Roman düğününde kimse ölmez

18 Kasım’a kadar devam edecek olan ‘Fotoistanbul' Fotoğraf Festivali’nde yer alan sanatçılardan biri de, İstanbul’da yaşayan Hollandalı fotoğrafçı Arjen Zwart. Festivale ‘No one dies at a Gypsy wedding’ (Roman düğününde kimse ölmez) adlı serisiyle katılan Zwart, bu projede, 13 yıl boyunca Roman bir aileyi fotoğraflamış. Sanatçıyla, projelerini ve ‘alaycı’ fotoğraf dergisi ‘Dog Food’u konuştuk.

MİRAY ÖZTURAN
mirayozturan@gmail.com

  • Fotoğrafla ilgilenmeye ve İstanbul’da yaşamaya nasıl başladınız?

Fotoğrafçılığa 1986’da başladım. Hindistan’a gitmek üzereydim. Babam, yanımda bir fotoğraf makinesi götürmem için ikna etmişti beni. Makinem vardı ama fotoğrafçılık hakkında pek fikrim yoktu. Hollanda’dan Hindistan’a gitmek için İstanbul’dan geçmek gerekiyor. Benim için fotoğrafın başladığı yer burası oldu, çünkü İstanbul o zamanlarda olduğu gibi, şimdi de pitoresk bir şehir ve insanlar fotoğraflarının çekilmesinden rahatsız olmuyor. 2008’de İstanbul’a geldim, bir Türk’le evlendim ve İstanbul’a yerleştim.

  • Bir sokak fotoğrafçısı olarak, Türkiye ile Hollanda arasında ne gibi farklar görüyorsun?

Türkiye, gelişmekte olan bir ülke ve zenginler ile fakirler arasındaki fark çok büyük. Bu durum, fotografik açıdan çok iyi bir görsel malzeme sağlıyor.

  • Sokakta ne tür kareler yakalamaya çalışıyorsunuz?

Sokak benim hikâye bulmayı umduğum yer. Bunu yaparken, karakterlere çok ilgi duymuyorum aslında. Karakterlerin hayatlarıyla, hikâyeyi bulduktan sonra ilgilenmeye başlıyorum.

  • ‘Roman düğününde kimse ölmez’ projesi nasıl doğdu?

2001’de Bergama’ya gittiğimde, kendimi bir Roman mahallesinde buldum. Romanlara yönelik ilgim Türkiye’de kıvılcımlandı, çünkü buradaki Romanlar sıcak davranıyor; Hollanda’da Romanlara ulaşmak çok zordur. Şehirlerde ve özellikle Kadıköy gibi kalabalık ve müziğin sokakta olduğu muhitlerde yaşayan Romanların hayatlarını merak ettim. Kadıköy’de yaşayan, Rum ve Ermeni kiliselerinin olduğu sokaklarda müzik yaparak para kazanan, harika bir aileyle tanıştım. “Çocuklar büyüyünce ailelerinin hayat tarzını benimseyecek mi?” sorusunun cevabını görmek istediğim için, onları 13 yıl boyunca fotoğrafladım. Ve çocuklar, sonuçta o hayatı benimsediler.

Arjen Zwart. Fotoğraf: BERGE ARABIAN
  • Bu süre içinde Romanlarla ilgili neler öğrendiniz? Aileyle nasıl bir bağ kurdunuz?

Bu projeyle, önyargılarımdan, fantezilerimden ve basmakalıp düşüncelerimden kurtulmak istedim. Roman bir müzisyeni, meydanda müzik çalarken gördüğünüzde, onun da sıradan bir hayatı olduğunu, bizimkilere benzer endişeleri olduğunu düşünmüyoruz. Onlar yok aslında, biz varız. Bu arada, Roman düğünleri hakkındaki klişelerin doğru olduğunu gördüm. Aile, en baştan beri bana karşı sıcak ve davetkâr. Yıllar geçtikçe yakınlaştık, birbirimizi daha iyi anlamaya başladık. 13 yıllık bir tarihi paylaştık.

  • Serginin adı nereden geliyor?

Fotoğraf serisini arkadaşlarıma gösterdiğimde, bana bu 13 yıl içinde ölen biri olup olmadığını sordular, olmadığını söyledim. Bunun üzerine ‘Romanların düğünlerinde kimse ölmez’ adı ortaya çıktı.

  • ‘Zift’ adlı bir fotoğraf projeniz de var. O neyle ilgili?

İstanbul’daki siyah duvarların uzun süredir farkındaydım ama bunu, üzerine çalışılabilecek bir konu olarak görmüyordum. İnsanları kovalamaktan, Romanlarla çalışmaktan yorulduğumda, ‘Zift’ harika bir kaçış yolu oldu. Bu sefer sessizce bu duvarlarla çalıştım. Çalışırken kimse araya girmedi, kimse soru sormadı. Neredeyse meditasyon gibi bir şeydi.

  • Önünüzde herhangi bir proje var mı?

2001’de Kadıköy Meydanı’nda çalışırken Kürt ayakkabı boyacısı çocukları görmüştüm. En küçüğü 11, en büyüğü 15 yaşındaydı. Birlikte bir gecekonduda yaşıyorlardı. Aileleri Kars-Digor’daydı. Yalnızlardı. Onların fotoğrafını çektim ve evlerine gittim. Polis baskın yapıp bazı çocukları yakaladığında oradaydım. Bazılarıyla hâlâ bağlantım var. Artık ayakkabı boyacılığı yapmıyorlar, garson, tezgâhtar olarak çalışıyorlar. Bazıları evlendi, çocukları oldu. Aralarından dördünün hâlâ İstanbul’da olduğunu biliyorum. Bazıları Digor’a döndü. Bir gün Digor’a gidip nasıl yaşadıklarını görmeyi çok isterim. Daha çok bir araştırma gibi bu proje aslında: Bu çocuklara ne oldu?

  • Fotoistanbul gibi festivallerin, fotoğrafçılığa ne tür katkıları oluyor sizce?

Festivaller, fotoğraf camialarını önemli ölçüde geliştirir. Fotoğrafla ilgilenen insanlara, ilham verici işleri, sergileri münazara etme fırsatı sunar, fotoğrafa ilişkin konuları konuşmaları için alan açarlar. Umudum, bu tarz uluslararası fotoğraf festivallerinin İstanbul için geleneksel hale gelmesi.

Neden Dog Food?

  • ‘Dog Food’ dergisi nasıl başladı? Adı neden Dog Food (köpek maması)?

İki yıl önce, Jason Eskenazi’yle, eğitici, esprili ve alaycı bir dergi çıkaralım dedik. Dijital fotoğraflara, reklama, ünlü fotoğrafçılara yer vermesin, yeraltından olsun, fotoğrafçılığa farklı yaklaşımlar sunsun istedik. Bir süre sonra bize Berge Arabian da katıldı. Uluslararası bir takım oluşturduk. Dergi Türkiye’de basılıyor ve yayımlanıyor ancak uluslararası festivallerde de dağıtılıyor. İlk iki sayımızda İstanbul temalı fotoğraflar vardı. Sınırlı sayıda üretiyoruz dergiyi. İçinde reklam yok. Bedava. Adına gelince; sokak fotoğrafçıları leşçidir. Kameralarımızı alır, sokaklarda bir şey bulmayı umarak dolaşırız. Bu yüzden, ‘köpek’, biz sokak fotoğrafçıları için iyi bir metafor. Köpekler şüphecidir. Modern zamanlarda şüphecilik olumsuz bir şey olarak algılanıyor ama böyle değil. Şüpheciler doğanın kanunlarına göre yaşarlar, sokağa işemek isterlerse, işerler. Biz de böyleyiz.