OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Soykırım tasarıları

 

12 yıl kadar evvel bir arkadaşım, yabancı ülke parlamentolarında gündeme gelen soykırım tasarıları konusunda ne düşündüğümü sormuştu. “Hep gelsin, hiç geçmesin” diye cevap vermiş ve açıklamıştım: Evet, parlamentolar bu konuları konuşmak için en doğru yer değil ama Türkiye bu meseleyi başka yerde konuşmuyor ki... Türkiye için 1915 olayları, tarihin kapanmış, bitmiş, geri dönülmesine gerek olmayan bir bölümü, hatta çoğu insan ne olduğunu, bu topraklarda bir zamanlar Ermenilerin yaşadığını bile bilmiyor. Ancak yabancı parlamentolarda konu gündeme geldiğinde Türkiye’de de konuşulmaya başlanıyor. Başka bir deyişle, Türkiye, Ermenilere ne olduğunu bir ‘iç sorun’ olarak görmediğinden, tartışmayı sahiplenmediğinden, o da bir ‘dış sorun’ olarak karşısına çıkıyor. Türkiye inisiyatifi kendi eliyle başkalarına veriyor. Sonuç olarak, Ermenilere ne olduğunun unutulmasına gönlünüz razı değilse ve hatırlanmasının tek yolu da bu tasarılarsa, bu tasarılar gündeme gelsin, kabul edilip edilmemeleri bu açıdan o kadar önemli değil. Hatta kabul edilmesin ki, Türkiye’ye bu meseleyi hatırlatmak için tekrar gündeme gelebilsin.

12 sene evvel bunları söylemiştim. Bu süre boyunca değişenler de oldu, değişmeyenler de. Örneğin, Türkiye kamuoyu 1915’i eskisine göre daha fazla sahipleniyor, o tarihlerde neler olduğunu daha fazla kişi, daha sık ve daha derinlemesine konuşuyor, yazıyor. Tarihle yüzleşme kavramı literatürümüze ve terminolojimize girdi ama yolun daha çok başındayız. Bu konuların konuşulması için yabancı ülke parlamentolarında gündeme gelmesine eskisi kadar ihtiyacımız yok belki ama bu noktada bir ayrım yapmak istiyorum. 1915’i bir soykırım olarak tanıyan, kurbanları saygıyla anan parlamento kararlarına –velev ki siyasi hesaplarla olsun–, kimse kusura bakmasın, benim söyleyecek bir şeyim yok. Fakat öte yandan, Fransa’da şu anda gündemde olan tasarı gibi, 1915’in soykırım olmadığını söyleyenlerin cezalandırılmasına yönelik tasarıları kabul etmek de mümkün değil. Biri 1915’te Ermenilere yapılanın soykırım olmadığını düşünüyorsa, dünyanın her yerinde çıkıp bunu özgürce söyleyebilmeli. Bu o kadar açık ki, belirtmek bile gereksiz. Hoşumuza gitmese de, 1915’in soykırım olup olmadığına hukuki anlamda ‘teknik’ bir açıdan da yaklaşılabilir. Şöyle ki, 1948 BM Soykırım Sözleşmesi’nde tarif edilen kriter ve şartlara bakan birileri de 1915’in bu şartları karşılamadığını söyleyebilir; ‘teknik’ dediğim, işin bu kısmıdır. Gerçi, o sözleşmedeki tarifi kabul edip 1915’i soykırım olarak görmeyenlerin muhakeme yeteneğinden ya da iyi niyetinden kuşku duyarım ama okuduğunu anlamayanlar cezalandırılmalı diye bir şey yok.

Bu sözleşmedeki soykırım tanımını sorgulayanlar da var, ki bu da olabilir. Nitekim, geçenlerde önemli tarihçilerimizden birinin bir kitaba yazdığı önsözde, 1948 tanımını çok geniş bulduğuna, bir olayın soykırım olabilmesi için kurbanların tamamen masum olması gerektiğine, dolayısıyla 1915’in soykırım olmadığına dair ifadelerini okudum. Hayatta tamamen masum olmak ne demek ya da kim tamemen masum, buna kim karar verir, ben bilmiyorum. Hadi diyelim ki bunlar ontolojik laf kalabalığı, ama bir olayın soykırım olabilmesi için kurbanlarının kaçta kaçının tamamen masum olması gerekir (%51 yeter mi?) gibi pratik sorular da var. Ayrıca, bu kriteri 1915’e nasıl uygulayacağız? Örneğin, öldürülen, ailesinden koparılan binlerce Ermeni çocuk, bu ‘tamamen masum’ kategorisine girer mi? Girerse, onlara soykırım yapılmıştır, diğerlerine yapılmamıştır mı diyeceğiz? Çok talihsiz bir ifade gerçekten.

Bütün bunlar bir yana, 1915 veya diğer soykırımlardan bahsederken, olayları soykırım olarak kabul etmemenin değil ama kurbanları aşağılayan, onlarla dalga geçen bir tarzın ceza konusu olabileceğini düşünüyorum. Ne demek istediğimi bir örnekle anlatayım. Uzun zaman önce, Amerikalı bir tarihçinin, 1915 hakkında konuşurken, tehcirin aslında Ermeniler için çok da kötü olmadığını, hükümetin onları soğuk bölgelerden kemiklerinin ısınması için Florida benzeri sıcak yerlere gönderdiğini söylediği kulağıma gelmişti. Dilimin ucuna çok ağır sözler geliyor ama bu ifadelerin kabul edilemez olduğunu söylemekle yetineyim. O profesör bu ifadeleri kullanmamış dahi olsa, benim söylemeye çalıştım şey açısından fark etmez; sadece, örneğim gerçek değil, farazi bir örnek olmuş olur. Velhasıl, katliam kurbanları hakkında buna benzer bir dil ceza konusu olabilir. ‘Ceza’ derken de öyle aylarca, yıllarca hapis falan değil, daha ziyade bir kuruşluk/sentlik para cezası gibi sembolik cezaları kastediyorum. Maksat, vicdansızları afişe etmek.