YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Direksiyonu sağa kırarsan kontrolü kaybedersin

 

Pazar günü Taksim Meydanı’nda düzenlenen, Hocalı Katliamı’nı anma mitinginde açılan pankartlar, atılan ırkçı sloganlar, mitingin ve billboard’larla gazetelere verilen ilanların finansı konusundaki belirsizlik ve nihayet mitingin resmi bağlantıları, bu konuda her ne kadar haber yapılmış ve bu tabloyu eleştiren yorumlar yapılmış ise de hâlâ tartışılmaya, deşilmeye muhtaç. Zira konu sağ ve merkez basının yaptığı gibi üstü örtülecek gibi değil. Mitingin düzenlenmesi, hazırlık aşamaları, bu aşamalara resmi çevrelerden kimlerin nezaret ettiği, hükümetin ne boyutta bu işin içinde olduğu, son derece önemli. Önemli, zira Hrant Dink cinayetinde bir örgütün bile bulunamayışına tepki gösterdiğimiz ve üstüne üstlük hükümetin bu durumu anlayamadığını ifade etme ihtiyacı duyduğu bu dönemde, provokasyona son derece açık bir mitingin nasıl yapıldığı, en azından hükümet açısından izaha muhtaç. Özetle, perde arkasında malum sistemin ‘bir şekilde’ hâlâ çalıştığı, üstelik büyük ihtimalle buna hükümetin göz yumduğu şüphesi, kuvvetli biçimde doğmuş durumda.

Bu, işin ‘operasyonel’ kısmı. Bir de zihniyetle ilgili kısmı var ki, onun üzerinde bence daha uzun uzadıya durmalıyız. Mitingin ardından liberal, demokrat ve sol kamuoyundan peşpeşe gelen reaksiyonlarda İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in mitinge katılması ve burada son derece milliyetçi bir konuşma yapması, doğal olarak eleştirildi. Elbette, kabinenin en şahin ismi olan İçişleri Bakanı’nın bütün o iğrenç afişlerin önünde konuşma yapması tepki gösterilecek bir olgudur. Ama şimdi, mitingden üç gün sonra, buraya nasıl gelindiğini şöyle bir gözden geçirmek gerekli olabilir.

Dolayısıyla, biraz geriye gitmemiz ve hükümetin, bilhassa Başbakan Erdoğan’ın 1915 kıyımı konusundaki tavrını gözden geçirmemiz lazım. Bu konunun gerek Fransa’da, gerek dünyanın başka bir yerinde, gerek Türkiye’de her gündeme gelişinde AKP ve Erdoğan’ın aldığı sert tavrı biliyoruz. Türkiye’nin bu konudaki katı çizgisini yineleyen, hatta zaman zaman daha da ‘sağ’a taşıyan bir tutumdu bu. Aslına bakılırsa, AKP’nin bir sağ parti olduğunu hesaba katarsak bunda bir gariplik yoktu; sadece, bu tip konularda daha önce atılan pragmatist adımlar kamuoyunda farklı bir beklenti oluşturmuştu. Ama iş meselenin özüne geldiğinde AKP hemen şahinleşmiş, hatta ‘gösteri’ye kaçan hırçınca adımlarını rahatlıkla atmıştı. Buna en son örnek, AB ile müzakerelerden sorumlu devlet bakanı Egemen Bağış’ın soykırımı inkâr etmeyi daha önceleri suç sayan İsviçre’de yaptığı konuşmadır. “Soykırım yoktur diyorum, hodri meydan, gelsinler tutuklasınlar” diye kameralara açıklama yapan Bağış, kendince bir güç gösterisi yapmaktaydı ancak bu tip çıkışların milliyetçi tabanda geniş yankı bulduğunu bilmiyor olamazdı. Ama kritik nokta şu ki, bu yankı onun değil başkasının işine yarıyordu. Dolayısıyla, meselenin can alıcı noktasına gelebiliriz. Burada AKP’ye birkaç not iletmek isterim, Türkiye’nin siyasi denklemi açısından, ki aslına bakarsanız bunları bilmiyor olamazlar.

• Direksiyona sağa kırdığınızda belki biraz fazladan sağ oy alırsınız ama sizden daha sağda yepyeni bir zemin oluşturmuş, ya da o eski milliyetçi zemini tahkim etmiş olursunuz.

• Bu milliyetçi zemin manipülasyona açık bir zemindir. Devletin karanlık odakları buralardan beslenir, buralardan –niyeyse izi bir türlü sürülemeyen– örgütler kurarlar.

• Bu yeni oluşan ya da kendini tahkim eden milliyetçi zemin genel olarak milliyetçi söylemi yeniden dolayıma sokan ve sahiplenen hükümeti beğenmez, ikiyüzlü bulur. Onun belki eteğinde, ama dışında cereyan eder. Kurumsallaşmış milliyetçiliğe karşıdırlar; yerel düzeyde, operasyonel ve reaksiyoner bir milliyetçiliğin peşindedirler; hükümetin kurumsallaşmış ve hükmedici, söylem sahiplenici, oy devşirici milliyetçiliği, bu kesim için ‘engelleyici’, tekinsiz ve çıkarcı bir otoriteyi ifade eder.

• Dolayısıyla direksiyonu sağa kırmanın hiçbir hükümete faydası olmamıştır. Bunu yaparak sadece merkez sağ hattı daha da sağa kaydırmış olurlar ama oradaki kitleyle buluşamazlar, sadece onları da daha sağa ötelerler. (Herkesin birer sandalye sağa kayması gibi düşünün.) Bir de, bu daha sağdaki kitleye bir hareket serbestisi kazandırmış olurlar. O kitle mesajı iyi alır, hangi konuda nereye kadar gideceğini hemen çözer. O pankartlar, o rahatlık içinde hazırlanmıştır.

• Bu durum bir ‘resmi politika’ haline geldiğinde hükümet kontrolü yavaş yavaş kaybeder. Daha sağdaki kitle, hareket serbestisi kazandığını fark etmiştir. Bütün iş, onlara reaksiyoner motivasyonu verecek resmi/yarıresmi, ‘kurumsallaşmamış’ abilere kalmıştır artık. Ve direksiyon sağa kırıldığında kimin resmi, kimin yarıresmi olduğu, kimin kim adına hareket ettiği artık birbirine karışır. O karanlık âleme dalınmıştır artık. Herkes herkesin azmettiricisi olmuştur.

• Özetle, direksiyonu sağa kırarsan, kontrolü kaybedersin. Bu sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde böyle olmuştur.

Bu denklemi iyi bilenler, bir ihtimal Erdoğan’ın buraya sürüklendiğini öne süreceklerdir. Yani, bir güç –ki artık öyle bir güç kalmadığı düşünebilir– Erdoğan’ı ve AKP’yi buraya sürüklemektedir. Böyle olduğunu düşünmüyorum. Belki bir zamanlar böyle olabilirdi ama artık değil. Bu tip iklimler önce iktidarın zihinsel olarak daha sağa kaymasıyla, sonra da meydana gelen bu puslu ortamda her cins odağın kendine hareket serbestisi bulmasıyla oluşur. Bu yüzden, ilk yapılacak iş, AKP’nin kendine bir bakması, ya da Erdoğan’ın sevdiği tabirle, kendine çeki düzen vermesidir.