OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Tarih mi din mi?

 

Tam da tarihin tartışıldığı bu günlerde başımdan geçen bir anekdot, Türkiye toplumunun tarihiyle ilişkisi açısından iyi bir gösterge oldu. İki hafta kadar evvel derste, yaşları 22-23 civarında olan yirmibeş kadar üniversite öğrencisine III. Selim ve II. Mahmut dönemi reformlarını anlatıyorum. Söz askeri reformlara geldi. Doğrudan konumuz olmamasına rağmen, şeytan dürttü, sınıftakilere yeniçeriliğin nasıl kaldırıldığını sordum. İlk anda, hoca her soru sorduğunda olduğu gibi bir sessizlik oldu, insanlar öğrenci refleksleriyle yere, havalara bakmaya başladılar. En sonunda içlerinden biri, cesaretini toplamış olacak ki, “yavaş yavaş kalktı”, dedi. “Nasıl yani”, dedim, “zamana yayılarak, kademe kademe mi kalktı demek istiyorsun?”. “Evet”, dedi ve itiraz eden de çıkmadı. Ben de bunun üzerine, yeniçeri ocağını reforme etme veya kaldırma fikri uzun süre düşünülmüş olsa da yeniçeriliğin hiç de öyle “yavaş yavaş” denemeyecek bir şekilde, hatta tam tersine kelimenin tam manasıyla ani, tek bir darbeyle ve de çok kanlı bir şekilde ortadan kaldırıldığını anlattım. Haziran 1826’da Aksaray’daki yeniçeri kışlalarının topa tutulduğunu, halkın da katılımıyla binlerce yeniçerinin ve kadınlar, çocuklar da dâhil ailelerinin kılıçtan geçirildiğini, mezarlarına varıncaya kadar yeniçerilere ait ne varsa imha edildiğini anlattım. Sonuçta, tarihimizde Vaka-ı Hayriye yani hayırlı olay olarak bilinen bu olayın, yaklaşık on bin insanın öldüğü, başkent İstanbul’un sokaklarında mecazen değil gerçekten kanın gövdeyi götürdüğü dehşetli bir sürek avı olduğunu söyledim. Sınıfta bir şaşkınlık oldu. Yeniçeriliğin yavaş yavaş kaldırıldığını söyleyen öğrenci, adeta isyan eden öfkeli bir tonda, “Peki, biz bunları niye bilmiyoruz?”, dedi. Sorulabilecek en doğru sorulardan birini sormuştu ama bu sorunun cevabı başlı başına bir ders konusuydu. Bu toprakların tarihi hakkında bilmedikleri daha çok şey olduğunu söylemekle yetindim.     

Evet, bu çocuklar bunları neden bilmiyorlardı? Çünkü bizim tarihimizde böyle aşırılıklar, kötülükler, zalimlikler olmazdı. Biz her şeyi ‘iyilikle, güzellikle’ halletmiştik. Eğer birilerinin başına kötü bir şey gelmişse, onlar devlete ‘isyan’ ettikleri için başlarına gelen her şeyi ama her şeyi hak etmişlerdi zaten, ister yeniçeri, ister Ermeni, isterse Dersimli olsunlar; yani gocunacak hele hele özür dilenecek bir şey yok. Oysa gerçek ne kadar da tersi... uzak ve yakın tarihimiz bir yalanlar manzumesi, ne yana baksanız kapanmamış bir yara, hakkı teslim edilmemiş acılar ve bu tarih üzerine bir ülke, bir rejim, bir gelecek kurmaya çalıştık ve hâlâ da çalışıyoruz; ama olmuyor işte, bataklığın üzerine bina yapılmıyor, usulünce defnedilmemiş ölüler üzerimize çöküyor. “Herkes çok acı çekti, unutalım gitsin” demekle olmuyor, unutulmuyor; çünkü gerçekler inkâr ediliyor, acılar hak ettiği saygıyı görmüyor. Unutmanın değil (niye unutalım ki?) ama sağlıklı biçimde hatırlamanın yolu her şeyi yerli yerine koymaktan geçiyor.

Türkiye’de tarih, “kendi yapar kendi tapar” sözüne tam bir örnek teşkil ediyor. Devletin tarif ettiği, sınırlarını çizip halkına benimsettiği biçimiyle tarih, dokunulmazlıklar ve tabularla dolu kutsal bir alan. Padişah analarından tutun da Atatürk’ün ses tonuna kadar her şey bu dokunulmazlığın konusu olabiliyor. Genel kabul gören anlayışın azıcık dışında bir şey söylemeye kalkanlar hemen linç ve aforoz edilmeye çalışılıyor. Allah aşkına bu, din değilse nedir? Tarih Türkiye’de, belli araştırma metodları, kuralları olan bir disiplin değil adeta peygamberleri, kutsal metinleri, sembolleri, tabuları olan bir din.

Bu mevzuda da son noktayı gene ‘favori’ gazetem Sözcü koydu. 3 Aralık 2011 tarihli sayısının sürmanşetinde, bir anket çalışmasına atfen, “AKP’ye rağmen halk Atatürk’e yine sahip çıktı” demiş ve yapılan ankete cevap verenlerin %98’inin Dersim olaylarında Atatürk’ün sorumluluğu olmadığı yönünde fikir belirttiklerini aktarmış. Tarihle ilgili sorunları anket yoluyla çözmek bence de çok iyi bir fikir. Mesela bizim öğrencilere, “Yeniçerilik nasıl kalktı?”, diye sorsaydık %100’ü “yavaş yavaş kalktı” yanıtını verecekti böylece tarihimizdeki kanlı sayfalardan birinden daha kurtulmuş olacaktık. Ne güzel!