BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Ekmek ve gül

Ne güzel bir isim seçilmiş, değil mi? Bu, Hayat Televizyonu kanalındaki bir kadın programı. Geçtiğimiz Salı, Sevda Karaca’nın hazırlayıp sunduğu bu programa konuk olarak katıldım. Hem de canlı yayın. Heyecanımın derecesini ancak beni yakından tanıyanlar tahmin edebilir. Hem sahneye çıkmadan önceki halimi, hem de kamera fobimi bilenler... Bilmeyenlere, asla inandırıcı gelmez, bunca yıldır tiyatroyla içi içe ve çocukluğumdan beri sahnelerde olduğuma göre... Biraz garip, hatta komik ama böyle işte. Durun, kendi garip halimi sonraya alıp, önce sizi biraz kanal ve program hakkında bilgilendireyim. Çünkü bilmeyen çok.

Hayat Televizyonu, yayın hayatına dört yıl önce başlamış, “hayatın ikinci kanalı, hayatın tüm renkleri” diyerek yola çıkmış. Uydu veya internet aracılığıyla izlenebiliyor, ve sanırım o yüzden herkes bilmiyor. Ama bir kere öğrenen sürekli takipçisi oluyor. 2008’in Nisan ayından beri, her gün 14.10-16.00 saatleri arasında canlı yayın olarak yaptıkları ‘Ekmek ve Gül’ adlı programda, kadınların hayatlarına dair, iyi kötü, somut soyut, güzel çirkin, her şeyi ekrana taşımaya çalışıyorlar. Bu programın kararını, demokratik kitle örgütleri, mahalle dernekleri, baro, tabip mimar mühendis odaları ve bir dolu kadın çalışmaları yapan birimin desteği ve yönlendirmesiyle almışlar. Her gün birbirinden ilginç konular ve konuklar seçerek, ünlü ünsüz her kesimden kadının hayatını paylaşıyorlar.

Bu televizyonla ilgili bilgileri internetten edinebilirsiniz. Reklam oluyor biraz ya, olsun. Bence bir göz atın, pişman olmazsınız. Ama ne yazık ki beni kaçırdınız artık. Salı gününe denk geldiği için önceden haberini yapamadık tabii. Ohoo, neler oldu neler... Heyecanlıydım ya, ortalığı birbirine kattım. Şaka tabii ki... Benim tüm heyecanım, “Başla” dendiği anda biter. Sahnede de öyledir, hastalığım bile geçer. Elbette şimdi konuyu merak ediyorsunuz. Malumunuz, tam da 24 Nisan günüydü. Konu, Türkiye Ermenistan Sinema Platformu filmleri kapsamında yer almış olan ‘Kaybolmayın Çocuklar’ filmiydi.

Filmin konusu, bilinen sebeplerden, şimdi artık var olmayan, Tuzla’daki Kamp Armen’di. Çocukluğu o kampta geçen Garabet Orunöz’le kız kardeşi Filor’un hayat öyküsünden yola çıkarak, Gülengül Altıntaş’ın kurguladığı ve senaryolaştırarak yönettiği bu kısa filmde, ben de Filor’u oynadıydım. O da malum kamera fobimle ilgili başka bir heyecan olayıydı, ki anlatmıştım o zaman, bir daha anlatmayacağım.

Neyse, konu buydu. Dolayısıyla, bu canlı yayının konukları da, ben, sevgili Gülengül Altıntaş ve sevgili Besse Kabak’tı. Üçümüzün de o kampla farklı bir ilişkisi ve farklı etkileşimleri vardı. Gülengül, daha önce başka bir projeyle ilgili olarak bulunduğu ve Garabet’in öyküsüyle örtüştürdüğü; Besse, çocukluğunun kısa da olsa bir bölümünü geçirdiği; ben ise, ilk kez bu vesileyle gördüğüm o ‘kamp’tan, kendimizce etkilenmiş ve farklı duygular biriktirmiştik.

İşte bunları konuştuk. Başlangıçta Besse ve ben, kampın gasp edilişi meselesinden yola çıkılarak, bir şekilde bir şeylerin 24 Nisan’a, 1915’lere bağlanacağının, bizim de birer Ermeni olarak, üç-beş kelam etme ihtimalimizin tedirginliği içindeydik. Ermeni olmayan bu tedirginliği anlayamaz. Üzerine gelindiğinde neler gelir dilinin ucuna, söyleyemezsin. Yüreğin isyan etse de suskunluğa ve tevekküle alıştırılarak yetiştirilmişsindir. Nitekim arada geçen belgesel niteliğindeki görüntülere takıldıkça gözümüz monitörde, hafiften irkilerek gözlerimiz dolmuyor değildi de. Ama hiç de düşündüğümüz kadar zor olmadı o malum ‘flashback’ler. Çünkü programı yapan Sevda Karaca ve biz konukları, dört kadın içtenlikle almıştık yüreklerimizi avuçlarımıza bir kere.

Son söz olarak, bu işle ilgili duygularımı sorduğunda söylediklerimi aynen paylaşmak isterim sizlerle. Filmin bir yerinde, Garo’yu oynayan Menderes Samancılar ile, bekçiyi oynayan Hikmet Karagöz’ün, bahçedeki havuzun başında konuştuklarıydı bu. İçinde kırmızı balıklar olan havuzun üzerini dallarla örtülmüş görünce, eski bir alışkanlıkla açmaya çalışıyor Garo. Bekçi koşup engel oluyor.

“Ne yapıyorsun? Açma, sonra martılar yiyor balıkları.” “Martılar ne yapsın bunları? Gölde balık mı yok?” “Yok tabii. Gölde balık kalmadı ki...” Hepsi bu dostlar. Gölde balık kaldı mı ki?