YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Sevinç ve soru işaretleri

Ergenekon davası ile bağlantılı OdaTV davasında tutuklu olarak yargılanan Nedim Şener, Ahmet Şık, Coşkun Musluk ve Sait Çakır’ın tahliye edilmesi sevinç yaratmakla beraber bazı soru işaretleri de doğuruyor. Bunlar üzerinde biraz durmak lazım.

Şöyle düşünmek gayet mümkün: Nedim Şener ve Ahmet Şık hakkında takibat başlatılması ve tutuklanmaları nasıl siyasi bir karar idiyse, tahliye edilmeleri de –iddianamenin çürüklüğüne ilave olarak– pekâlâ siyasi bir karar olabilir. Denecektir ki, mahkemeler delillere göre karar verir vs. Ancak burada gerek iddianame, gerek önceki duruşmalar safhasında delillere göre bir karar verilmediğini, tahmin ediyorum, genişçe bir çoğunluk kabul eder. Belki son dönemlerde peydahlanan ve bu tip davalarda savcılığın her türlü iddiasını kaydadeğer/inandırıcı bulan, bunu da kamuoyunda dile getirmekten çekinmeyen kesim bu görüşe itiraz eder, ki bu son karar, bu kesimin pozisyonu açısından da kritik bir aşamayı temsil ediyor. (Yeri gelmişken: Nedim ve Ahmet’in tutuklanmasına itiraz ettiğimizde kimileri “Öyle deliller çıkacak ki utanacaksınız” demişti. Utanan tarafın biz olmayacağını biliyorduk. Nitekim, bırakın yeni delilleri, mevcut delillerin bile ne kadar çürük olduğu mahkeme aşamasında teker teker ortaya kondu.)

Ne diyorduk; karar siyasi olabilir mi? Bu soruya yanıt vermek için Nedim ve Ahmet’in takibata uğradığı ve tutuklandığı dönemin siyasi atmosferini göz önüne getirmekte fayda var. Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılık makamı ile polisin etkinliğinin en üst düzeyde olduğu, bu soruşturmalara Gülen cephesinin gözü kapalı / agresif bir destek verdiği dönemdi bu. Ergenekon soruşturmasına destek veren demokrat cephenin bile olup bitenlerden kaygı duymaya, AKP’yi eleştiren herkesin bir şekilde ‘darbecilik’le suçlanmaya başladığı, adli takibat ‘piyango’sunun kime vuracağının hiç belli olmadığı bu dönemin zirvesi, Nedim ve Ahmet’in tutuklanması oldu. Bu gelişmenin ardından bilhassa gazetecilerden gelen tepki, başta AB olmak üzere dünyada da dikkatlerin bu gidişatın üzerine çevrilmesine neden oldu. AKP, bu gelişme sonrasında, savcılık makamında bir revizyona gidip, Zekeriya Öz’ü kızak bir makama atama ihtiyacı hissetti. Benzer bir operasyonun, Emniyet ayağında da (Ali Fuat Yılmazer’le ilgili tasarruf) yapıldığını biliyoruz. Bu durum, AKP-Gülen cephesi arasında soruşturmaların kapsamı ve hızı hakkında bir görüş ayrılığı doğmuş olabileceği yönünde bir fikir uyandırdı. Gerçi Nedim ve Ahmet davasında olup bitenler ve Başbakan Erdoğan’ın tarihe geçecek “Bazı kitaplar bombadan daha tehlikelidir” açıklaması, gözümüzün önünde olduğu gibi durmaktaydı. Ancak Erdoğan ve AKP cephesinin Ergenekon soruşturmasında artık vites düşürmek istedikleri, Gülen cephesinin ise bunun tam aksi fikirde olduğu ve AKP’yi adım atmak zorunda bıraktığı, o dönemde kulislerde konuşulmaya başlamıştı.

Zaten tam da bu dönemde AKP’nin ceza yasalarında olumlu bir revizyon öngören bir paketi gündeme getirdiği gözlerden kaçmadı. Yeni tutuklamalar (örneğin İlker Başbuğ) konusunda hükümet ve cumhurbaşkanlığı cephesinden gelen “Ne gerek vardı?” mealindeki açıklamalar da –danışıklı dövüş olabileceği hesapta tutulmakla birlikte– ortada bir mesele olduğunun göstergeleri olarak gündeme alındı. Ve sonra da malum MİT krizi patladı. Bu son gelişme, Gülen cephesinin devlet içinde kazandığı etkinliğin AKP’yi bile tehdit edecek duruma geldiğinin göstergesi olarak algılandı. Zaten Erdoğan’ın buna karşı hamle olarak hem polis hem de savcılık ayağında sert sayılabilecek bir operasyona daha girişmesi, bu görüşün bir nevi sağlamasıdır.

Dolayısıyla, gerek Ergenekon, gerek devlet içi itişmeler cephesinde yeni bir evreye girdiğimizi düşünebiliriz. AKP’nin, hükümeti zor duruma düşüren, Ergenekon soruşturmasına ise hiçbir katkısı olmayan bu tip polis-savcı hokuspokuslarına artık bir set çekmek istediğini söylemek mümkün – tabii, koca bir ‘ama’ ile. Zira AKP’nin yargı ayağında attığı antidemokratik adımlar olduğu yerde duruyor. Kamuoyunun pek ilgi göstermediği, bilhassa KCK davası ile bağlantılı gazeteci ve akademisyen tutuklamaları da tüm ciddiyetiyle önümüzde. Ahmet Şık’ın tahliye edildikten hemen sonra altını çizdiği gibi, yüzlerce gazeteci/öğrenci ve binlerce siyasetçi şu an tutuklu durumda. Güçlü bir kamuoyu desteğine sahip değiller. Bu konuda olumlu bir adım atılabileceği yönünde bir ipucu da yok. Dolayısıyla, tüm bu olup bitenler ışığında, karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor: Bu tahliyeler demokrat kamuoyunun hayli takdir edilesi ısrarı ve çabası kadar, iktidar bloku içinde bazı rüzgârların başka yönden esmesiyle de ilgili olabilir. Fakat bu rüzgârlar Kürt sorunu mevzubahis olunca muhtemelen esmiyor. Bu konuda iktidar bloku içindeki varmış gibi görünen itişme, sorunun özüne ilişkin değil. Siyasal Kürt hareketinin ne şekilde mağlup edileceği, bunun hangi kadrolarla yapılacağı sorusu etrafında şekillenen bir mücadele var. Bu yüzden, içerideki diğer tutuklular için maalesef olumlu anlamda bir ipucu yok.

Son olarak; Nedim, Ahmet ve birçok sanık son derece düzmece delil ve iddialarla hapse atıldı, itibarsızlaştırılmak istendi. Hukuk adına epey dramatik adımlar atıldı. Asli olarak bu zihniyetle mücadele, hâlâ gündemde. AKP’nin, rüzgâr başka bir yandan eserse yeniden bu yollara başvurmayacağının bir güvencesi, garantisi yok. Belli kalemlerin yeniden bu tip operasyonlara destek vereceği, savcılık makamına gönüllü olarak oturacakları ortada. Dolayısıyla, denklem olduğu yerde, ortada, öylece duruyor.