ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Beş yıl önce beş yıl sonra

 

Hrant Dink, 2006’da, Fransız Senatosu’nun gündemine gelen, soykırımın inkârını yasaklayan yasa tasarısıyla ilgili olarak, “Bu yasa çıkarsa gidip Paris’te ‘Soykırım olmamıştır!’ Ankara’da ‘Soykırım olmuştur!’ derim” açıklamasını yaptığında, ona için için kızmıştım. Kendi kendime sorup duruyordum: Hangi hakla, 1915’e ilişkin tarihsel gerçekliği çarpıtmak isteyenlerin eline koz verecek bir eyleme girişiyordu? Simgesel bir hareketle de olsa, “Soykırım olmamıştır!” deme cüretini nereden buluyordu?

O gün kızgındım, ama bugün, aradan 5 yıl geçtikten sonra, onun neden böyle hareket ettiğini daha iyi anlıyorum. O, toplumla konuşmayı, diyaloga açıklığı her şeyden önde tuttuğu içindir ki, Fransa’daki tasarıyı gerçekten de düşünce özgürlüğüne vurulan bir darbe olarak görüyordu. “Soykırım olmamıştır!” demeyi yasaklayan Fransa’daki yasayla, “Soykırım olmuştur!” demeyi suç sayan ve kendisinin hedef haline getirilmesinde en önemli rolü oynayan 301. maddeyi aynı zihniyetin ürünü sayıyordu. O tasarının Türkiye’de geçmişi hatırlamak istemeyen, onun konuşulmasını engellemeye çalışan kesimlerin konumlarını güçlendireceğini, tartışma ortamını ortadan kaldıracağını görüyor, bu nedenle yasanın çıkmasını arzu etmiyordu. Bu kadar- la da yetinmiyor, bütün bu mahzurlarından ö-türü de, yasanın çıkmaması için, Fransız Liberation gazetesinde, Etyen Mahçupyan, Ragıp Zarakolu ve diğer aydınlarla birlikte kaleme aldıkları bildiriyi yayımlatıyordu.

O gün Senato’da kabul edilmeyen tasarı bugün tekrar gündemde. Siz bu satırları okuduğunuzda, büyük olasılıkla kabul edilmiş olacağı söyleniyor. Bense, bu kez, tasarının kabul edilmemesini isteyenlerin tarafında yer alıyorum. Türkiye’de şu anda toplumun büyük bir kesimi bu tasarıya karşı çıkıyor. Hiçbir konuda birleşemeyen siyasi partiler Fransa’ya tepki göstermek konusunda birleşiyor. Ancak, bizim gibi düşünenlerin karşı çıkışıyla onların karşı çıkışı arasında siyahla beyaz arasındaki kadar keskin farklar var. Onlar 1915’e ilişkin gerçeklerin ortaya çıkmamasını isterken, biz, tam tersi, asıl Türkiye toplumu 1915’te neler yaşadığını idrak edebilsin diye karşıyız Senato’daki tasarıya.

Meselenin bir boyutu ifade özgürlüğüne dayanıyor şüphesiz. Ve bu bakımdan sorun basit görünüyor. Diyelim ki, bir Türk, 1915’te yaşananların soykırım olduğuna inanmıyor ve bu görüşlerini Fransa’da ifade ediyor. Bu kişiyi hapse atmanın, ona para cezası vermenin bu tip fikirleri ortadan kaldıracağına mı inanılıyor sahiden? Peki ya, bir gazeteci veya bilim insanı, Ermeni halkının 1915’te yaşadığı acılara saygılı bir dil geliştiriyor, buna karşın, olayların kesinlikle soykırım olarak niteleyemeyeceğine inanıyor ve bu görüşlerini dile getiriyorsa ne olacak?

Batı parlamentolarında 1915’in gündeme gelmesi, yaşananlarda ülkelerinin ve toplumlarının sorumluluğunun itirafı anlamına gelmedi bugüne dek. 2005’te Alman Bundestag’ında kabul edilen yasa bu anlama gelen ifadeler içerse de, geçen zamanda bunun gereği olan adım- lar atılmadı. Fransa’dan da bugüne dek, 1. Dünya Savaşı döneminin Şark siyaseti, Kilikya bölgesine yönelik emperyal amaçlar ve Ermenilerin bu siyaset doğrultusunda nasıl kullanılıp sonra da bir kenara fırlatıldığı konusunda bir özeleştiri duymadık. Aksine, parlamentolardaki Ermeni tasarıları ya seçim malzemesi olarak, ya da Türkiye’nin AB üyeliği karşıtı sağ veya sol siyasetin bir aracı olarak işlev gördü. Tarihsel bir haksızlığın diplomatik ve ulusal çıkarlara hizmet eder bir şekilde kullanılması, bir bakıma, o haksızlığın bugün yeniden üretilerek sömürülmesi anlamına geliyordu kanımca.

Ancak, Fransa Ermenilerinin böyle bir yasaya neden ihtiyaç duyduklarını da anlamak gerekiyor. Türkiye özellikle ASALA’nın terör saldırılarından sonra 1915’e ilişkin çok yoğun bir devlet propagandasına girişti. Hem iç hem de dış kamuoyunu hedef alan bu propaganda, zaman zaman çok saldırgan, acılarla alay eden, onları aşağılayan bir hal aldı. Diasporada yaşayan ve her biri katliamlardan mucize eseri kurtulabilen insanların torunları olan Ermeniler, özellikle son yıllarda bu saldırganlıkla daha sık yüzleşir hale geldiler. Başını bugün pek çoğu Ergenekon davasında tutuklu olan zevatın çektiği ve bugün onlara düşman olduğunu söyleyenlerin de hararetle alkışladığı Talat Paşa yürüyüşleri daha dündü… Fransa’da Marsilya ve Lyon’daki anıtlara yapılan saldırılar, Fransa Ermeni toplumunda büyük korku ve kaygı yarattı. Yani, bugünkü tasarıya neden olan haleti ruhiye, tam da Türkiye devleti destekli milliyetçi saldırganlığın ürettiği bir durum.

Türkiye eğer geçmişi hatırlama çabalarının önüne geçmeye devam eder, “Bizim tarihimizde hiç kara leke yok!” demeyi sürdürürse, benzer tasarıların parlamentolarda gündeme gelmeye devam edeceğine emin olabilirsiniz. Bu bakımdan, dört bir koldan Fransa üzerine çullanmanın da, bir tür suçluluk psikolojisinin dışavurumu olduğuna ve dünyada da böyle algılandığına dikkat çekmek gerek. 1915, dünyanın pek çok bölgesinde, ortak hafıza ve vicdanda soykırım olarak tanınıyor. Türkiye’nin bu bakımdan kendini temize çekmesinin tek yolu ise, saldırganlıktan değil, geçmişi hatırlamaktan, Ermenilerin acılarına saygı duymaktan ve bu doğrultuda siyaset üretmekten geçiyor.

Fransa’daki yasa tasarısının bir benzeri, ilerde bir gün TBMM gündemine gelebilmeli. İşte o zaman, mesele bir ifade özgürlüğü sorunu olmaktan çıkacak, 1915’i idrak etmek ve geçmişiyle hesaplaşmak konusunda yol kat etmiş bir toplumun meşru tasarrufu haline gelecek.

O günlerin bugünden çok uzak olduğu aşikâr. Ama asla asla dememek lazım.

Mutluluk

Muhtemelen duydunuz, zaten karşı sayfada haberi de var; geçen cumartesi, 17 Aralık günü, Kumkapı’daki Surp Asdvadzadzin Kilisesi’nde Delal’le hayatımızı birleştirdik. Mutluluğumuzu bizimle paylaşarak çoğaltan, çeşitli yollarla en güzel dileklerini ileten, bizler için dua eden, tanıdık tanımadık herkese en içten teşekkürlerimizi sunarız.

Düğün denilen şey, kocaman bir organizasyon. Hele böyle kalabalık olunca... O güzel gün de, bir sürü insanın emeği ve alınteriyle mümkün oldu. Hepsine müteşekkiriz. Sağ olsunlar, var olsunlar. Sağ olun, var olun.