahramanından Grigoris Bazlamacı ile Gülsün Karamustafa’dan dinledik. Onlarla birlikte 1955 yılının, Sirkeci’sine, oradan Cihangir’deki Bazlamacı Apartmanı’na Atina’ya ve bugünün İstanbul’una doğru çok duraklı bir yolculuğa çıktık.

            “Ne Harman sigarası kaldı geriye

            Ne Olimpos gazozu

            Ne Sadri Alışık”

                        İbrahim Sadri, Kuş Hatıraları

Grigoris Bazlamacı: ‘Annem babam geri dönmek istemezlerdi çünkü kendi memleketlerinden kovalanmış hissetmek istemezlerdi’

  • Bazlamacı Apartmanı’nı inşa etmeden önce aileniz nerede yaşıyordu?

Ailemin kökenleri Kapadokya’nın Derinkuyu bölgesinden. Rumca’da Malakopi denir oraya. Babam, Nikoli Vaslamatzis (Bazlamacı) 1911’de Samatya’da doğup büyümüş. Annem İfigeniya Vaslamatzis ise 1916’da Kadıköy’de doğmuş. İkisi de Kapadokya’dan gelen Türk vatandaşıydı.

  • Bazlamacı Apartmanı ne zaman inşa edildi? Siz orada mı doğdunuz?

Büyükbabam Grigori, Bazlamacı Apartmanı’nı 1932’de yapmış. Ben 1950’de bu apartmanda doğdum, kız kardeşim ise 1941’de doğmuş. Bazlamacı Apartmanı, Cihangir’in ilk inşa edilen apartmanlarından biriydi. 1940 yılında annem ve babam evlendiği sırada orada oturuyorlarmış.

  • Peki, Olimpos Fabrikası ne zaman kuruldu?

Ben doğduğumda babamın Olimpos Fabrikası vardı, tesisleri de Sirkeci’de bulunuyordu, fabrikada ilk olarak Olimpos Gazosu üretildi.

  • O dönem İstanbul’una dair neler hatırlıyorsunuz?

Yaz tatillerimden çok anım var. Tatillerimizi Moda veya Büyükada’da geçirirdik. Ada’da yaz boyunca ev tutardık. Babam hafta sonları İstanbul’dan gelirdi. Çok güzel anlar yaşamıştım orada; Ada’da eşekle tur atardık, denize girerdik. Bir kez tatildeyken arı beni ısırdı, oradaki tatilimin en acı anısı düşünün bu arının ısırığıydı. Büyükada’da tatil yapmak çocukluğumun en mutlu dönemi olarak aklımda kalmıştır.

  • 6-7 Eylül Olayları sırasında ailenizin yaşadıklarını hatırlıyor musunuz? Bu sırada Olimpos Gazozu fabrikasına ne oldu?

5 Eylül’de apartmanın kapıcısı Mehmet Efendi, olaylar çıkar diye bizi dışarı çıkmamamız konusunda uyarmıştı.
Nitekim dediği gibi de oldu. Ebeveynlerimin endişesini çok net hatırlıyorum. Özellikle annem paniğe kapıldı, beni ve kız kardeşimi gece boyu küçük odaya kilitlemişti. Olimpos Fabrikası  o geceki saldırılarda büyük hasar gördü; özellikle üretimde kullandığımız hassas malzemeler, cam şişeler gibi, kırıldı. Ardından da babam bir sürü tehdit ve zulüm altında kaldı. 6-7 Eylül Olayları’nı çocuk olarak büyüklerin gözleriyle ve hisleriyle görmüştüm. 1957’de ise İstanbul’dan gitmeye zorlandık, Ekim ayında Yunanistan’a gidip Atina’ya yerleştik. Kız kardeşim okula kayıt olmak için bizden bir yıl önce gelmişti. Kız kardeşimin erken gitmesinin nedeni de 6-7 Eylül Olayları’ydı.

Bazlamacı Apartmanı
  • Siz Atina’ya gittikten sonra Sirkeci’deki fabrikaya ve Bazlamacı Apartmanı’na ne oldu?

Biz gittikten sonra, fabrikanın işlerini babamın ortağı devraldı. Daha sonra, fabrikanın başkasına satıldığını ve 1980’lere dek faaliyetini sürdürdüğünü duydum. Bazlamacı Apartmanı ise kademeli olarak satıldı. 1980’lere kadar babamın kardeşi, Olimpia Dimitriadu, orada yaşadı.

  • Yunanistan’a taşındığınızda nereye yerleştiniz ve nasıl bir hayata başladınız? Neler değişti?

Atina’ya alışmak hem benim için hem de ailem için zordu. Okulda sıkıntı çektim, çocuklar farklı oyunlar oynarken beni dâhil etmezlerdi; bazen ‘İstanbullu Rum’ şivem ve konuşma şeklim yüzünden benimle alay ederlerdi. Annem ve babam İstanbul’dan ayrıldıkları için çok üzgündüler. Bu durum bizi de etkiledi. Öte yandan, bir sürü akrabamız aynı şekilde gitmek zorunda kaldığı ya da gitmeye zorlandığı, sınır dışı edildiği için Atina’ya geldi. Bu gelişme sosyal hayatımızın normalleşmesine çok yardımcı oldu. Babam Fransız firmalarında ticari temsilci oldu. Ben okula gidip Atina Üniversitesi’nin Tıp Fakültesi’ni kazandım. Şimdi Atina Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde profesörüm. İki çocuğum var. Kız kardeşim Selanik’te yaşıyor. Artık İstanbul’da akrabamız kalmadı, sadece bir kuzenim var, kendisi Zoğrafyon Okulu’nda öğretmendir. İstanbul’da kimsesiz kalmadım, iyi arkadaşlarım var, onların arasında Gülsün ve Sadık da var artık. 

  • Aileniz Cihangir’deki yaşantınız hakkında konuşur muydu?

Annem ve babam komşuların birbirine yardım ettiği ve aralarındaki ilişkilerin çok iyi olduğunu anlatırdı hep; ama geri dönmek istemezlerdi; çünkü kendi memleketlerinden kovalanmış gibi hissetmek istemezlerdi.

  • İstanbul’a yıllar sonra geldiğinizde ne hissettiniz? Nasıl bulmayı umuyordunuz Bazlamacı Apartmanı’nı ve İstanbul’u?

İstanbul’a doğru yaptığımız yolculuk boyu çok stresliydim. Taksim’e çıkar çıkmaz üzüntüye kapıldım; ama gittikçe kendimi daha şehre yakın hissettim. O ilk İstanbul ziyaretinde Gülsün ve Sadık Karamustafa ile tanışmak bu yolculuğun en önemli ve en mutlu anıydı. Bu muazzam çiftle buluşmak büyüleyiciydi. Apartmanın dış kapısında Gülsün’ü gördüm, bir an göz göze geldik, bu apartmanın benim için ne kadar önemli olduğunu hemen anlamış gibi baktı bana. Sanki kayıp akrabalarımla buluşmuşum gibi hissettim...

  • Peki, gördükleriniz hayal ettiklerinizle örtüşüyor muydu?

Cihangir’deki gündelik yaşantımı, apartmanı hatırlıyorum. 2000’de, 43 sene sonra İstanbul’a geldiğimde baka baka, sormadan, harita kullanmadan, fabrikaya gitmiştim, orayı çok iyi hatırlıyordum. Ne yazık ki daha sonra bina yıkıldı. İstanbul çok güzel bir şehir. Özellikle Doğu-Batı kombinasyonu eşsiz bir güzellik katıyor. Nereye gitsem, İstanbul’un güzelliğini bulamıyorum. Ve İstanbul’daki anılarımı bir söyleşiye sığdıramıyorum.

Gülsün Karamustafa. Fotoğraf: BERGE ARABIAN 

Gülsün Karamustafa:  ‘Bu binaya bakan alelade bakışlar değildi’

  • Bu apartmana taşındığınızda hikâyesini biliyor muydunuz?

Evet biliyordum. Daha doğrusu bilinçli bir İstanbullu olarak bütün bu süreçleri, çocukluğumuzdan beri yaşadığımız bütün hikâyeleri bilen biriydim. Bilerek geldik bu semte. Taşındığımızda 1991 yılıydı. Bu mahalleye gelince gördük ki mahallenin geçmişini bilen birçok kişi vardı. Manavımız Bay Niko, bakkalımız Bay Yavuz, hepsi bu göçleri yaşamıştı; mahallenin içindekiler bu göçleri yaşamış kişilerdi. Cihangir aslında bir kısmını kaybetmiş ama bir kısmı da hâlâ şehrin içinde var olan bir mahalleydi. Bu mahalle kendi hikâyesini çok iyi biliyordu.

  • Bazlamacı ailesiyle nasıl tanıştınız?

Aileyle tanışmam bir gün, 2000 senesinde kapının önünde bir çifti görmemle başladı. Bu çift, biraz tedirgin bir halde binaya bakıyordu. Ben de elimde paketlerle çarşıdan dönüyordum. Birden bire hissettim, bu bakış değişik bir bakış. Ta ensemde hissettim bakışları; çünkü bu binaya bakan alelade bakışlar değildi. Her zaman bu binalara gelip bakarlar. Mesela yandaki bina boştur, gelir herkes “Ay bu bina boş mu? Ben satın almak istiyorum. Sahibi kim?” diye sorar. Bu çift binaya başka türlü bakıyordu. Bunu böyle sırtımdan hissettim ve bir yandan  kapıyı açmaya çalışırken onlara dönüp “Yardımcı olabilir miyim?” diye sordum. O zaman Bayan Bazlamacı, “Benim eşim burada yaşıyordu, burada doğmuş. Biz buraya ziyarete geldik, bu apartmanı görmek istedik” dedi.  Aslında bu, bütün İstanbul’da yaşamış olup da şehri terk etmek zorunda kalanların hikâyesidir. Hepsi apartmanlarını, yaşadıkları evi görmek isterler. Bayan Bazlamacı eşinin buraya gelmekten ne kadar ürktüğünü, bu mekânı, evi çökmüş, bakımsız görmekten korktuğunu söyledi. Fakat bekledikleri manzarayla karşılaşmadıkları için çok şaşırdıklarını, karşılarında çok bakımlı bir apartman bulduklarını söylediler. Bunlar kapı önünde konuşulacak şeyler değildi. Onları içeri davet ettim. Bir şarap açtık, oturduk konuşmaya başladık. Burada doğmuş olan Bay Bazlamacı’nın izlenimleri beni çok etkiledi. Onun içiwn en önemlisi bizim burada hiçbir koşulda, hiçbir şeyi değiştirmeme özenini göstermiş olmamızdı. Çünkü apartmanın değişik katlarında yaşayanlar, kendilerine göre düzenlemeler yaptı. Duvarları kaldırıp odaları açtılar, daha geniş mekânlar oluşturdular. Fakat biz hiçbir şeye kıyamamıştık. Yani en ufak bir mandalı dahi korumak yönünde karar almıştık. Bu doğrultuda pencerenin kulplarına kadar tanıdı Bay Bazlamacı.

  • Evin içini hatırladı mı Bay Bazlamacı?

7 yaşında terk etmiş burayı. 7 yaşındaki insanın çok ciddi bir belleği var tabi. Hatırladığı şeyler var. Odasını hatırladı, tabii bu kat değil, söz konusu olan kat daha yukarıdaki katlar. Bana bu evle ilgili kendi anılarını anlattı. 1957’de İstanbul’u terk etmişler ve Atina’ya gitmişler. Tabii bu 1955’teki 6-7 Eylül Olayları’nın şiddetli sarsıntısından sonra gerçekleşen bir şey. Onlar da Olimpos gazozlarının fabrikatörü. Büyükbaba Grigoris Bazlamacı bütün apartmanı kendi ailesi için yapmış. Kendi ailesi en üst katta, annesi, babası, oğlu, kızı, kardeşleri, hepsi bir apartmanda oturuyorlar. Bir tek bu giriş katı galiba İtalyanlara kiradaymış o dönemlerde. Onun dışında ailenin paylaştığı bir apartman olarak kullanıyorlarmış.

  • Bu karşılaşma ve dostluk proje fikrini mi doğurdu?

Hikâyeyi onlardan öğrendim ama öğrendiğimde herhangi bir şekilde bunun üzerine proje yapmak düşüncesi yoktu aklımda. Fakat son derece etkileyici bir hikâyeydi benim için. Böyle bir paylaşım bizim aramızdaki dostluğu pekiştirdi ve biz o günden sonra hep görüştük. Ne zaman ben Atina’ya gitsem onları aradım, onlar buraya gelse kendi evlerinde buluştuk yine. Hatta kızlarını yani Bay Grigoris’in torununu dahi evde ağırlayabilme şansım oldu; dolayısıyla bu karşılaşma zamanla çok güzel bir dostluğa dönüştü.

‘Rum ve Ermeni azınlıkların göç hikayesi ile tam bir İstanbul işi çıktı ortaya’

  • Bazlamacı Apartmanı’nı temsili olarak da olsa iade ettiğiniz proje nasıl gelişti?

Aslında Atina Müzesi’yle, müzenin başküratörü ve müdürü olan Anna Kafetsi’yle daha önceden beraber çalıştığımız projelerimiz vardı. Onun yaptığı sergilerde çalışmıştım. Bunlar dolayısıyla güzel bir tanışıklık ve ilişki sürüyordu. 2010 senesinde bana “Müze için bir proje gerçekleştirir misin? Bir fonumuz var ve bu fonu bu yıl senin için, seninle beraber kullanmak istiyoruz” dediler. Tam da bunu dedikleri zaman ben aslında şöyle bir şey hissettim: Bu proje benim kafamda aslında başından beri varmış. Yani hep bu evle ilgili bir şey yapmak istemişim ama ne olduğunu bilemediğim için bir uyaranın, bir talebin gelmesini bekliyormuşum belki de. Bu sebeple de proje çok kolaylıkla çıktı. Daha önceden de uğraşmakta olduğum mübadele, zorunlu göç ile ilgili başka işlerim vardı. Bu proje de belki o serinin önemli işlerinden biri olarak sıralamaya katıldı. İşi burada yaptık; maketi burada gerçekleştirdik. Bu da işin bir parçasıydı; çünkü maketin buradan, arkada bırakılmış bir mülkün, bir mekânın daha sonra buradan oraya gönderilmesi önemliydi. Bu transfer işlemi de projenin bir parçasıydı. Burada maket için bir şirketle birlikte çalıştım. Onlar da Ermeni’ydi. Ve onlar da zorunlu göç hikâyesini çok iyi tanıdıkları için bana yapabilecekleri şeyin fevkaladesini yaptılar. Tam bir İstanbul işi çıktı ortaya. Bir göç hikâyesini anlatırken azınlık meselesinin iki ucu bir taraftan benim yardımıma koştu ve projenin oluşmasını sağladı. Sonuç olarak biz İstanbul’dan Atina’ya maketin transferini yaptık. Maket, olması gerektiği gibi Atina’da sergilendi.

  • Atina’da sergiyi görenlerin tepkileri nasıl oldu?

Benim duyduğum en ilginç yorumlardan birisi Atinalı bir kişinin bu sergiyi gördükten sonra “Türkiye’den maket dahi olsa bir mülkün sembolik olarak bize iade edilebileceğine inanmazdım” demesi, bunu Atina’daki gazeteler yazdı. Proje, böyle çıktı ortaya. Çok büyük ve geniş bir hikâyenin çok inceltilmiş ve küçük bir vurgusu var. Belki de etkisi bu yüzden çok fazla oluyor.

  • Peki ya Bazlamacı ailesinin tepkisi nasıldı?

Kendi odalarını gösterdiler maket üzerinde. Oradaki İstanbul’dan göçmüş kitle, bununla yüzleşen Yunanlıların tepkileri de çok önemliydi. Sergi süresince çok etkileyici ve çok duygusal anlar yaşandı.