YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

‘Gittiği yer’ bu kadarmış

 

Bu son karar duruşmasında değil de, önceki haftaki duruşmada “17 Ocak’ta karar verilecek” dendiği zaman, anlamıştık ne olacağını. Mahkeme dosyayı kapatıyordu. Hrant’ın öldürüleceğini önceden bilenler, cinayete yol verenler, teşvik edenler, seyredenler, omuz silkip başka yere bakanlar, ‘rakip kanat’ zorda kalsın diye gelen bilgileri sümenaltına koyanlara, yani cinayetin devlet içindeki uzantılarına dokunulmayacaktı. Anlamıştık.

Ta o ilk başlarda hissetmiştik. Cinayet sırasındaki görüntülerin bir kısmı Emniyet’te nasıl oluyorsa kaybolduğunda, eldekiler de hakkınca değerlendirilmediğinde, “Bu kişileri araştırın” talepleri geçiştirildiğinde, bazın sanıkların telefon konuşmalarının kayıtları silindiğinde, hissetmiştik. Duvara toslayacaktık.

Biliyorduk. Sanıklarla devlet görevlileri arasındaki, son derece şüphe uyandırıcı ilişkilerin enine boyuna sorgulanmamasından biliyorduk. Olay yerindeki sanıkların telefon konuşmalarının dökümlerinin yıllarca saklanmasından, ısrarla mahkemeye gönderilmemesinden biliyorduk. İnatla bu işi peşini bırakmayan avukatların ısrarı sonucunda gelen dökümlerin “Burada bir şey yok” diye bir kenara fırlatılmasından biliyorduk. Bu tavra rağmen, avukatların telefon dökümlerini iğneyle kuyu kazar gibi araştırıp aradaki şüpheli telefon konuşmalarının kayıtlarını bulmalarına rağmen, mahkeme heyetinin bu bulguları dikkate almamasından biliyorduk. Bu kadardı. Anlamıştık.

Sonra, savcılığın mütalaasını okuyunca anlamıştık. Demişti ki savcı, “Bir örgüt var, Ergenekon, ama ispatlayamıyorum.” Bunu duyduğumuzda anlamıştık. Davayı karambole getiriyorlardı. İhmali olanlar, göz yumanlar önümüzde dururken, kimi vali, kimi emniyet müdürü olmuşken, kimi İstihbarat Daire Başkanlığı gibi son derece kritik görevine devam ederken, önümüze ispatlanamamış bir Ergenekon örgütü konduğunda anlamıştık. Bir suikast girişimi için kozmik odalara giren devlet, yargı, bu cinayette kendi iddiasını ispatlayamıyordu güya.

Sezmiştik. Cinayette devlet içindeki, polise hâkim olan kanadın ihmallerini kitaplaştıran Nedim fiener, yine bu kanadın faaliyetleri hakkında araştırmalarına devam edince, son derece tartışmalı bulgularla Ergenekon soruşturmasına dahil edilip hapse atıldığında anlamıştık. Davaya çok daha büyük hesaplaşmaların gölgesi vuruyordu. Önümüzde yavaş yavaş yeni bir devlet, yeni bir hikmetinden sual olunmaz otorite yükseliyordu. Ve savcı bize, dolaylı olarak, Nedim fiener’in Hrant’ın katilleri arasında olduğunu söylüyordu. Buradaki koca garabeti, bizle alay edildiğini görmüştük.

Biliyorduk. ‘Eski devlet’ de işin içindeydi. Onlar da ellerindeki bilgileri saklamışlardı. Onlar da cinayete göz yummuşlardı. Hatta belki de bu göz yumma, çok daha yukarılara gitmekteydi. Bu yukarılardakilerin bazıları şu günlerde başka faaliyetleri nedeniyle içeri tıkılmışlardı. Ama her ne hikmetse, iş Hrant’a gelince yukarılara çıkılamıyordu. İş buraya gelince bir ittifak vardı. İş zaten buralara gelince Türkiye’de hep bir ittfak olurdu. Bunu hep biliyorduk.

Sondan bir önceki duruşmada, sanıklardan Yasin Hayal elindeki kartları açık etmeye karar verdiğinde anlamıştık. Hayal “Beni kullandılar. İnceldiği yerden kopsun” dediğinde; “Seni kimler kullandı?” sorusuna “Dosyada adı geçen tüm yetkililer. Erhan Tuncel’den Ramazan Akyürek’e uzanır” dediğinde anlamıştık. Hayal ‘ihale’nin üzerine kalacağını anlamıştı, elindeki son kozlarını oynamaya çalışmaktaydı. Tüm suçlular, o mafya filmlerindeki gibi silahlarını birbirlerine doğrultmuşlardı sanki. Biri ateş ederse herkes ateş edecekti. Galiba biri çıkıp “Herkes silahını cebine soksun ve buradan ayrılalım” diyecekti. Devlette çeteleşme hâlâ duruyordu.

Yine de bu kadarını beklemiyorduk. En kritik ismin gülerek hapisten çıkmasını beklemiyorduk. Mahkemenin “Örgüt yoktur” demesini beklemiyorduk. O koca örgüt, perde önüyle, perde arkasıyla gözlerimizin önünde dururken, “Hayır, örgüt yoktur” denmesini hakikaten beklemiyorduk. Her seferinde olduğu gibi “Gittiği yere kadar gidilecek” demişti hükümet. Beşir Atalay, cinayetten 4 gün sonra “Son noktasına kadar olayın üzerine gidilecektir” demişti. İnanmamıştık. Hep böyle derlerdi. Yukarılara gidilmeyeceğini, AKP’nin de ‘sistem’in direksiyonuna geçtikten sonra devletin esas sahibi olacağını seziyorduk. Bu memlekette devlet olmak demek solcular, Ermeniler, Kürtler, Aleviler öldürüldüğünde, hele ki bu işe resmi birileri karıştıysa, işi karambole getirmek demektir. Biliyorduk. Ama gide gide başladığımız yere döneceğimizi, inanın bilmiyorduk. Demek ki gidecekleri yer bu kadarmış. Demek ki ‘son nokta’ya gittiklerinde çok tanıdık birilerini göreceklerini anladılar.

Fakat dava bitmedi. Bizim, bütün bu olacakları sezmemiz, bu dosyanın böyle kapanacağı anlamına gelmez. İki mesele var, AKP’nin hesaplaşması ve bilanço çıkarması gereken: 1) Hrant’ın öldürüleceği devletçe bilinmesine rağmen önlem alınmadı. Ölümüne göz yumuldu. 2) Bu işe devlet görevlileri bulaştı. Bu kişilerin mahkeme önüne çıkması lazım. Sorumluların hesap vermesi lazım. Duruşma gecelerinde Dink ailesinin avukatlarının değil, onların avukatlarının televizyonlarda olması lazım. Yoksa hükümet zan altında kalacak, biz ise yine güvercin tedirginliğinde olacağız.