‘Türkiye, bir Ortadoğu sorunu olarak Kürt meselesinde inisiyatifi kaybetti’

Kürt meselesi üzerine son dönemde yazdığı yazılar ve yaptığı yorumlarla dikkat çeken akademisyen Arzu Yılmaz'la 6-7 Ekim’deki Kobanê protestoları sonrasında yaşanan gelişmeleri ve hükümetin barış süreci konusunda takındığı son tutumu konuştuk.

FERDA BALANCAR 
ferda@agos.com.tr

Arzu Yılmaz, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde ‘Irak Kürdistanı’ndaki Kürt mültecileri’ üzerine doktora tezi yazıyor. Akademik çalışmalarına 2010-2013 arasında Irak Kürdistanı’ndaki Duhok Üniversitesi’nde devam eden Yılmaz,  Kürt sorunu üzerine son dönemde yazdığı yazılar ve yaptığı yorumlarla dikkat çekiyor. Yılmaz’ın, Birikim dergisinin son sayısında yayımlanan ‘Kürt Siyasal Hareketi: Bir Durum Muhasebesi” yazısında kullandığı iki kavram dikkatimiz çekti: Türkiyelilik refleksi ve Kürdistanî refleks. Yazısında bu iki refleks arasında yaşanan gerilime dikkat çeken Arzu Yılmaz ile, 6-7 Ekim’deki Kobanê protestoları sonrasında yaşanan gelişmeleri ve hükümetin barış süreci konusunda takındığı son tutumu konuştuk.

  • Birikim’deki makalenizde sözünü ettiğiniz ‘Türkiyelilik refleksi’ ve ‘Kürdistani refleks” kavramlarını tanımlar mısınız? Hangi noktalarda aralarında çelişki ve gerilimler var?

Birinci Dünya Savaşı sonunda çizilen ulusal sınırlar 20. yüzyılda Kürtlerin kültürel, ekonomik ve siyasal hareketliliğinin belirleyici unsuru olagelmiştir. Nihayetinde Ortadoğu’da Kürt nüfusun varlığını tanımlamada kullanılan Türkiye Kürtleri, Irak Kürtleri, İran Kürtleri, Suriye Kürtleri gibi adlandırmaları işlevsel ve geçerlidir. Sonuçta Kürtler bu ulus devletler içerisinde kültürel, ekonomik ve siyasi olarak Türkiye’de Türklerle, İran’da Farslarla, Irak ve Suriye’de Araplarla temas içindeydiler; kimlikleri de bu çerçevede biçimlendi. Aidiyetleri de bu ulus devletler içerisinde kurdukları ilişkiler sürecinde oluştu. Bu ulus devletler içerisinde oluşan kimlikler, öncelikle melez kimliklerdir. Yani Türkiye’deki Kürtler hem Kürt’tür ama hem de Türkiyeli Kürt’tür. Aynı şey İran, Irak ve Suriye için de geçerlidir. Bu, elimizde verili bir durumdur. Fakat son 30-40 yılda Kürt siyasi hareketinin kitleselleşmesiyle birlikte, bu kimliklerde bir dönüşüm yaşandı. Bu dönüşümle birlikte de Kürtlerin aidiyet sınırlarını aşan bir nitelik göstermeye başladı. Artık Kürt milleti tahayyülü sadece Türkiye’deki Kürtlerle ya da Iraklı Kürtlerle sınırlı değil. Elbette bu durumu sadece siyasi gelişmeler ekseninde okumamak gerekiyor. Teknolojik gelişmeler, ticaret gibi meseleleri hesaba katarak düşünmek gerekiyor. Sonuçta bugün Kürtlerin aidiyet duygusu dört parça Kürdistan üzerinden yeniden şekilleniyor. Benim Kürdistanî refleks diye tanımlamayı tercih ettiğim durum ise bu aidiyet üstünden gelişen yeni bir tutuma işaret ediyor.

Nedir bu tutumun ayırt edici özelliği?

Kürdistan’ın dört parçasının gündemine ve bu dört parçanın birlikte hareket etmesine dönük ihtiyacı öncelikli kılan bir algılama bu. Ayırt edici özelliği, Kürtlerin yaşadığı ulus devletlerin gündeminden farklı, dört parça Kürdistan üzerinden belirlenen bir Kürdistan gündemine sahip olmasıdır.

  • Türkiyelilik bunun neresine düşüyor?

Nihayetinde verili koşullar ve Kürtlerin yüz yıllık deneyimi çerçevesinde Türkiye’de de Türklerle bir arada yaşamaktan, aynı tarihi, aynı kaderi, aynı kültürel atmosferi paylaşmaktan gelen melezleşmiş bir kimlik söz konusu. Abdullah Öcalan’ın barış sürecinde öne çıkarmaya çalıştığı bu Türkiyelilik kimliğinin de bir karşılığı var ama öte tarafta sözünü ettiğim dinamikler çerçevesinde şekillenen bir Kürdistanî kimlik de var. Bunlar, bugünün koşullarında birbiriyle hem ilişki içerisinde olan ama hem de rekabet eden, iki kimlik olarak karşımıza çıkıyor.

  • Bu iki refleksin bir arada yaşama şansı nedir?

Ben de buna kafa yoruyorum. Bu aidiyetler, aralarında bir gerilim olsa da birbirini dışlayan, ötekileştiren kimlikler değil. Kimlikler, ötekine karşı kurgulanır ama tam tersine siyasi ve kültürel rekabet içinde olan bu iki kimliğin birbirini ötekileştirmediğini düşünüyorum. Ancak bu gerilimi, günümüzdeki deyişiyle barış süreci üzerinden konuşmak gerekirse, şöyle formüle edebiliriz: Barış sürecinin, Kürdistan’ın dört parçasını kapsayıcı olmadığı sürece başarılı olma şansı yoktur. Barış sürecinin bugüne kadar sürmesinin nedeni bu Kürdistanî refleksin üzerine yatırım yapmasıydı. Fakat hükümetin son Kobanê olaylarından bu yana takındığı tutumla yeni bir evreye geçti. Burada da sadece Türkiyelilik tarafına sahip çıkıp, Kürdistanî olanı dışlamak gibi bir eğilim görüyorum. Sonuçta bu bağlamda bu iki kimliğin ayrıştırılmasının kolaylıkla mümkün olmadığını, ayrıştırmaya dayalı barış sürecinin de başarılı olamayacağını düşünüyorum. Ancak bu iki kimlik arasındaki bütünlüğü iyi kavrayan bir barış süreci başarıya ulaşabilir.

“Kürtler artık Kürdistan’ı yaşadıkları coğrafyadan ibaret görmüyorlar. Aidiyetlerini dört parça Kürdistan üstünden algılıyorlar, deneyimliyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Kobanê’nin Diyarbakır’la ne alakası var’ demesi bunu yok saymak anlamına geliyor. Bu da barış süreci açısından çok tehlikeli bir gelişme.”    

  • Kobanê’de yaşanan gelişmeler, neden hükümetin tavrını değiştirdi? Bunu açar mısınız?

Aslında Kobanê olaylarından önce de hükümetin bu tavır değişikliğini gözlemliyordum. Kobanê olaylarından sonra bu tavır netleşti, kristalize oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kobanê ile Diyarbakır’ın ne ilgisi var” demesi bunun en çarpıcı göstergesidir. Erdoğan, Kürdistanî refleksi gayet iyi biliyor, tanıyor. Buna rağmen bu sözü edebiliyorsa, bu bir tercihi gösterir. Bu tercih de Kürdistanî refleksin yok sayılması anlamına geliyor. Kürtlerle bir barış tasavvur ediliyorsa, Kürdistanî refleks göz ardı edilemez. Kobanê de Kürdistanî refleksin kristalize olduğu son örnektir. Kürdistanî refleks bize şunu anlatmak istiyor : “Ben Türkiye Kürdü de olsam, Irak Kürdü de olsam, Kobanê’ye sahip çıkarım.” Ayrıca Türkiye medyası şunu görmezden geliyor: Kobanê ile ilgili protestolar, gösteriler sadece Türkiye’de değil, dört parça Kürdistan’da ve Avrupa ile ABD’dedeki Kürt diasporasında da oldu. Türkiye medyasının Kürt meselesiyle ilgili olup biten her şeyi sadece Türkiye merkezli okuma alışkanlığı, daha doğrusu ezberi var. Türkiye medyasının ve konuyla ilgili fikir beyan edenlerin, Suriye’de olup biteni de, Avrupa’da ya da İran’da olup biteni de Türkiye üstünden okuma alışkanlığından artık vazgeçmesi gerekiyor. Kürtler artık Kürdistan’ı yaşadıkları coğrafyadan ibaret görmüyorlar. Kürtler aidiyetlerini artık dört parça Kürdistan üstünden algılıyorlar, deneyimliyorlar. “Kobanê’nin Diyarbakır’la ne alakası var” demek bunu yok saymak anlamına geliyor. Bu da barış süreci açısından çok tehlikeli bir gelişme.

‘Hükümet her sorunda güvenlik politikalarını öne çıkardı’

  • Peki, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yeni açıkladığı güvenlik paketi bu sürecin neresine oturuyor?

Bu yeni güvenlik paketi, barış sürecinin yine asayiş politikalarının gölgesinde kalacağını gösteriyor. AKP iktidara gelirken, adından da anlaşılabileceği gibi ‘adalet ve kalkınma’ demişti. Adalet aynı zamanda eşitlik ve özgürlüklerin sağlanması anlamını da taşıyordu. Ancak bugün gelinen noktanın da gösterdiği gib,  AKP hükümeti içte ve dışta karşılaşılan her sorunda güvenlik politikalarını öne çıkardı. “PKK, PYD terör örgütüdür. Bunların IŞİD’ten farkı yoktur” demek güvenlik politikasını her şeyin önüne geçirmek demektir. Üstelik kısa süre önce ABD yönetimi PYD’yi bir terör örgütü olarak görmediğini açıkladı. ABD ve Batı’yla Türkiye’nin bu noktada farklılaşması çok önemlidir. Başbakan Davutoğlu’nun dediği gibi barış projesi yerli ve özgün bir projeydi. İmralı süreci yerli bir inisiyatifti. Ancak barış sürecinde Kürdistanî refleksi dışlayan bir tutum ve Batı’yla yaşanan uyumsuzluk, Türkiye’nin artık Ortadoğu’da Kürt sorununda İmralı süreciyle elde ettiği inisiyatifi kaybettiği anlamına geliyor. Özellikle ABD’nin IŞİD’e karşı PYD’ye verdiği destek ve Türkiye’nin bu konuda ABD ile yaşadığı uyumsuzluk Türkiye’yi bir Ortadoğu sorunu olan Kürt sorununda yine inisiyatifi kaybetmeye götürmüştür.

  • Başbakan Davutoğlu, “Kürtlerin devleti var. Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti’dir” dedi. Bu söz özellikle 1990’larda dönemin önemli aktörü olan ve hatırlarda güvenlik politikasının mimarlarından biri olarak yerleşen Mehmet Ağar’ın sık sık kullandığı bir ifadeydi. Davutoğlu’nun bu sözü kullanması, sizin belirttiğiniz gibi Kürdistanî refleksin dışlanması değil mi?

Evet, kesinlikle öyle… Benim çizdiği tablonun bizzat başbakanın ağızından itirafı gibi. Yani Kürtlere, “Bir kimlik edinmek istiyorsan, bu Türkiyelik kimliğidir. Başka bir kimlik arayışında olma” diyor. Oysa Kürtler, Kürdistan’ı Kürtlerin yönettiği bir dünya tahayyül ediyor. En azından özyönetim hakları tanınmadan bu iki anlayışın bir arada nihai bir barış sürecini başarması zor görünüyor.  

  • Türkiye, Kobanê konusunda ABD’nin ısrarıyla koridorun açılmasına boyun eğdi. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Koridorun açılması, Türkiye’nin inisiyatifi kaybettiğini kanıtlıyor. Tekrar söylüyorum, bir Ortadoğu sorunu olarak Kürt sorununda Türkiye inisiyatifini kaybetmiştir. Kobanê’de yaşanan süreç de bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Sadece Türkiyeliliğe sahip çıkarak ve Kürdistanî refleksi dışlayarak AKP hükümetinin geleceği nokta burasıdır.  

Kategoriler

Güncel Türkiye Gündem