YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Sorgu seansı gibi müzakere mi olur?

Hükümetin Newroz gösterilerini polis zoruyla bastırmaya çalıştığı günlerde bazı gazetecilere servis edilen yeni bir Kürt politikasından haberdar olduk, bildiğiniz gibi. Gazetelerin ismi bilinmeyen “bir Hükümet üyesi”ne dayandırdıkları haberlere bakılırsa PKK ile artık sadece silah bırakma için temas kurulacakmış, Hükümet BDP ile temasa geçecekmiş (gazetelere sızdırılan haberdeki ifade şöyle: “Doğrudan halk muhatap alınacak ve sivil siyaset kanalıyla çözüm aranacak”). Keza “İmralı’da Abdullah Öcalan, Kandil’de veya Avrupa’da PKK muhatap alınmayacak, devre dışı bırakılacak”mış. Bu kadar değil tabii, neredeyse 10 madde, biliyorsunuz muhtemelen ama madem başladık, diğer maddeleri de yazayım: PKK, silahlı eylemlere devam ettiği sürece silahlı mücadele devam edecek; PKK silahlarını Türkiye’ye teslim ettiğinde, yargısal sorumluluğu olmayanlarla ilgili nasıl bir prosedür uygulanacağı belirlenecek; Yeni anayasada Kürt kimliği veya özerklik düzenlemesi olmayacak; Yeni anayasa, insan haklarını ve vatandaşların kanun önünde eşitliğini esas alacak; Yerel yönetimler güçlendirilecek, uluslararası hukuka dayalı ilkeler esas alınacak.

Haber sistematik bir biçimde aynı gün seçilmiş gazetecilere sızdırıldığı için neredeyse herkes planın doğruluğundan emindi ama yine de perde önünde bir teyit bekledik. O teyit de Seul’e giderken Başbakan Erdoğan’dan geldi. Aynen şöyle konuştu Erdoğan: “Terör örgütüyle sonuna kadar mücadele, siyasi uzantısıyla müzakere. Biz buna her zaman hazır olduğumuzu söyledik. Tabii ki terör örgütüyle bizler siyasi irade olarak bir masada asla (vurgu benim.YD)bir görüşme yapmayız. Fakat parlamento çatısı altında olan uzantılarıyla arkadaşlarımızın görüşmeleri oldu, dürüst davrandıkları sürece bundan sonra da olacak. Ama onlar da dürüst davranmazlarsa onlarla da görüşecek değiliz. Tabii bizim derdimiz çözümdür. Kendi iradeleri yoksa kendi iradelerini kullanmıyorlarsa İmralı ve Kandil'in ağzıyla konuşuyorlarsa onlarla da müzakereleri keseceğiz.'

Bu alıntıyı şu yüzden yaptım. Öncelikle Erdoğan’ın hem konuya, hem de BDP’ye bakışı hiç de sağlıklı görünmüyor. Hâlâ meseleyi bir terör sorunu, BDP’yi de “terör örgütünün uzantısı” olarak görmek, BDP’yi yıllardır (1990’lardan beri) verdikleri oylarla TBMM’ye taşıyan Kürt halkının taleplerine ve bölgedeki dinamiğe kulak tıkamak demektir. “Meseleyi hiç anlamamak demektir” diyeceğim ama bunun böyle olmadığını biliyoruz. Erdoğan çapındaki bir siyasetçinin meseleyi anlamayacağını düşünemeyiz. Anlıyorlar. Ve kasten böyle yaklaşıyorlar. Asli meselemiz budur, bir kere. Zira meseleye “bir terör sorunu”, BDP’ye de “terör örgütünü uzantısı” olarak bakıldığında masanın yüksek yerinde oturma imtiyazı devlete ve hükümete ait oluyor her zaman.

Ve denklem bir kere böyle kurulunca yapılan şey bir müzakere olmuyor. Bu üstten, ama epey üstten bakışla meseleye derinlikli ve uzun vadeli bir çözüm bulmak mümkün değil. Belki bir süreliğine demokrat ve liberal cepheyi oyalar, dış dünyaya “Uğraşıyoruz işte kardeşim, görmüyor musunuz?” gibisinden bir imaj verir, siyasal Kürt hareketini de bir süreliğine meşgul edebilirsiniz.

Kaldı ki, şu da var. Ne diyor Erdoğan?: “[Görüşmeler] dürüst davrandıkları sürece bundan sonra da olacak. Ama onlar da dürüst davranmazlarsa onlarla da görüşecek değiliz... İmralı ve Kandil'in ağzıyla konuşuyorlarsa onlarla da müzakereleri keseceğiz.”

Bir kere BDP’nin dürüst davranıp davranmadığına karar verme gibi bir imtiyaz tanıyor Erdoğan kendisine. Bu imtiyaz niçin hükümette oluyor? Ve hükümetin her seferinde dürüst davrandığını nereden çıkardık ki? PKK ile peşpeşe görüşmeler yaparken önce bunu yalanlayan, sonra “Biz değil devlet görüşüyor” diyen bu hükümet değil mi? Oslo görüşmelerinin dökümleri hâlâ duruyor. Hakan Fidan “Olayın teknik görünen bir çalışmadan öte daha siyasi içerikli daha farklı bir boyuta taşınması ihtiyacı hasıl olunca sayın başbakanımız bu konuda beni görevlendirdi.” dememiş miydi? Yalan mı söylemişti?

Bu örneklere bile gerek yok esasen. Bu buyurgan tavır pek umut vermiyor. Keza diğer maddelerde de aynı buyurgan, hak bahşeden tavrı görebiliyoruz: “Yeni anayasada Kürt kimliği ya da özerklik düzenlemesi olmayacak” maddesi mesela. Evet olmayabilir, ama bu sonuca bir görüşme sonucu ulaşılması, hükümet cephesinin, eğer olmayacaksa, bunun niçin olamayacağı konusunda karşı tarafı ikna etmesi gerekmez mi? Bu konu baştan böyle konunca, pardon da, ne görüşeceksiniz?

Ve tabii en muhataralı alan. Öcalan ve Kandil ile görüşme konusu. Bunun neden kategorik olarak reddedildiğinin makul bir açıklaması yok. Gerek Öcalan’la gerekse PKK ile bu hükümetin görüşmeler yaptığını, hatta epey ilerlendiğini gördük. Yapılabiliyor yani, tabu değil. Evet bu yüzden (ya da başka bir yüzden) Gülen cephesiyle bir itişme olduysa da bu sayede kamuoyunun “temas”tan yana olduğu ortaya çıktı. Zaten bu hava içinde Erdoğan Gülen cephesini en azından perde önünde bu kadar geriletebildi. Dolayısıyla şimdi Öcalan ve PKK ile görüşmüyorum diyorsanız, bu, meseleye köklü bir çözüm düşünmediğinizi gösterir. Zira siyasal Kürt hareketinin üç cepheden (Öcalan, PKK, BDP) oluştuğu artık açık seçik ortadadır, bir vakıadır. Bu olgunun büyükçe bir kısmını görmezden gelmek, hatta o büyükçe kısma diz çöktürmeye çalışmak, çözüme yardımcı olmayacaktır.

Özetle, hükümetin BDP ile görüşmesi, şartların az çok eşit olduğu bir müzakereden çok, bir sorgu seansına benziyor. Daha doğrusu hükümetin kafasında böyle bir ‘denklem’ olduğu anlaşılıyor. Üstelik Özgür Gündem’i kapatarak şartları iyice eşitsiz hale getirmeye çalışıyor. Bu, galiba hükümetin siyasal Kürt hareketine, yani Kürt halkının önemlice bir kısmına bakışını da özetliyor.