BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

400. yazı… Ve şimdi “Ben demiştim” zamanı

 

Artık biliyorsunuz dostlar, 100 yazıda bir dönüp arkama bakıyorum, “Az gittim uz gittim, altı ay bir güz gittim, bir de arkama dönüp baktım ki bir arpa boyu yol gitmişim” misali şaşırıp kalıyorum. Neler oldu, nasıl oldu, ne zaman oldu, ne yaptım, nasıl yaptım, neden yaptım? Ve bunlara benzer bir dolu soru.

Dağlar tepeler aşıp bir arpa boyu kadar yol almış olmak da ülkemize özgü bir şey olmalı ki, bir tek bizim masallarımızın başında vardır böyle bir tekerleme. Araştırdım valla, başka hiçbir ülkede yok. Havasından mıdır, suyundan mıdır, toprağından mı bilinmez… Gideriz gideriz, bakarız ki yerimizde saymışız. Yaparız ederiz, bakarız ki değişen hiçbir şey yok. Konuşuruz konuşuruz, söylenmiş bir söz olmaz.

Ya bize de bulaşır fert olarak, bu gayretkeş görünüşlü atalet, işgüzar havalarla koşturur görünürüz hiçbir şey yapmadan; ya kendi kendimize çırpınır, boşa çırpındığımızı fark eder susarız; veya isyan edip kafayı yeriz. “Peki, sen bunlardan hangisisin?” sorusu gelir bunca lafın ardından, doğal olarak. “d) hiçbiri” demek isterdim, yine beynimin mizaha yatkın tarafına kapılıp. Ama demeyeceğim. Onun yerine “Bu kafayla keşke daha genç olsaydım” demeyi seçeceğim. Bunun arkasından da “Neyi değiştirebilecektin o zaman?” sorusu gelmeli tabii. “Hiç olmazsa değiştirebileceğimi umardım”dır onun da cevabı.

Neyse... Kendimi sınıflandırmak değil aslında niyetim. Bir iç hesaplaşma gibi görünse de düşünce düşünceyi açtığından oralara geldim yine. 400’den... Benim sayma takıntım vardır, biliyor musunuz? Her şeyi sayarım. Basamakları, adımlarımı, lokmalarımı, elektrik direklerini, ve bilumum sayılacak şeyi. Bunun bir tür manyaklık olduğunu da biliyorum, boşuna aklınızdan geçirmeyin. Elde olan bir şey değil. Böyle olunca da saçma sapan şeyleri saydığı gibi ciddi olanları da saymaya kalkıyor insan. Yazıları, geçen yılları, hatalarını, kaybettiklerini, mahkemeleri, 19 Ocak’ları... Taksim’den Agos’a yürüyenleri, kapının önünde toplananları... Yok, o kalabalığı saymaya kalkmadım. Mümkün müydü? Ki ilk günkü kadardı. Üzerinize afiyet, bir de klostrofobikim ben. O yüzden içim daraldı pencereden baktığımda, aralarında olsam kesin bayılırdım.

O gün Agos’un içinde bulunmak, acının merkezinde olmak gibiydi benim için, önemliydi. O insan seline yukarıdan bakarken hissettiklerimi tarif etmek mümkün değil. Üstelik kısa süre önce böyle haksız, böyle pisipisine bir evlat kaybetmiş olan sevgili Ani’yle yan yana, can canayken. Sık sık, elde olmadan sarılıp ağlaşıyorken. Ani, Sevag Balıkçı’nın annesi. Belki bilmeyen vardır, olur a...  Ama doğrusu, isterdim o kalabalığın arasında olmak. Kim bilir neler takılırdı bu kayıt aleti kılıklı kafama.

Bu yazının konusu “Ben demiştim” ya da “Biz demiştik” olacaktı aslında. Sık kullanılır ama pek isteyerek değil. Çünkü genelde öngörülen kötü şeyler gerçekleştiğinde söylenir. Onlar korkulan şeylerdir çoğu zaman. Yine öyle oldu ne yazık... Her şey tam düşündüğüm, düşündüğümüz gibi gerçekleşti. Hatta daha fazlası oldu. Mahkeme tam düşündüğümüz gibi sonuçlandı ama bu kadarını beklemiyorduk. Tam düşündüğümüz gibi kalabalık toplandı ama bu kadarını beklemiyorduk. Yine herkes ‘Hrant’ oldu, herkes ‘Ermeni’, ki neye yarayacak bilmem. Zaten kimileri yine gocundu ve “Ben neden Ermeni olacakmışım?” diyerek mesele de çıkardı. Bu kadar yazıldı çizildi; hâlâ küfür, hâlâ hakaret. Bana da mail’ler geldi, hem iyimser hem kötümser. Ne demeliyim ki? Yorum yok.

Ama o binlerce kişinin bir avaz bağırdığı ‘an’lardan, bir ‘an’ı burada sizinle paylaşabilirim. Kardeşim anlattı. Herkes bağırırken, o öylece duruyormuş, suskun. Yanıbaşındaki bir kadın “Beyefendi, siz neden hiç bağırmıyorsunuz?” diye sormuş. Cevap: “Ben gerçekten Ermeni’yim de ondan.” Onun da cevabı: “Haklısınız. Özür dilerim.”

300. yazıma baktım az önce, “Bugün yine mahkeme var” demişim. Sonucunu tahmin etmişim. Eminim, hiç aklımdan geçmemiştir 100 yazı sonra hâlâ sonuçsuz bir mahkemenin söz konusu olabileceği. İnsan yaşanmamış zamanları büyütüyor, beklentileri varsa. Oysa fırt diye geçiveriyor. Geçmiş, bir anda dün gibi oluyor. Demek bu durumda, gelecek de hemen şuracıkta, burnumuzun dibinde olmuş oluyor. Öyleyse 100 yazı sonrasını tahmin etmeli miyim? Tabii, sağ kalırsam...