YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

AKP krizi fırsata mı çeviriyor?

MİT-AKP cephesi ile Yargı-Emniyet (muhtemelen Gülen) cephesi arasındaki restleşme ile ilgili sayısız yazı okumuş, onlarca televizyon tartışmasına denk gelmiş olmalısınız. Merak etmeyin, konuya bir daha girmeyeceğim. Sadece kriz vesilesiyle gözlenen eğilimlere ve sivilleşme/vesayetten kurtulma macerasındaki gidişata şöyle bir bakacağım.

Mevcut durumda, Yargı-Emniyet cephesi, cemaat tarafından kontrol edilen, birlikte hareket eden bir blok olarak görülüyor. Cemaatin de bu manzaraya bugüne kadar hiç itirazı olmadı. AKP’nin sevk ve idaresindeki bu blok, Ergenekon, Balyoz, OdaTV ve KCK gibi kritik operasyonlar yürüttü. Bu operasyonlar başladığından beri medyaya verilen ve ancak devlet içindeki kritik görevdekiler tarafından ele geçirileceği ayan beyan ortada olan sızıntıların ‘cemaat’ tarafından sağlandığı ve dışarı verildiği tahmin edilmekteydi. Hatırlanacağı gibi, bu sızıntılar bazen soruşturmalara taraftar olanlarca bile problemli bulunmuş; cemaatin, mücadele ettiği klasik devlet yapısıyla aynı yöntemleri kullandığı söylenmişti. Yargı aşamasında da, tutuklanmasına hiç gerek olmayan isimlerin peşpeşe cezaevine gönderilmesi, sonlara doğru iyice tutarsızlaşan iddianamelerin mahkemeler tarafından derhal kabul edilmesi de polis ve yargının bir blok olarak birlikte hareket ettiği yönündeki algıyı güçlendirdi. Bu algıya sadece bu gelişmeler yol açmadı. Cemaati eleştirenlerin değil, devlet içindeki bağlantılarını soruşturanların başlarına genellikle bir şeyler gelmesi (bu saydıklarıma Ahmet Şık ve Nedim Şener birer örnektir) ve KCK’ya yönelik operasyonların cemaate yakın basın tarafından şevkle desteklenmesi de, bir nevi ‘sağlama’ fonksiyonu gördü. Bu operasyonları yazdığım sırayla yan yana koyup bir de ‘gözaltı, tutuklama ve iddianamelerdeki ikna edici olmama endeksi’ gibi bir endeks oluşturur ve bunu da bir grafik haline getirirsek, çizginin sona geldikçe yukarı çıktığını görürüz.

Bütün bunlar olurken AKP’ye yakın basında çok az kişi bu gelişmelerden şikâyetçi idi. Bunlar da zaten liberal düşünce dünyasından gelip AKP’nin devlet içindeki çeteleşmenin üzerine gitmesinden umutlananlar arasından çıktı. Bu kesim dışında AKP medyasından neredeyse hiç itiraz sesi çıkmamıştı. Ancak operasyon MİT’e uzanınca, AKP’nin ve AKP medyasının itiraz, cemaat medyasnın ise “Ne yapsaydık, işlem yapmasa mıydık?” tavrı içine girdiğini gördük.

Tablo bu. Peki yazının başlığında niye ‘AKP krizi fırsata mı çevirecek?’ diye yazdık? Sular durulurken, AKP’nin ağzından değilse bile AKP’li gazeteciler ve kamuoyu oluşturucu kişilerin ağzından şöyle bir hava yayılıyor sanki:

“Parti zaten bu operasyonların böyle, kurunun yanında yaşı da götürecek şekilde yapılmasına taraftar değildi. Gördünüz işte, bunlar öyle güçlü hale geldiler ki sistemi bile tehdit ediyorlar neredeyse.”

Böyle bir havanın yayılacağının ipuçlarını görmekteyiz. Bu, AKP’nin işine gelecektir doğrusu. Çünkü hem böylece yavaş yavaş kaybetmeye başladığı liberallerin desteğini tekrar kazanacak, hem kamuoyu gözünde cemaati bir miktar günah keçisi haline getirecek, hem de bu itişme içinde psikolojik bir güç kazanabilecektir.

Görüldüğü gibi, kriz AKP’ye böyle imkânlar sunuyor. Bitmedi. Bu kriz vesilesiyle üst düzey devlet memurlarının soruşturulması için Başbakan onayını şart koşan bir yasa getiriliyor. Hakan Fidan meselesi üzerine oluşturulan ve ‘kişiye özel bir düzenleme’ vasfı taşıdığı apaçık ortada olan bu düzenlemenin mantıken epey tartışma çıkarması beklenir. Muhtemelen, TBMM faslında muhalefet bu yasaya sertçe karşı çıkacaktır. Ancak az önce tarif etmeye çalıştığım atmosferin de yardımıyla AKP bu yasayı muhtemelen zorlanmadan, kendi oylarıyla çıkaracaktır. Böylece Erdoğan kendine yeni bir ‘otorite’ alanı daha ihdas etmiş olacaktır

Dikkat ederseniz, bu hengâme içinde gümbürtüye giden, yine KCK ve Kürt meselesi oldu. “Yüzlerce hatta binlerce kişiyi gözaltına alıp tutuklayarak Kürt meselesinde nereye varmaya çalışıyorsunuz?” sorusu artık kayboldu, ‘KCK içinde MİT ajanı var mı yok mu? Varsa, bunları deşifre eden polis-yargı iyi mi etti, kötü mü etti?’ tartışması öne çıktı. Böylece baştan beri sorgusuz sualsiz bir baskı politikası haline gelen KCK operasyonları yine meşruiyetini korumuş oldu. Keza MİT’in etrafına da yeni bir koruma kalkanı ve ‘içte-dışta sorgusuz sualsiz iş görme’ imtiyazı getirildi. Görünen manzara, Erdoğan’in üç kritik görevdeki polis, bir de soruşturmayı yürüten savcıyı dosyadan almasıyla AKP’nin hamle üstünlüğünü ele geçirdiği ve cemaati ‘rahat durmaya’ zorladığıdır. Başbakan Erdoğan’ın yakınındaki isimlerden Yalçın Akdoğan’ın ‘Yasin Doğan’ ismiyle Yeni Şafak’ta yazdığı ‘aramızda ayrı gayrı olmaz’ temalı ve ‘konu kapansın’ esprisindeki yazıda da bunun izleri var. Şu cümleler önemli: “İki farklı kulvarda hareket eden bu yapılar arasında güç ve iktidar çekişmesi yaşanmasını murad edenler yine hayal kırıklığına uğrayacaktır. (...) Bu girişimi başlatanlar [MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağrılmasını kastediyor. YD] istemeden böyle bir duruma sebep oldularsa bir adım sonrasını göremeyecek bir yetersizlik içindedirler. Eğer bunu bilerek yaptılarsa ortada daha vahim bir durum vardır ve söylediklerinin tam tersi bir tezgâhın parçası olmuşlardır.”

Benim şahsen bu son cümleden anladığım, cemaate “Bu arkadaşları ayıklayın, yolumuza devam edelim” deniyor. Özetle, bu maceradan, AKP ve Erdoğan otoritesini güçlendirerek çıkacak gibi görünüyor. Ve muhtemelen buna da ‘ileri demokrasi’ dememiz beklenecek.