BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

KARMAKARIŞIK

Başlıktan anladınız… Karmakarışığım. Konsantrasyonum sıfır. Önümde boş bir sayfa, öylece oturuyorum. Beynim kâh konudan konuya uçuyor, kâh uyuşup kalıyor. Ellerim garip bir şekilde alışmış, kendi kendine yazıyor. Gözüm yukarıdaki satırları fark edince birden, şaşırıyorum; kim yazdı bunları yahu? Vay canına, nasıl da görev bilinciyle otomatiğe bağlamış ellerim... Beynimden bağımsız çalışabiliyorlar demek. Olabilir mi? “Bi dur” diyorum sonra kendi kendime, “Bi dur da yokla gönlünü, bak bakalım nedir olan?” Ve “gönül” der demez anlıyorum. Ellerim, kimsenin yerini bilmediği, o pek sevdiğim ‘gönül’ denenle özel bir bağ kurmuş meğer. Beynim boşuna çırpınıyor, denetleyecek, seçecek, sıraya koyacak diye. Gönül çoktan kararını verip teslim etmiş sazı ellerime. Var mı bu durumda kulak vermekten başka bir çarem?

Hem gönlüm haklı… Çok yüklenildi ona geçtiğimiz haftasonu, bir dolu yoğun, karmaşık duygu ağır geldi. Bir de Zadig (Paskalya) haftası olduğunu fark edince taştı. Diline verdi. Ellerim de ondan yana olmak zorunda kaldı. “Zadig haftası olduğunu yeni mi fark etti?” dediniz şimdi. Demeyin. Bayram seyran, aile olmazsa önemini kaybediyor. Ayrıca biz, yani gönlüm ve ben, Arto gideli Zadig’leri sevmiyoruz artık. Ben pek aldırmıyorum ama o, hüzünleniyor. Neyse, bu konuyu kapattım. Gelelim haftasonu yüklenmesine.

Bildiğiniz gibi, geçen hafta, tüm tiyatrocular Dünya Tiyatrolar Günü’nü kutladı. Biz de dokuz yıldır yaptığımız gibi, sonrasındaki ilk Cumartesi gecesi, hoş bir etkinlikle kutladık. Haberi var. Onu yazmayacağım. Bir tek Serda’cımla gurur duyduğumu yazacağım, o kadar. Kolay unutulmayacak bir geceydi. Güzeldi. Ama içimdeki burukluğu söylemezsem samimiyetsizlik olur. Kalabalık bir izleyici ve yoğun bir ilgi vardı. Ama hepimizin Tarık Abi’si Tarık Papuççuoğlu ve Aram Abi’si Aram Gülyüz’den başka, yalnızca bir-iki kişi dışında, esas paylaşmak istediklerimizden kimse yoktu. Salonu dolduranlar izleyiciydi. Bizimkiler değildi. Her yıl aralarına bir yenisinin katıldığı, kaybettiğimiz ‘can’ları anarken, o anılanların en yakın ‘can’ları yoktu. İstemeden “Bir gün ben de ölürsem...” düşüncesi geçti aklımdan. Buruldu gönlüm. Ertesi sabah tam, Ani Setyan’ın, sevgili Sevag Balıkçı’nın çalışmalarını derleyerek düzenlediği, ‘Eksik’ adlı seramik sergisinin açılışına gitme fikrine şartlanmış ve hüzünlenmişken, yeni bir ölüm haberiyle sarsıldım.

Biz bir gece önce tiyatro aşkıyla coşup taşarken, bir tiyatro âşığı daha hayatını kaybetmekteymiş meğer. Ki iyi olsaydı, o gecenin kaçırılmaması gereken sürprizlerini duyar ve mutlaka gelirdi. O, benim çok sevdiğim, çok iyi dostum ve çok az kalan akrabalarımdan biriydi. Bir tiyatro âşığıydı. Uygun bir ortamda yetişseydi kesinlikle iyi bir tiyatrocu olurdu. Amatör, profesyonel, hiçbir oyunu kaçırmazdı. O olmasaydı, şimdi Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu olan, Şişli Arzu Pasajı’ndaki tiyatro yapılamazdı. Adı Avedis Belli. Buraya kaydediyorum. Not düşülsün tarihe. Güzel bir insan eksildi dünyadan. Bilirsiniz; söz uçar, yazı kalır.

İşte böyle. Önce onun evine gittim, sonra Sevag’ın sergisine. Ve bütün gün ağladım. Tabii böyle karışır gönlüm, değil mi?

Paskalya Bayramınız kutlu olsun.