Sokağın da bir kalbi vardır, hatırlayınız

Ortaköy’de eskiden Yahudi yetimhanesi olarak kullanılan sergi mekanında, aslen Diyarbakırlı olan, Suriye’de doğup küçük yaşta ailesiyle Kanada’ya göç eden, 37 yıl orada yaşadıktan sonra da Türkiye’ye yerleşme kararı alan fotoğrafçı Berge Arabian’ın evsizlerle ilgili projesi yer alıyor. Arabian’la, dört yıllık Türkiye hayatı, fotoğrafçılık kariyeri ve sergi üzerine konuştuk.

“Şehirler herkes için bir şey ifade edecekse, bu ancak ve sadece herkes tarafından birlikte yaratıldıkları zaman mümkündür.” Jane Jacobs’ın bu sözü, şehirlerde salt beyaz yakalıların yer almadığını, evsizler için şehrin sokaklarının bir ev haline geldiğini, kedi ve köpeklerin parklar için olmazsa olmaz olduğunu özetliyor. Beşiktaş Belediyesi de bu bağlamda, bugünlerde ilginç bir festivale ev sahipliği yapıyor. Festivalde dünyanın dört bir yanından gelen fotoğrafçıların, şehirler ve şehirlerin hikâyelerini konu alan çalışmaları sergileniyor. Ortaköy’de eskiden Yahudi yetimhanesi olarak kullanılan, şimdilerde ise terk edilmeye mahkûm edilmiş binadaki sergide, aslen Diyarbakırlı olan, Suriye’de doğup küçük yaşta ailesiyle Kanada’ya göç eden, 37 yıl orada yaşadıktan sonra da Türkiye’ye yerleşme kararı alan fotoğrafçı Berge Arabian’ın, Toronto’da yedi ay çalıştığı evsizlerle ilgili projesi de yer alıyor. “Bir gün rastgele tanıştım onlardan biriyle. Nasıl ki biz arkadaşlık arıyoruz, onlar da arıyorlar; sevgi istiyoruz, onlar da istiyorlar, sadece metotları farklı” diyen Arabian’la, dört yıllık Türkiye hayatı, fotoğrafçılık kariyeri ve sergi üzerine konuştuk.

  • Dört yıldır Türkiye’desiniz. Hangi düşüncelerle buraya geldiniz, bu üç yılda neler yaşadınız?

Bilmiyorum hangi düşüncelerle geldim, fakat umutla geldim. Kanada’dan Türkiye’ye taşınmamın doğru bir karar olduğu umuduyla. İstanbul’a 37 yıl sonra geldim, o umut devam etti, hiçbir değişiklik yok. Buraya gelmeden önce de zaten aklımda rahat düşünceler yoktu, en azından iş için; ama ben buraya sadece eşim ve kızım için geldim. Evlendim ve herkes gibi yaşıyorum. Ne yazık ki hayatımızda her şey güllük gülistanlık değil, ancak eve döndüğümde eşimi görünce, denge sağlanmış oluyor.

  • Buraya geldikten sonra, hiç ‘Keşke Kanada’da kalsaydık’ dediğiniz oldu mu?

Hayır, Türkiye’ye taşınma fikri zaten üçümüz tarafından kararlaştırımıştı. Bu bilinçle taşındık. Fakat sorduğunuz eğer pişmanlıksa, kesinlikle öyle bir pişmanlığım yok, aile yaşantısı olarak hayatımdan oldukça memnunum. Ama sadece aile yaşantısı yetmez, sıradan günlük hayat da var, iş için, arkadaşlık için çaba sarf etmeniz gerekiyor. Yabancıyım neticede, 4,5 yıl boyunca burada olsam da... Ama ilk geldiğim zamanki kadar da kendimi yabancı hissetmediğim bir gerçek.

  • Türkiye’de ‘yabancı’ olmak sizin için ne ifade ediyor?

İnanın ki size bağlı. Hem Ermeni’yim, hem Suriyeliyim, hem de Kanadalı... Kanadalı olmak dışındaki diğer iki kimlik, zor... Özellikle bugünlerde çok Suriyeli mülteci var ve halkın bir bölümü tarafından onların dışlandığını, sevilmediğini görüyorum. Haftada iki-üç kez onlara karşı yapılan kötü muameleye tanık oluyorum. Ermeni olarak da sık sık ayrımcılığa uğranır ama fark etmez –bunu cesur biriyim diye söylemiyorum- bugüne dek 4,5 yıldır Ermeniliğimi kimseden saklamadım. Ne zaman sordular, o zaman konu oldu, Suriyeli Ermeni olduğumu, Diyarbakırlı olduğumu söyledim; Diyarbakır’da doğmamama rağmen...

  • Türkiye’ye geldikten sonra, İstanbul’un yanı sıra Anadolu’yu da birçok kez ziyaret ettiniz. Kanada’dayken Anadolu hakkında neler düşünüyordun, gördükten sonra fikriniz ne oldu?

Büyük bir farklılık var. Diaspora’da yaşayan bir Ermeni, hep insani trajedi hakkında düşünür. Diaspora’da 1,5 milyon hakkında düşünüyorsun, dedelerin hakkında, aile büyüklerin hakkında düşünüyorsun. Ne zaman ki İstanbul’a geldim ve Türkiye’yi gezdim, bakış açım biraz daha genişledi ve sadece insanları değil, yerleşim yerlerini, tahrip edilmiş kiliseleri, mezarlıkları gördüm ve farklı şekilde düşünmeye başladım.

  • Nedir bu farklılık?

Çok büyük bir trajediden bahsediyoruz. Sadece Türklerin değil, dünyanın trajedisi bu; böyle bir şey olmuş ve insanlar tüm bunları yapabilmişler. Demek istediğim, amaçsızca öldürmek -ki benim için öldürmek, öldürmektir-, bilerek, bilinçli olarak öldürmek, kabul etmem için zor bir şey. Nasıl ki biri bilinçli olarak seni cezalandırmak istiyor, aynı şey benim için. Örneğin bir baba, çocuğunu cezalandırmak istiyor; başka şekilde de yanlışını düzeltebilir ama istiyor ki cezalandırsın, aynı kapıya çıkıyor benim için. Güzel bir şeyi amaçsızca mahvetmek, insanlık dışı bir olay ve trajedidir.

  • Biraz da sergiden bahsedelim. Projenizi anlatır mısınız?

Bu sergide, beş yıl önce tamamladığım bir çalışma var. Aslında bitmemişti, ama buraya taşınma durumum olunca daha fazla devam ettiremeyip bir nokta koydum. Yedi aylık bir süre boyunca sokakta yaşayan gençlerle çalıştım. Tesadüfen bir gün, onlardan biriyle tanıştım; böyle bir hayat sürmeleri ilgimi çekti. Biraz konuştuktan sonra, bazısının isteyerek sokakta yaşadığını fark ettim, bazısı da ailevi problemler yaşadığı için evini terk etmiş ve gidecek bir yerleri olmadığı için sokakta yaşamaya başlamışlardı. Fakat en önemlisi, onlarla biraz vakit geçirip, gündelik hayatlarını fotoğrafladıktan sonra “sokak çocuğu” olmadıklarını anladım; sıradan, bizim gibiler, nasıl ki biz arkadaşlık arıyoruz, onlar da arıyorlar; sevgi istiyoruz, onlar da istiyorlar, sadece metotları farklı. Fakat dediğim gibi, insani duyguları aşağı yukarı aynı. Bu benzerliği benim de, onların da görmüş olması çok enteresandı. Bu benzerlikleri merkeze aldım ve uyuşturucu kullanan veya kavga eden sokaktakileri değil, bu gençleri fotoğrafladım. Ben daha çok onların kolektif yaşam tarzları hakkında çalışmak istedim, nasıl birbirlerine yardım ediyorlar vs.

  • Bazıları ailevi problemler yaşadıkları için sokaktalar, bazılarıysa sadece sokakta yaşamak istedikleri için dışarıdalar dediniz. Neden sokakta yaşamak istiyorlar?

Sokakta yaşamak istiyorlar, çünkü anarşistler ve eve, aileye inanmıyorlar. Ama yanlış anlaşılmasın, eğer evleri olsa elbette yaşarlar. Aralarında bazısı var ki, felsefi olarak fark etmiyor onlara artık sokakta veya evde yaşamak; dışarıda yaşamanın özgürlüğünü hissetmişler, devam ediyorlar, eve ve topluma bağlı hissetmiyorlar kendilerini. Ama herkes bir çatısı olsun ister.

  • Sergiyi nasıl buldunuz?

Çok iyi organize edilmiş, oldukça başarılı bir sergi. Böyle bir festivalin bir parçası olmak, benim gibi bir fotoğrafçının onur duyacağı bir şey. Başarı vesaire değil bu, küratörler projelere baktılar ve dört-beş portfolyo arasından benimkini de seçtiler. Zaten sergi de şehirler ve hikâyeleri hakkında olduğu için konsepte uygundu. Bu proje ilk kez bir sergide yer alıyor, bunu söylemek istiyorum. Başka sergilerim oldu ama bu projem internet ortamındaydı. Daha önce, Toronto’dan ayrılmadan evvel bir gün boyunca sergilenmişti. Yedi ay birlikte çalıştığım sokaktakiler, benim için bir veda partisi düzenlemişlerdi. Aralarında müzisyenlerin de olduğu büyük bir partiydi. Buna karşılık, ben de onlara bu çalışmamın sergisini düzenleyeceğimi söyledim. 100 fotoğrafı büyüterek bir duvara astım, orada kendilerini görmeleri için. Sadece bir günlüktü ve sadece onlar içindi. Onlar ve diğer sokakta yaşayan insanlar için...

  • Veda gecesi nasıldı?

Harika. O akşam da bazı fotoğraflar çektim. Eğlenceliydi, ama ondan da önemlisi, benim için çok “saygılı” bir veda gecesiydi. 37 yıl orada yaşadıktan sonra, sokakta yaşayan insanlar tarafından benim için bir veda partisi düzenlenmesi, çok güzel bir duyguydu... İçlerinden gelmişti bu fikir. Hatta sigara ve bıyığımı öne çıkartan karikatürümü yaparak afişler bile hazırladılar; Toronto’nun merkezindeki tüm sokaklara asmışlardı. Karşılıklı bir sevgiydi bu. Ben de onları çok seviyordum, halen seviyorum, fakat iletişimimiz koptu maalesef...

  • Fotoğrafçılığa nasıl başladınız?

Ben fotoğrafçılığa geç başladım. Diğerleri gibi, 10 yaşında gözümü fotoğrafçılığa açacak kadar şanslı olamadım. 1990’da başladım, 24 yıl oluyor. Sadece dört yıldır buradayım, ama Toronto’da fotoğrafçı olarak anıldığım 20 yıl boyunca, buradaki kadar saygı görmediğimi söylemeliyim. Benim gibi bilinmeyen bir fotoğrafçıya buradakilerin gösterdiği saygı, İstanbul’daki fotoğraf çevresinin ilgisi, çok güzeldi. Toronto’da 20 yıl boyunca tanışmadığım kadar çok, temiz kalpli ve iyilik dolu insanla karşılaştım burada, dört yıl içinde. Yine söylüyorum, bilinmeyen bir fotoğrafçıyım. Toronto’dan geldiğimde kimse bana “Berge Arabian burada” demedi. Bu benim İstanbul’daki ilk sergim. Zaten pek sergilere de katılmıyorum. Daha ziyade sessiz bir çalışma benimkisi; büyük bir arşivim var, fakat galeri ya da küratör peşinde koşmaya enerjim yok, bunlar büyük işler benim için. Fakat ne zaman fotoğraf çekiyorum, o zaman mutlu oluyorum. Fotoğraf çektikten sonraki işler, çok zor geliyor bana.