Bir Levanten’in gözüyle Pera

‘Pera Beyoğlu ve Anılar’ size bir taraftan eski Beyoğlu’nu gezdirirken, arka planda çalkantılı siyasi tarihin çığlıklarını duymanızı sağlıyor. Adeta bir zaman makinesi görevi üstlenen kitap, hayatımızda neşeli, bir o kadar da hüzünlü yerini almayı başarıyor.

RAFİ ATAM 

Ah Barbara

Yağmur yağıyor Brest’te durmadan

Eskiden nasıl yağıyorsa öyle

Ama artık bildiğin gibi değil bura yok oldu her şey

Yıkık bitik bir yas yağmuru şimdi yağan

Evet her şey yıkılmış! Pera Caddesi’nde de!

En son ne zaman, canınız uzun ve keyifli bir yürüyüş yapmak istediğinde ilk tercihiniz İstiklal Caddesi’ne çıkmak oldu? Kendi kuşağım için konuşacak olursam, çok değil bundan on yıl öncesine kadar, arkadaşlarımızla buluşmalarımızı çoğu zaman bu caddede ayarlamaya çalışır, zamanımızı burada geçirmek için can atardık. Üstelik bütün bunları, büyüklerimiz tarafından her fırsatta dile getirilen “Eskiden Beyoğlu’na kravatsız çıkılmazdı!” serzenişlerinin gölgesinde yapardık. Her ne kadar yaşımız itibariyle caddeye kravatsız çıkılmayan o günleri görememiş olsak da sanırım gelecek kuşaklara “Eskiden Beyoğlu’nda yol boyunca ağaçlar, birbirinden güzel kitapevleri vardı; İstiklal Caddesi asfaltla daha tanışmamıştı!” diyerek tarihteki yerimizi biz de alacağız.

İlk sayfalardan hissedilen

‘Pera Beyoğlu ve Anılar’ kitabının yazarı Fortunato Maresia, Beyoğlu’nun en ihtişamlı günlerini bizzat yaşamış, 1938 İstanbul doğumlu İtalyan-Fransız karışımı Levanten bir ailenin oğlu. Eski Beyoğlu’nu anlatırken öyle güçlü ve detaylı bir hafıza kullanmış ki karşınıza sadece geçmişi efkârla anan bir yazar değil, bir İstanbul ve Beyoğlu aşığı çıkacağını söylemek abartı olmaz. Caddenin neredeyse her köşesine dair bir hatırası var Maresia’nın. Öyle ki okur, Pera’nın bugünkü halini geçmişle kıyaslayan yazarın çoğu zaman büyük bir öfke ve hüsrana kapıldığını daha ilk sayfalardan itibaren hissedecek.

Narmanlı Han’ın avlusunda üç tekerlekli bisikletle gezen kısa pantolonlu bir çocuk olduğu günlerden tutun da mahallesinin okulları Ste. Pulchérie ve Saint Benoit’daki öğrencilik yıllarına, 1960’larda şehrin en nadide lokantalarından Degustasyon’da arkadaşlarıyla düzenledikleri bira gecelerinden, hem eşinin hem kızının gelinlik giyip çıktığı meşhur Glavani Apartmanı’na kadar o yıllara ait anılarını anlattıkça kendini hafiflemiş hissettiğini, Pera’ya olan vefa borcunu ödemenin rahatlığını yaşadığını söylüyor yazar. Maresia bugün canını en çok yakan şeyi ise şu sözlerle ifade ediyor:

“Babam kışları ‘republique’ (cumhuriyet) denilen bir hasır şapka takardı. İstiklal Caddesi’nde yürüdüğümüz zaman rastladığı arkadaşlarını selamlamak için devamlı elini şapkasına götürüp onu hafifçe kaldırırdı. Ben ise Taksim’e vardım ve kimseyi selamlamadım! Kendi şehrimde bir yabancı oldum.”

Kentin hafızasını oluşturan unsurlar kayboldukça o kentin insanlarının birbirlerine yabancılaştığı gerçeği Maresia’nın bu sözlerinden daha iyi anlatılamazdı sanırım. Ne acıdır ki bugün Beyoğlu’nun yüzlerce yıllık tarihi binaları, fazladan birkaç odayı daha kiraya verme derdine düşenler tarafından tepesine sonradan kondurulmuş eğreti (ve kaçak!) katlarla dolu; Beyoğlu’nun kendine özgü sokakları ve caddeyse yemekçilerden ve giyim mağazalarından geçilmiyor. Son dönemde İstanbul’un her tarafını işgal eden, şehrin son yeşil alanlarına bile göz dikmiş  sermaye ve beton imparatorluğu her geçen gün nefes alışımızı biraz daha zorlaştırmak için delice bir çaba içinde. Bu talandan payını alan Taksim Meydanı ise Gezi direnişini içine sindirememiş, ondan hırsını alamayan devlet erkinin sözüm ona halka kestiği bir ceza gibi bomboş, kaderine terk edilmiş bir beton çölünü andırıyor maalesef.

Pera’nın siyasi tarihi

Maresia’nın Beyoğlu anıları sadece güzelliklere ve ihtişam içinde geçen günlere tanıklık etmiyor şüphesiz. Türk siyasi tarihinin en çalkantılı yıllarını kapsayan zorlu dönemleri bir bir yaşayıp hatıralarının arasına katan yazarın, üzerinde en çok etki bırakan olay ise geçtiğimiz günlerde 59. yılını dolduran 6 - 7 Eylül olmuş. Yazar 1955’de yaşanan o feci günlerin azınlıklar arasında büyük  bir göç dalgası başlattığını, o günden sonra Pera’da hiçbir şeyin bir daha eskisi gibi olmadığını söylüyor. Maresia bu olayları Atatürk’ün evine bomba koyulduğu söylentisini yayan Trakyalı Türk bir öğrencinin başlattığını, Yunanistan’dan kaçan o öğrencinin daha sonra Türk bürokrasisinde hızla yükselip Nevşehir valiliğine kadar uzanarak devlet tarafından ödüllendirildiğini anlatırken, bense –ne ilginçtir ki- onlarca yıl önce yaşanan bu olayların bugün bizim için de ne kadar tanıdık olduğunu düşünüyorum.

‘Pera Beyoğlu ve Anılar’ size bir taraftan eski Beyoğlu’nu gezdirirken, arka planda çalkantılı siyasi tarihin çığlıklarını duymanızı sağlıyor. Adeta bir zaman makinesi görevi üstlenen kitap, hayatımızda neşeli, bir o kadar da hüzünlü yerini almayı başarıyor.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ