BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Tren geliyor!

 

 

İki taraf da körlemesine gidiyor ve çok fena gidiyor. Körlemesine gidilir, ama daha önce o konuda tecrübe yoksa. Burada iki taraf için de fazlasıyla var ve yine öyle gidiyorlar. Yakındır, “Biz niye yedik bunu?” diyecekler.

Devlet fena gidiyor

Hem de çok fena. Füze Kalkanı’na katılma ve Suriye’ye hesapsız vurma sayesinde ABD’nin ‘aferin’ini almanın yanı sıra, fırsatlar yakaladım sanıyor: PKK’nın Arap Baharı’nı yanlış yorumlaması ve ayrıca İran ve Suriye gibi iki yanlış ata oynaması, K. Iraklı Kürtlerin desteğini alamayınca sıkışması. Her kışın aksine, militanlarını bu sefer güneye çekmeyince zor durumda kalması. Devlet bundan bilistifade PKK’sız Kürt çözümü hesapları yapıyor. Yumurtasız omlet.

Bu kestirme çözüm için, devlet, 1927 ve 34’teki gibi BDP’nin etrafını boşaltıyor: Ömründe su tabancası tutmamış aydınları, diğerlerini korkutmak için içeri atıyor, Öcalan’la görüşmelerini saniye saniye banda aldığı avukatları kuryelik yapmakla suçlayıp tutukluyor. Bu konuşmaları bizzat kendi ajanlarıyla Kürtlere ulaştıran devlet yapıyor. Bunlar hukuk, insaf ve mantık dışı şeyler. Devlet, Kürt halkına diz çöktürerek, ‘tenkil’le Kürt sorununu sadece azdıracağını, doksan yıllık tecrübeyle öğrenememiş.

Oysa daha önce aynı şeyleri bin kere tecrübe etti devlet. Her seferinde de, Kürt meselesi daha büyümüş olarak dikildi karşısına. ‘Aynı yöntemle farklı sonuç elde etme umudu’na ne dendiğini takdirinize bırakayım. Şimdi militanlar sıkıştıkları için silah bırakırsa bu iş burada bitmez ve bundan sonraki Kürt kalkışması çok daha şiddetli olur. Devletin davetine inanıp Habur’a gelen ve 10 yıl 10 aya (Milliyet, 12.10.11) mahkûm edilen insanların silah arkadaşları açısından düşünün ve bakın bakalım, silah bırakır mısınız. Değil böylesine muazzam bir sorun, hiçbir sorun karşı tarafı şu veya bu biçimde tatmin etmeden, sadece tek bir tarafa zafer kazandırarak çözülemez.

PKK fena gidiyor

Şehirlerde sivillere saldırıyor yani terör yapıyor. Öcalan’ın söyledikleri ile Kandil’in yaptıkları birbirini tutmuyor.

Bölgeye önerdiği demokrasi değil, diktatörlük. Sanırsın Tek Parti dönemi. KCK Sözleşmesi Md. 11: “KCK kurucusu ve Önderi, Abdullah Öcalan’dır…. Her alanda bütün halkı temsil eden önderlik kurumudur. Kürdistan halkının özgür ve demokratik yaşamına ilişkin temel politikaları gözetir ve temel konulardaki en son karar merciidir.” 21. yüzyılda el insaf yahu. Tabii, sözleşme’de ‘demokratik’ terimi, çok tipik bir biçimde, 145 kere geçiyor. Al bunu, vur 12 Eylül’ün 1982 Anayasası’ndaki ‘birlik ve beraberlik’ terimine.

Radikal’de (28 Kasım) Tarhan Erdem’in örnekleriyle yazdığı gibi, PKK bu ülkede Kürtlere eşit değil üstün statü peşinde. ‘Türk’ teriminin anayasadan çıkarılmasını değil, ‘Kürt’ün de oraya girmesini istiyor. Ben buna yokum kardeşim, kimse kusura bakmasın. Eşit vatandaşlık, ‘vatandaşlık’ kavramının, soy ve din başta olmak üzere her türlü farklılıklardan arındırılmış olması demektir. Anayasada hiçbir soya/dine atıf yapılamaz. Ben, mensubu olduğum Türk’ü yukarıdaki tahttan insan içine indirmeye çalışıyorum, Kürt’ü mü oraya çıkaracağım eşbaşkan olarak? Bu memleketin öteki unsurlarının kabahati ne, ayaklanmamak mı?

Bunu kimse yazmadı nedense; KCK Sözleşmesi Pan-Kürdizm’den dem vuruyor. Kemalizm’de hiç olmazsa bu yoktu. Öcalan imzalı önsöz: “İran’da, Türkiye’de, Suriye’de ve hatta Irak’ta oluşacak bir Kürt yapılanmasında tüm Kürtler bir araya gelerek kendi federasyonlarını, birleşerek de üst konfederalizmi oluştururlar.” Bir de, Öcalan “Kürtlerin… kendi özsavunması bile olacak” diyor (Radikal, 17.08.09). Bütün bunlar federalizmi bile aşıyor. “Anayasayla federal devlete verilmemiş bütün haklar eyaletlere aittir” diyen ABD’nin bile hiçbir eyaletinde mahalli polis dışında resmi silahlı güç yoktur. Federalizmde maliye, dışişleri ve savunma merkezi hükümettedir.

Ulus-devlet ‘sayesinde’!

Demokrasinin Arap şeyhliklerini bile devirdiği 21. yüzyıldayız. Kürt burjuvazisinin ortaya çıktığı, Kürt sivil toplumunun bal gibi oluştuğu bir noktada PKK’nın bu diktatörlüğü nasıl tutar? Nasıl tutuyor?

“PKK Kürtleri korkutuyor da ondan” masalını okumayın bana. Tek bir ana sebebi var bunun: Türk ulus-devletinin baskısı. Kürt burjuvazisi ve sivil toplumu PKK ile temas edip onu zamanla ‘oda sıcaklığı’na getiremiyorsa, bunun günahı PKK’dan çok ulus-devlette. Önüne geleni KCK’lı diye tutuklayarak; q, w, x kullananı bile hapse atarak; silah tutan ile kalem tutanı birlikte yok ederek.

Peki, her şey bitti mi? Umarım hayır. Kürt meselesini yeni anayasada kalıcı biçimde halletme iddiasında olan hükümet, futbolda şike yapan uyanıkları kurtarmadan önce Kürt meselesini durmadan kaşıyan hukuksuzlukları tek bir torba kanunla kaldırsa, belki son bir umut daha var. Şu anda Kürtlere Lozan Md. 39’un getirdiği hakları kullanmak bile yasak. 24 saat yayın yapıyor diye Başbakan’ın övündüğü TRT Şeş’te Kürtçe masal yok, çünkü Kürtçe öğrenirler diye çocuk programı yasak. Devlet, Mayıs 91’de yürürlüğe soktuğu Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Sözleşmesi’ni bile uygulamıyor. Bu koşullarda PKK’nın Kürtler üzerinde bunca hâkim olması çok mu acayibinize gidiyor?

Bir daha söyleyeyim, ne kadar söylense bir eksik: Türk ulus-devleti kendi kaşındı doksan yıldır ve şimdi yine ektiğini biçecek. İkisi için birden kaçmakta olan tren, ikisinin birden üzerine geliyor. ˉ