OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Değişim, niyet ve güç

 

Türkiye’nin, ‘Ermeni Sorunu’na ve Ermeni diasporasına yaklaşımında temel bazı değişikliklere gitmesi gerektiğini daha evvel ifade etmiştim. Gene daha evvel bu köşede bahsettiğim, Stephane Dufoix’nın Hrant Dink Vakfı Yayınları’ndan çıkan ‘Diasporalar’ adlı kitabını okurken, bu konuda Türkiye’ye örnek olabilecek bir uygulamaya rastladım. Hindistan hükümeti 1999’da ‘Person of Indian Origin’ (Hindistan Kökenliler) diye bir statü oluşturmuş. Bu kategoriye atalarından biri Hindistan’da doğmuş ve ikamet etmiş kişileri dahil ederek onlara Hindistan’a vizesiz girebilme imkânı ve birtakım ekonomik avantajlar tanımış. Her ne kadar köken bağı aramasa da, Amerika Birleşik Devletleri’nin de ‘Greencard’ denen bir uygulaması olduğunu biliyoruz. Bu statüyü tanıdığı kişilere vatandaşlık hakları vermemekle birlikte, ABD’de süresiz oturma ve çalışma izni veriyor. Tabii ki birebir uygulamak mümkün olmayabilir ama neden Türkiye Cumhuriyeti de kökeni Anadolu olup dünyanın dört bir yanına savrulmuş farklı gruplardan insanlara, vatandaşlık kapısı da açık bırakılmak üzere, bunlara benzer bir statü ve avantajlar tanımasın? Bunca yıldır uygulanagelen inkâr, ezme, silme politikalarından hem ahlaken daha doğru, hem siyaseten daha etkili, hem de Türkiye’nin büyüklük iddiasıyla daha uyumlu olacağı kesin. Bırakın insanlar ata topraklarını özgürce ziyaret etsinler, isterlerse yerleşsinler, çalışsınlar, yaşasınlar. Böylece Türkiye devleti/hükümeti, Ermenilerden ve Ermenilikten korkmadığını, 1915’in doğurduğu sonuçlardan dolayı gerçekten üzgün ve bunu telafi etme niyeti olduğunu göstermiş olur. Tabii, gerçekten böyle bir niyeti varsa.

Bunları söylerken saf değilim. Cumhuriyet’in kurucu kodlarıyla ve halkın yaygın tutum ve zihniyetle uyuşmayan şeyler söylediğimin, dolayısıyla devletin ve milletin bu tür bir uygulamadan ne kadar uzak olduğunun farkındayım. Daha geçen hafta Malatya Ermenilerinin mezarlıklarına yaptıkları binalar ‘yanlışlıkla’ yıkıldı. Binayı yapanların etraftan aldıkları uyarıya bakar mısınız: “Yaptığınız bina kiliseye benziyor.” Ee, benzese ne olur? ‘Hıristiyan ırkçı Avrupa’da yüzlerce cami olur, ama Hıristiyanlığın doğum yeri değilse de ‘ilk evi’ olan Anadolu’da kilise olmaz. Onu yıkana kadar gözlerine uyku girmez, bir punduna getirirler, kepçenin ucu değiverir. Bir yandan 1915 konusunda dünyaya ne kadar ‘haklı’ olduğunu, aslında Ermenilerin ‘boş yere yaygara’ kopardıklarını anlatmaya çalışacaksın, bir yandan da Ermeni mezarlığına yapılan iki binaya tahammül edemeyecek, bunları yok edeceksin, sonra da dünyadan sana ve senin tezlerine inanmasını bekleyeceksin. Bu mantık karşısında diyecek bir şey bulamıyorum.

Olmamız gereken yerle olduğumuz yer arasında büyük bir mesafe var. Yine de AKP hükümeti iddia ettiği gibi bir dönüşüm gerçekleştirecek ve Türkiye’nin ‘kadim’ meselelerinden Ermeni meselesini çözecekse, bu mesafeleri, bürokrasinin ve halkın direnci kırarak, üstelik hızla kat etmek zorunda. AKP, Ermeni Sorunu’nda güvenilir ve inanılır bir görüntü arz etmek istiyorsa, yapacağı ilk ve en önemli şey Türkiye Ermenilerinin bütün sorunlarını ivedilikle ve nihai biçimde çözmektir. Bu, lobi şirketlerine aktarılan milyonlarca dolardan daha etkili olur. Bunu yaparken hiç tereddüt etmemeli, yan yollara sapmamalı, iki ileri bir geri yapmamalı. Zira bu tür tereddütler ve tutarsızlıklar gösterirseniz, muhataplarınız da, haklı olarak, sözlerinizde samimi olmadığınızı, girişimlerinizin birer taktik ve manevradan ibaret olduğunu düşünür. Örneğin, halihazırdaki içişleri bakanı, içişleri bakanı olarak kaldığı ve konuştuğu gibi konuşmaya devam ettiği sürece hükümet olarak niyet ve programınızın özgürlükleri genişletmek olduğuna mümkünü yok kimseyi inandıramazsınız. Vakıflar sorunu, bunun başka bir örneği. AKP bu konuda ileriye doğru adımlar attı ama bir türlü, kılıcı düğüme vurup sorunu kökünden halletmedi. Haklara hep bir pazarlık konusu gibi yaklaştı, “ne kadar az vererek kurtulurum” hesabını yaptı. Bazılarının dediği gibi AKP’nin meşrebi bundan fazlasına, elvermiyorsa dayanacak tek bir nokta kalıyor; o da toplumdaki özgürlükçü kesimler. Onlar da böyle topyekûn bir değişimin motor kuvveti olacak sayıda ve güçteler mi, tartışılır.