“Kiduş” mu okuyacağız “Kadiş” mi

1934 Trakya Olayları nedeniyle cemaatsiz kalan Büyük Edirne Sinagogu hakkında Edirne Valisi Dursun Şahin'ın açıklamaları etrafında dönen tartışmanın Türkiye Yahudi toplumuna neler düşündürdüğünü, Rita Ender’in kaleminden aktarıyoruz.

Edirne Valisi Dursun Şahin’in kentteki Büyük Sinagog ve Museviler hakkında sarf ettiği sözler büyük tepki uyandırdı. İsrail politikalarını tüm Musevilere mal eden ve Türkiyeli vatandaşların dini özgürlüğünü hedef alan Vali Dursun daha sonra açıklamaları nedeniyle özür dilese de, konuşmasında yer alan kin, bir zihniyetin en açık dışavurumuydu. 1934 Trakya Olayları nedeniyle cemaatsiz kalan Büyük Edirne Sinagogu etrafında dönen bu tartışmanın Türkiye Yahudi toplumuna neler düşündürdüğünü, Rita Ender’in kaleminden aktarıyoruz.

RİTA ENDER

21 Kasım 2014 Cuma gecesi, Türk Musevi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh, twitter hesabından 118 karakterli bir “tweet” attı:

“Edirne Valisi eğer esef verici açıklamayı yaptıysa, sinagogumuzu bizim için 'kiduş' yerine 'kadiş' mekânı yapmıştır.”

Kiduş, Yahudilik inancında bir bardak şarapla okunan kutsama duasıdır. Şükran ifadeleri içerir. Bayram günlerinde ve Şabat’ta ayakta durarak, coşkuyla söylenir.

Kadiş ise matem duasıdır. Ölenin arkasından okunur. Ölenin yakınları, yüreklerindeki isyan duygusu ile Kudüs’e döner ve Tanrı’nın adaletine sığınmak için yalvarırlar.

Anayasa

Adalet, önünde yalvarılacak kadar kutsal bir değer olmakla beraber; bu dünyadaki faniler bakımından, inananlar ve inançsızlar, suçlular ve suçsuzlar, Amerikalılar ve Edirneliler gibi birilerine veya herhangi bir kategoriye özgülenemeyecek bir kavramdır. Her insanın talep edebileceği, “hukuk devlet”lerinin ise sağlamakla yükümlü olduğu bir beklentidir.

Bilindiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti de bir hukuk devletidir. Anayasa’nın “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2. maddesi açıktır:

“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.”

Yüz ifadesine yansıyan kin

Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri bunlar ise, Edirne Valisi Sayın Dursun Şahin’in 21 Kasım 2014 günkü şu sözleri kabul edilebilir olmamalıdır:

'Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgârları estiren, bizzat savaş tatbikatı yapan o eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken, biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu. Biz de onların mezarlıklarının etrafını temizliyor, projelerini kurula gönderiyoruz. Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’ndan tescilini bekliyoruz. Bizim yaklaşımımız nerede, onların yaklaşımı nerede? Yani bunu izleyicilerin takdirine sunuyorum. Buradaki tadilatı sona gelen sinagog, sadece müze olarak, içerisinde hiçbir şey olmadan, o şekilde müze olarak tescil edilecek.'

Musevi cemaati açıklaması

Vali Bey’in sözünü ettiği “içindeki büyük kin”, kendisi bu sözleri söylerken çekilmiş ve anında internette yayınlanmış bulunan videolarda görüntülenen yüz ifadesinden de okunuyordu. Bu anlamda duygularının içtenliği şüpheye mahal bırakmıyor; şüphe götüren konular, hukuk devletinin ilkeleriyle bağlantılı olarak yaşanacak veya yaşanmayacak hukuki-siyasi sürece dair olanlar…

Sayın Vali’nin yukarıda yer alan açıklaması basında önemli ölçüde yer tuttuğu sırada, Türkiye Hahambaşılığı-Türk Musevi Cemaati, internet siteleri üzerinden bir açıklama yaptı.

Açıklamada şöyle söylendi:

“…Ortadoğu'daki politikalar, eylemler ve davranışlar, hiçbir yetkiliye bu topraklarda asırlardan beri yaşayan, Osmanlı ve Türk milletinin bir parçası olmaktan gurur duyan biz Türk Yahudilerini hedef haline getirme hakkını vermemektedir. Bu tür bir söylemin devletimizi temsil eden bir valimiz tarafından ifade edilmesinden dolayı hicap duymaktayız.

Dönemin koşullarından dolayı mazbutaya alınmış olan Büyük Edirne Sinagogu, Vakıflar Genel Müdürlüğünün özverisi ve teveccühüyle Türk Musevi Cemaati yönetiminin bilgisi ve arzusu doğrultusunda el birliği ile restore edilmiştir. Yahudi tarihinde, ilmi ve dini olarak çok önemli bir yer işgal eden Edirne Yahudiliğinin bu sembolünün baştan beri tanımlandığı gibi müze-sinagog olarak tekrar ayağa kaldırılmasının özellikle Edirne şehrimizin tanıtımına katkıda bulunacağına inanmaktayız...'

Edirne Yahudilerinin neden Edirne’yi terk etmek zorunda kaldıkları; 1934 Trakya Olayları, müze için bir sergi konusu olacak mı bilemiyoruz fakat bildiğimiz; konunun, herhangi bir kamu görevlisinin kararının çok daha ötesinde, yukarısında durduğu. Zira tarihi hukuk bilgisi, bu konuda gündeme, mazbut vakıfları ve mazbut olan vakıfların mallarının nasıl cemaatlerin ellerinden alındığını, çeşitli Yargıtay kararlarını ve Vakıflar Kanunu’na eklenen geçici maddelerle giderilmeye çalışılan yıllanmış haksızlıkları ortaya koyar.

Vingas’ın isyanı

Bu haksızlıkları gidermek için Vakıflar Meclisi’nde, diğer Meclis üyeleri ile birlikte çalışan cemaat vakıfları temsilcisi Laki Vingas konuyla ilgili olarak Taraf Gazetesi’ne verdiği demeçte şöyle söylemiştir:

“… Restorasyon, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Yahudi cemaatiyle sürekli diyalog halinde yapılmıştı. Sonra birden öyle bir yumruk yiyince insan şaşırıyor… İlin bir numaralı yöneticisi ‘kin’li olduğunu ifade ediyor. Biz çocuklarımızı burada nasıl yetiştireceğiz? 100 yıldır geçmişin yükünü taşıyoruz. Geçmişte yaşananların hesabı bizden soruluyor. Hüviyetimizden vazgeçmemiz mi bekleniyor, ancak bu mümkün değil, hüviyetimiz bizim için çok değerli. Kendimizi, aidiyetimizi devamlı pazarlık masasında hissediyoruz. İnsaf ve yeter artık diye mi haykıralım?!”

Ertem’den son nokta

Bu sorulara ve endişelere dair yanıt, Vakıflar Genel Müdürü’nden geldi. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem 23 Kasım’da yaptığı açıklamada şöyle konuştu:

 'Öncelikle şunu ifade edeyim; Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait bütün yapılarda fonksiyonla alakalı kararı, Vakıflar Genel Müdürlüğü veriyor. Bu konuda gerek Başbakan Yardımcımızla, gerekse de Başbakanımızla görüşerek fonksiyon verme noktasında kararı biz veriyoruz. Burayla ilgili de bir sene önce açıklamamızı yapmıştık. Sayın Başbakanımızın da talimatları doğrultusunda burayı ne olarak düşündüğümüzü ifade ettik. Öncelikle şunu söyleyeyim, bizim niyetimiz kesinlikle oranın öncelikli olarak bir ibadethane olarak fonksiyon üretmesidir. Türkiye'ye gelecek, Edirne'yi ziyaret edecek veya Musevi cemaatine mensup vatandaş dışarıdan olur, içeriden olur, oraya gidip ibadetini, onların ifadesiyle duasını rahatlıkla yapabilmeliler. Ona zemin hazırlıyoruz ve imkân vereceğiz.”

Adnan Ertem’in sözleri konuya açıklık getirmiş olmakla birlikte; görevleri arasında “suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak” da bulunan bir devlet memurunun nasıl olup da, “Biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz… Biz de onların mezarlıklarının etrafını temizliyor, projelerini kurula gönderiyoruz” diyebildiğini anlamak mümkün değil.

En temel hak

Vali Bey’in “onlar” kelimesi ile ötekileştirdiği Yahudilerin, yani Türkiye vatandaşlarının harabeye dönmüş sinagoglarının restore ediliyor olması veya defalarca saldırıya uğramış mezarlıkların küçük bir bölümünün temizleniyor olması bir lütuf değildir. Öncelikle kamu görevinin icra edilmesidir, yani kimilerinin mesleğinin gereğidir, işinin icabıdır. Bununla beraber, Yahudi bir vatandaşın sinagogda dua etmesi, din özgürlüğüne, yani herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez olan temel hakkına dairdir. Saldırıya uğradığı için yeniden “yapılmak” zorunda olunan sinagoglarda ibadet edilmesini sağlamak ise devletin görevidir. Zira “hukuk devleti” olmak için, devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini güvence altına almak zorundadır. Bu zorunluluğun devlet yetkilileri tarafından ihlal ediliyor olması durumunda ise iki önemli evrensel hukuk kuralı ve yine “hukuk devleti” ilkeleri gündeme gelir: Yürütme organı hukuka bağlıdır. Yargı organı bağımsızdır.

Vali’nin özrü

Bütün bu ilkeler, çağdaş aşk romanlarında veya bir gün Edirne Sinagogu’nun da içine dâhil olabileceği Trakya Seyahat Rehberi’nde yazmaz. Bunlar, anayasada, çeşitli kanunlarda ve Türkiye’nin taraf olarak imzaladığı uluslararası anlaşmalarda yer alır. Bu yüzden bağlayıcıdır. Bu yüzden kimi görevleri icra eden kişiler, söyledikleri, yaptıkları kadar yapmadıkları, yapmayı ihmal ettiklerinden de sorumludurlar.

Bu sorumluluklar ve soruşturmaya değer mevzular, kimileri için asla kapanmazken; kimileri için zamanla, kimileri için “özür”le kapanabilir. Vali Bey’in, Edirne Büyük Sinagogu ve Yahudiler hakkında yaptığı açıklama mevzuu da kimileri için kapandı. Çünkü Türkiye Hahambaşılığı-Türk Musevi Cemaati’nin 24 Kasım 2014 tarihinde internet sitelerinden duyurduğu üzere; Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, 24 Kasım öğle saatlerinde Hahambaşı Rav. İsak Haleva’yı arayarak, “bazı medya organlarının açıklamalarını çarptırdığını ve ifadelerinin yanlış anlaşıldığını” söyleyerek özür diledi. Fakat konunun kapanması, konunun sonunun geldiği anlamını taşımaz. Çünkü “son” başka bir yerdir ve oraya başka türlü varılır.

Ve Maftirim!

Ve tesadüf odur ki; İbranice’de “sonlandırmalar” anlamını taşıyan “Maftirim”, sinagoglarda okunan bir çeşit dini müziktir. İbadetin bittiğini cemaate anlatan ilahidir. Ve Yahudi müzisyenlerinin ve Yahudi kültürü çalışmaları yapanların, defalarca kez söylediği üzere, Türkiye'deki sinagog müziğinin; Maftirim’in gelişimi açısından Edirne Büyük Sinagogu çok belirleyici olmuştur.

Edirne’yi anlatan seyahat rehberlerine; “ ‘Maftirim’ örnekleri veya bir ‘Kiduş’ duası dinlemek için Edirne Büyük Sinagogu’nu ziyaret ediniz” önerisinin eklenmesi ve Kadiş’lerin ırkçı cinayetler yüzünden okunmaması dileğiyle…


Edirne Büyük Sinagogu

1907 yılında Edirne kent merkezinde kuruldu. 1934 Trakya Olayları sonrasında Edirne’de yaşayan Musevilerin yurtlarını terk etmek zorunda kalmasından sonra cemaatsiz kaldı ve giderek harabe halini aldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından müze ve ibadethane olarak kullanılmak üzere 2010‘da başlanan restorasyonu bugün son aşamasına gelmiş bulunuyor. Sinagog aynı zamanda Avrupa'nın üçüncü büyük sinagoğu olma özelliğini de taşıyor. Türkiye'deki Sinagog musikisinin en karakteristik özelliklerinden biri olan Maftirim, Edirne'de doğmuş ve bu sinagogda varlığını sürdürmüştür. Anlatılanlara göre, Hazanlar her sabah kentin diğer sinagoglarına dağılmadan önce burada toplanırlar, o gün ya da haftanın makamında olan dini eserleri terennüm ederek kulaklarını makama alıştırırlar; arkasından da dua okuyabilmek için sinagoglarına dağılırlardı.


1934 Trakya Olayları

21 Haziran ile 4 Temmuz 1934 tarihleri arasında Trakya Bölgesi'nde Yahudilere karşı gerçekleştirilen şiddet eylemleri. Olaylar sonrasında çok sayıda Yahudi İstanbul’a ve başka ülkelere göç etti. Olaylar sırasında Tekirdağ, Edirne, Kırklareli ve Çanakkale gibi illerde Yahudilere ait dükkân ve evler yağmalandı ve birçok kadına tecavüz edildi. Bir Jandarma Onbaşı Yahudileri himaye ederken yağmacı güruh tarafından öldürüldü. Yaklaşık 15 bin Trakya Yahudisi bulundukları şehirleri terk etti. Olayların eşzamanlı olarak yaşanması, merkezi bir emrin ve planın en önemli işaretiydi. O tarihten sonra Trakya’nın demografik yapısı bir daha geri dönülemez bir şekilde değişirken, sermayenin Türkleştirilmesi sürecinin önemli halklarından biri de tamamlanmış oluyordu.

Kategoriler

Güncel Azınlıklar