Gündem meşrulaştırma aracı olarak televizyon: Penguenlerden kobralara

Reaksiyon dizisinin, 200 küsur bölümdür devam eden Kurtlar Vadisi'nin senaristleri tarafından yazılıyor olması dizi başlamadan önce herkesin kafasını kurcalıyordu. Acaba Reaksiyon, entel bir Kurtlar Vadisi mi olacak diye? Bence tam da böyle olmuş durumda.

ESRA GEDİK

Nachbar ve Lause popüler kültürü okyanustaki suya, bizleri de suyun içinde yüzen balıklara benzetmektedir. Balıklar suyun içinde bulunduklarının, çevrelerinin tamamen suyla çevrili olduğunun ve hatta bu suyun dışında da başka ortamlar olabileceğinin, nasıl bilincinde değillerse, insan da popüler kültür içinde yaşar fakat suya her zaman çözümleyici biçimde bakamayabilirler (Kurtunç). Medya ve televizyon kişinin ve toplumun temel eğilimlerini ve dünyaya bakış açısını oluşturur. Birey ve toplum genelde bu eğilimleri sorgulamaz. Bu nedenle bu alan her kültürde olduğu gibi, ideolojik tınılarla dolu bir alandır. Çünkü televizyon toplumsal pratikleri ve toplumsal olanı kolayca meşrulaştırma nedeniyle politik bir silaha dönüşebilir.

Televizyon politik ve ideolojik kullanım için eşsiz bir araçtır; bu nedenle televizyonda yayınlanan programların ne anlattığı, neyi nasıl anlattığı önem kazanmaktadır. Örneğin Hilmi Maktav’ın (2006) yazısında da belirttiği gibi hiç kimse bugün Kara Murat’ı izlerken, Kazıklı Voyvoda’nın zulümleri karşısında ne yapacağını düşünüp heyecanlanmıyor belki, ama en koyusundan milliyetçi ideolojiler “tarihsel fanteziler” olarak yeniden hayatımızın içinde; birer kült film olarak sevimli hale getiriliyorlar.

Bir toplumun söylenceleri, kahramanları, törenleri, kutsal bildikleri, gülünç buldukları, yücelttikleri, yere batırdıkları, kısacası o toplumu oluşturan inanç ve değer sistemlerinin tümü, popüler kültür öğelerine yansır. Bu nedenle popüler kültür incelemeleri toplumsal dokunun çözümlenmesinde kullanılır.

Türkiye gündelik yaşamda kitle iletişim araçları politik söylemi de yaymaya başlamışlardır. Özellikle kitle iletişim araçları, toplumda kültürel dönüşümlerin yaşanmasında ve popüler kültürün yaratılması ve yaygınlaşmasında önemli işlevlere sahiptir. Medya, kültürü çeşitli yönleriyle yeniden kurgular, değiştirerek ve şekillendirerek kullanır. Bu kültür birtakım “iyi” (Türkiye’den örnek verecek olursak milli ve manevi değerlerin tanımını yapan, bu değerleri olumlayan ve pekiştiren ürünler) davranış ve değerleri toplumun zihnine zerk etmek içinde kullanılabilir.

Bu anlamda bu hafta ilk bölümü yayınlanan Reaksiyon dizisi bize ne anlattı? İlk bölümün günahı olmaz tabi ki ancak ilk bölümde bir kargaşa içerisinde bize gösterilen size de  Türkiye gündemini aklama gibi gelmedi mi? Pek tabi Türkiye’de yaşanılanlar bir dizinin konusu bu olabilir ancak eleştirel bir dille anlatılabilir mi? Dizinin ilk bölümünün bende bıraktığı izlenim anlatılamayacağı oldu.

Dizi paraleller, paralellerin içerisindeki ekipler, savcılar, MİT, ordu ve polis ilişkileri ile uzun süredir politik gündemimizi dolduran ne varsa önümüze serdi. Her fırsatta balkonlarda ve alanlarda bize söylenen bir söylemden yola çıkıyor dizi: Türkiye için düğmeye basıldı (17 Aralık ve 25 Aralık süreçlerini hatırlarsak). Bu noktadan sonra, devlet içerisindeki devlet adamları, “dayı, gözlerinden öpmek” gibi kullanımları ile şimdi net bir şekilde çizemeyeceğimiz ama “cemaat”i anımsatan bir gruba karşılık devletin koruyucuları konumunda “beyefendi”ye saygı duyan MİT, ordu ve polis kurumlarının çatışmasına şahit olduk.

“Herkes düşmanını tanıyacak” sloganı ile yola çıkması da ilk bölümden sonra daha anlamlı geldi. Dizi her daim pompalanan dış mihraklar (İsrail, ABD), paralel devletçiler (cemaat), iç mihraklar (hukuk insanları savcılar, polisler) ve Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur (dizideki NATO subayı ile konuşma gibi) söylemlerini bol para harcanmış bol aksiyonlu sahneleri ile önümüze yeniden sürdü. Tabi ki bunu yaparken bütün kötülüklerin başı İsrail’dir vurgusunu unutmadı ve Davos’ta ‘one minute’ çıkışı ile içimize su serpilmesinden sonra, dizide “şehit”lerimizin de öcü alınarak akşam kafamızı yastığa rahat koymamızı sağladı.

Amirim ne yaptın?

Dizinin sosyal medyada yarattığı hayal kırıklığı ise Behzat Ç. karakteri ile anti-kahraman ilan edilen ve “amirim” diye anılmaya başlanan Erdal Beşikçioğlu’nun canlandırdığı karakter oldu. Tabi ki oyuncular tek bir karakterle anılmamalı ve bu karakterin özelliklerini oyuncuya yapıştırmak doğru değil. Erdal Beşikçioğlu ‘amirim’den önce de birbirinden farklı karakterlere can vermişti. Ancak Gezi olayları sırasında takındığı tavırdan sonra dizinin yukarıda da bahsettiğim algısı nedeni ile sanırım ilk bölümden sonra en çok verilen tepki “amirim ne yaptın?” oldu.

Uzun süredir ama Gezi olaylarından sonra her daim hayatımızda olan polis şiddetine dair de dizinin söyledikleri “dövüyorsa bir sebebi vardır” anlayışının ekrana sunulması idi. Dahası, zaten günlük hayatımızda isyan ettiğimiz şeyi de gözler önüne serdi. Dizide polis şiddet uyguladığı yetmiyormuş gibi, Gezi olaylarından sonra ikramiye dağıtılan polislerde olduğu gibi, ne ceza aldı ne yargılandı, üstüne bir de devleti (ülkeyi değil-onu Bordo bereli askerimiz İsrail ajanını tek başına öldürürken yaptı) kurtarmak misyonu verilerek terfi ettirildi.

Ya kadınlar? Bu tarz dizilerde olduğu gibi yoklar. Ya süper kahramanlar tarafından kurtarılmaya muhtaçlar ya da süper kahramanlara “delikanlı” yoldaş olarak dizide görünüyorlar. Varlıkları ve anlamları dizideki erkek karakterler tarafından yazılıyor. İki uç kadın karakter dışında alternatif kadın karakterlerini göremeyeceğiz sanırım: ya dizideki doktor kadın gibi hayatta tutunabilmek için bir erkeğe muhtaç kadınlar yer alıyor ya da kendi ayakları üzerinde durabilmek için erkeksileşen, delikanlı kadınlar oluyor; dizideki askeri savcı kadın gibi.

Özetle, 200 küsur bölümdür devam eden Kurtlar Vadisi dizisinin senaristleri tarafından yazılıyor olması dizi başlamadan önce herkesin kafasını kurcalıyordu. Acaba Reaksiyon, entel bir Kurtlar Vadisi mi olacak diye? İlk bölümden büyük yorumlar yapmak çok doğru olmaz ama bence tam da böyle olmuş durumda. 

Kategoriler

Güncel Yaşam