YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Yeni anayasa: Evet ama nasıl?

Güncel gelişmelerin araya girmesiyle yeni anayasa tartışmaları geride kalmış gibi görünse de, gerek azınlıklar, gerek merkez siyaset cephelerinde yeni anayasa çalışmalarının sürdüğünü biliyoruz. Hükümet çevreleri ve AKP medyası “Hep birlikte demokratik anayasa yapıyoruz” havasını korumak için ellerinden geleni yaparken, muhalif ve tarafsız çevreler de AKP’nin siyasi ihtiraslarını akılda tutmak kaydıyla çalışmalara katkı vermeye, en azından katkı çağrılarını cevapsız bırakmamaya çabalamakta.

Bu grubun ana bileşenleri, Kürtler, Aleviler, Çerkes/Laz gibi çeşitli etnik gruplar ve devletin ‘azınlık’ olarak tanımladığı cemaatler. Belki, geleneksel devlet otoritesinin / erkek-çoğunluk tahakkümünün bugüne dek ezdiği, dışladığı her tür cins, grup ve inanış da (kadınlar, kadın hareketleri, eşcinseller) bu cepheye eklenebilir. Yeni anayasa çalışmalarına ihtiyatlı bir iyimserlikle bakan bir cephe bu. Bu cephenin tek bir görüşü savunmadığını biliyoruz; renkli, çeşitli fikirler var. Siyasal Kürt hareketinde de, muhtemelen, kendini bu grupta değil, ‘TC’ ile teketek pazarlığa oturan bir pozisyonda görmek isteyenler vardır, olacaktır. Kendi aralarındaki görüş farklılıkları ne olursa olsun, bu cephenin asgari olarak birleştiği ilke, bugüne dek devlete hâkim tonunu veren ‘Sünni-Türk’ vurgunun yeni anayasada azaltılması / revize edilmesi olacaktır. Gayet makul bir talep bu.

Fakat eğitim yasası konusunda olup bitenler, bu konuda umutlu olmak için bize imkân veriyor mu? 4+4+4 yasasında tartışılacak sayısız konu var, onlara girmeyeceğim ama yasanın yapılış biçimi ve son anda eklenen yenilikler, üzerinde durulması gereken, ilkesel bir durum arzediyor.

Gereğince tartışılmadan hayata geçirilmiş bir yasadan bahsediyoruz. AKP’nin asli argümanı, ‘28 Şubat darbesiyle getirilmiş bir uygulamadan kurtulmak’ üzerine kurulu. Doğru, bu sekiz yıl kesintisiz eğitim meselesi o vakit zorla uygulanmıştı. Koşullar kıyaslanamaz ama AKP’nin de konuyu paldır küldür gündeme getirip, kamuoyunda tartışılmasına neredeyse hiç izin vermeden, TBMM’yi de olağandışı bir hızla çalıştırarak hemen seneye başlayacak şekilde yasalaştırması pek demokratik görünmüyor. Bu bir.

İkincisi, karşımıza bir ‘milli irade’ argümanı çıkıyor; “%50’nin üzerinde oy almış bir parti olarak milletimizin talebini yerine getirdik” dendiği anda, tartışma başka bir açıdan da, baştan kesilmiş oluyor. Bu argüman da pürüzsüz değil. Bir kere, bu, herkesin hayatını etkileyen, hayati bir konu. Çocukların eğitiminden bahsediyoruz. Seçimde ortaya çıkan bir iradeyi kamusal bir konuda, üstelik bu şekilde ‘tek ve kapsayıcı’ doğru haline getirmek uygun mu? Laik-elit kesimin tüm karşı çıkışlarına rağmen, imam hatip lisesi - düz lise ikili sistemi, esasen, daha problem çözücü. Üstelik bu sistem yaygınlaştırıldığında toplumun –azınlıklar dahil– diğer bileşenleri de rahatlayabilir. Bu nokta üzerinde etraflıca durulabilir.

Bunlara bağlı olarak, iktidarın insanların hayatına bu kadar müdahil olmasını da not etmeliyiz. Yasal uygulamalar ile kürsülerdeki telkinleri birleştirdiğimizde, insanların kaç çocuk yapacaklarına karışan, çocukların ve ergenlerin eğitimini, günlük/mesleki hayatını detaylı biçimde planlayan bir otorite beliriyor önümüzde. Boğucudur. Erdoğan Kur’an dersi için “Bu bir seçmeli ders. Tekme tokat sokacak değiliz” diyor. Birincisi, böyle bir şey zaten hiç düşünmedik. İkincisi, toplumun dinamikleriyle, günlük yaşayış ritmiyle bir ‘iktidar/otorite’ yani çok güçlü bir aktör olarak oynadıktan ve bu ritmi bozduktan sonra, “Zorunlu değil ki” dediğinizde mesele birdenbire çözülmüş olmaz. Konu uzun, Surp Zadig nedeniyle bu hafta yerimiz dar; haftaya devam edelim. Ve yeri gelmişken: Hepinizin bayramı kutlu olsun.