BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Ormanlarımız ve biz

Gün geçmiyor ki, cep telefonu veya internet aracılığıyla, kâğıt israfını engelleme konusunda bir mesaj ya da ileti almayalım. Özellikle “Kâğıt fatura yerine, faturalarınızı e-fatura olarak alın, hem şu kadar süre bedava mesajlaşın hem de ağaçları koruyun” veya “Kâğıt faturalar için ormanların katledilmesine son. Faturanız cebinize gelsin...” şeklinde. Bunun için belli bir numaraya mesaj atıp onaylamak gerekiyor filan falan. Pek güzel, pek doğru. Gerçi o numaraya günde şu kadar kişi mesaj atarsa, bağlı olduğu servis sağlayıcı kurum kaç para kazanır onu bilemem. Mesele o değil. Mesele ormanların korunması.

Ne lazımsa yapmak gerekir ormanları korumak için. Cep telefonlarına maç sonuçları, hava durumu gibi şeyler geliyor da faturalar mı gelmeyecek... Boş yere kâğıt israfı yapmazsak, kim bilir kaç ağacı kesilmekten kurtarmış oluruz. Zaten artık insanlar bilumum yazılarını da bilgisayarda yazıyorlar. İyi oluyor, bir yazı tamamlanana kadar kaç kâğıt yırtılıyordu. Manzara kapanıyor ya da dükkân tabelası veya reklam afişi görünmüyor diye kesilenler sayılmaz. Her yaz kazayla veya kasıtlı olarak harıl harıl yakılanlar da...

Gereksiz yere sık sık budana budana küsüp de artık yeşermeyenleri ise saymaktan çoktan vazgeçtim. Onlar başa çıkılacak gibi değil. Mezarlıklardaki ağaçları bile sırf güdük birer gövde olarak bırakıyorlar. O nedendir bilmem. Yaprakları oraya buraya dökülüp de pislik çıkarmasınlar diye herhalde. Belki de ölüler arasında polen alerjisi olanlar vardır; yazık, bir de yattıkları yerde eziyet çekmesinler.

Bir ara hepimiz yığın yığın KDV fişi topluyorduk. Ay sonlarında, hesap makineleri elde, kuruş kuruş hesaplayarak, bakkal çakkal, eş dost el ele verip yardımlaşarak, maaşlarımızdan şakır şakır kesilenleri gıdım gıdım denkleştirmeye çalışıyorduk. Ne kâğıt harcanıyordu, değil mi? Allahtan onlar kalktı artık. Ayrıca, az eziyet de sayılmazdı. Sizi bilmem ama benim için kâbus gibiydi. Hiç sevmem hesap kitap işini. Peki, madem öyle, neden her alışverişte hâlâ bir dolu kâğıt tutuşturuyorlar elimize? Hele market alışverişlerinde, metre metre... Çantamız, cebimiz kâğıt doluyor. Ne oluyor onlar? Buruşturulup, hoop çöpe.

Doğru, insan neyi kaça aldığını bilmeli, satıcılar da bunun hesabını vermeli. Bunun için başka çare yok gibi görünüyor. Onlar da cep telefonuna mesaj olarak gönderilecek değil ya. Gerçi bazı alışveriş yerlerinin, küçük alışverişler için bit kadar fişler verdikleri oluyor ama marketlerinki adeta destan.

Neyse, belli ki hepten kaldırılmaları mümkün değil ama bence hiç olmazsa biraz küçülebilirler. Düşündükçe benim aklıma başka çareler de geliyor ama yine de bütün bunlara razı oluyorum. Peki ya yeni açılan bir dükkânın tanıtımı veya bir ürünün reklâmı için apartman kapılarının altından atılan deste deste kâğıda ne demeli? Kim o kâğıtlardan birini alıp evinin başköşesine koyuyor? Şöyle bir göz atılarak ya da hiç bakılmadan çöpe atılmıyorlar mı? Caddelerde, sokaklarda, oradan oraya savrulup durmuyorlar mı? Onlar kâğıt israfı değil mi?

Ayrıca, naylon poşetler doğaya zarar veriyor diye artık kâğıt poşetler kullanmaya çalışmıyor muyuz? O kâğıtlar ne oluyor? Biz küçükken, eski gazeteler kese kâğıdı yapılırdı. Gazeteler nasılsa çıkıyor, okunup bittikten sonra çöpe atılacaklarına, böyle bir işe yararlardı. Modası geçti artık. O iş için özel kâğıtlar üretiliyor şimdi.

Ağaçlar yeşillerini giyindiler ya, şehrimizin sembolüyken, tek tük kalan erguvanlar da pek üstüme geliyorlar. Yine sevdalardayım. Bakıp bakıp iç geçiriyorum. Bir de, inanmayacaksınız ama ‘Yüzüklerin Efendisi’ üçlemesini, yine yeniden, bilmem kaçıncı kere okuyorum. Benim ırlarım tutarsa onları okurum. Çok gençken, ‘E.T.’yi okurdum. Belki başkalarının de vardır böyle, olumsuzluklara takılmamak için tekrar tekrar okuduğu kitaplar. Eşim de ‘Zorba’yı okurdu mesela, bir de ‘Kaptan Grand’ın Çocukları’nı.

Bunların yukarıda yazdıklarımla ne ilgisi var, değil mi? Şöyle oldu. Tam da, hareket edebilen ağaçların, bir ordu kurup kötü insanları yendiği bölümü okurken, cep telefonuma böyle bir mesaj düştü. Eskiden eşimle pek sık gittiğimiz bir çınar altı meyhanesi vardı. Bir gün ulu çınara baktı baktı ve “Bir düşünsene” dedi, “Allah bunları hareketli yaratsaydı ne olurdu?” Tolkien düşünmüş. Siz de bir düşünün. Bir gün ormanlar yürümeye başlasalar neler olurdu acaba?

Bugün 1 Mayıs. Yazılıp çizilecektir elbet. Ben bu ruh durumuyla, her şeye kulaklarımı tıkayıp, yazımı sevdiğim ağaçlara armağan ediyorum. Ne de olsa onların da bayramı.