YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

‘Sükût’tan ‘ikrar’a geçiş mi?

“Bu sükûtun bir anlamı olmalı” yazılarının ikincisi olan geçen haftaki yazımı şöyle bitirmiştim: “Dindar muhafazakârlık, söylemindeki yumuşaklığa rağmen, İslam dışı cemaatlerin iktidara ortak olacak veya kamusal alandaki yekpareliği bozacak kadar kalabalık/etkili olmasını istemez. Bu cemaatlerin sınırlı/sembolik düzeyde kalmaları ve onlara sahip çıkma adı altında kendi hâkimiyetlerini/otoritelerini meşrulaştırmaları, en ideal durumdur.”

Gelişmeler bana “Kaldığın yerden devam et” dedi. Zira haftabaşı Başbakan Erdoğan’ın “Ben hiç ‘tek dil’ demedim, ‘tek din’ dedim” açıklaması hayli tartışma yarattı. Gayet normaldi tartışma yaratması, zira tek din de nereden çıkmıştı? Dindar-muhafazakâr cephenin böyle bir toplumdan memnun olacağını elbette bilsek de, argüman düzeyinde şaşırtıcı bir çıkıştı bu. En iyisi konuşma metnine bakmaktı. Şöyle demişti Erdoğan, partisinin Adana il kongresinde:

“Terör örgütü ve uzantıları, ‘tek dil’ dediğimden bahsediyor. Ama ben hiçbir zaman ‘tek dil’ ifadesini hiçbir yerde kullanmadım. (...) Ben o zaman dört tane kırmızı çizgimizin olduğunu söyledim. Üç tane de, yine, ayrıca detay olarak üzerinde çalıştığımız ilkelerimizden bahsettim. Neydi o dört tane temel çizgi, başlık? Bir, ‘tek millet’ dedik. Çünkü biz ayrışmaya karşıyız, bölücülüğe ve bölünmeye karşıyız. Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkes’iyle, Gürcü’süyle, Abaza’sıyla, Roman’ıyla, Boşnak’ıyla, Arnavut’uyla biz biriz, beraberiz. Ve ne dedik, ‘Yaratılanı Yaradan’dan ötürü severiz’ dedik. Bizde ayrımcılık yok, tek millet. İki, biz işte burada da gördüğünüz gibi ‘tek bayrak’ dedik. (...) Üçüncüsü, tek dindir. Dil değil, din, din. Bunu söyledik.”

Dördüncüsü de tek devletmiş. Hani merak edip sayan olursa diye yazayım dedim. Konuşma bu. İyi ama, biz daha önce hiç “tek din” dediğini hatırlamıyoruz Başbakan’ın. Bu öyle kolay kolay atlanacak bir çıkış değil. Dolayısıyla, en iyisi eski konuşmalara bakmak dedim. Bulunan konuşmalarda, bir yerde (2010 bütçe konuşması) ‘tek dil’ ifadesi var; demiş yani. Ama ‘tek din’ yok. Hatta fırsat gelmesine rağmen değinmiyor hiç. Mesela başka bir tanesini buraya alalım:

“BDP benim, ‘tek din, tek dil’ dediğimi söylüyor. Ben hiçbir yerde böyle bir şey söylemedim. Bir kere, biz daha yola çıkarken dine dayalı siyaset yapmayacağımızı açık olarak ifade ettik. Herkesin anadilde konuşma hakkı olduğunu söyledik. Ama tek bayrak dedik.” (30 Mayıs 2011)

Gördüğünüz gibi savunma aynı, ama ‘tek din’e hiç vurgu yok. Hatta “Niye böyle bir şey söyleyeyim ki?” havasında Erdoğan.

Açıklama tepki yaratınca hemen tevil yoluna gidildi. Taraf gazetesine bir demeç vermeyi gerekli gören AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “Başbakan da olsa beşer şaşar, dil sürçmesi olabilir. Tek din demokraside ve laiklikte eşyanın tabiatına aykırı” dedi. Daha sonra Erdoğan da “ ‘Tek vatan’ yerine ‘tek din’ demişim. Bu bir dil sürçmesidir, farklı yerlere çekmeye gerek yoktur. Eleştiriyi yapanlar haklıdır” dedi. Beyan böyle olduğuna göre konunun kapanması gerekir. Ben de bunu yapmak istiyorum ama iki pürüz var. Biri farazi, biri somut. Farazi olan şu: Freudyen teoriye göre, dil sürçmesi masum değildir; zaten zihinde olan bir şeyin yanlışlıkla ağızdan çıkıvermesidir. Dolayısıyla dindar muhafazakârlığın kökenlerine baktığımızda buna bir ‘lapsus’ demek mümkün, ama dediğim gibi, sonuçta bu bir faraziye.

İkinci pürüz ise şu: Hiç de dil sürçmesi gibi durmuyor o sözler. Konuşma metnine baktığımızda, ‘tek din’ konusuna öylesine gelinmiyor, önce bir yol yapılıyor, sonra da üzerine basa basa, bir de değil iki kez “din, din” deniyor. “ ‘Din’ diyorum, ‘dil’ anlıyor bunlar” esprisi var. Ama burada da fazla ilerlemeye imkân yok, çünkü Erdoğan “Eleştiriler haklı” diyerek, bilinçli söylenmiş dahi olsa bunun bir hata olduğunu kabul ediyor.

Peki bu sözler boş, yaşanmamış bir macera olarak mı kayda geçsin, ne yapalım? Eh, öyle yapalım ama yine de Hüseyin Çelik’in sözlerinin devamını bir not edelim. Tevil çabasının ardından şöyle devam etti Hüseyen Çelik, Taraf’ta: “PKK’nın bütün gayretleri ve çabalarına rağmen Türk-Kürt kavgası çıkmadı Türkiye’de. Bu bir sosyolojik tesbittir. Bu kavga çıkmadıysa eğer bunun temel faktörü; Kürtlerle Türkler arasındaki inanç birliği, gönül birlikteliği iken aynı Allah'a, aynı peygambere, aynı kitaba inanan, aynı camide yan yana saf duran insanlar olmalarıdır. (...) Başbakan, tek din ifadesi ile Türkler ve Kürtler arasındaki ortak değerler dünyasını kastetmiş de olabilir.”

Gerçekten de, olabilir. Yani ben demiyorum, AKP Genel Başkan Yardımcısı diyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Kürt Sorunu’nu ‘tek din’ formülüyle çözme çabalarına tanık olur muyuz dersiniz? Olmayacak iş değil.

Son bir not daha. Geçen hafta dindar muhafazakâr fikriyatın, ‘azaltılmış’ İslam dışı toplulukları kendi meşruiyeti/otorites için dayanak olarak kullandıklarını söylemiştik (bkz: ilk paragraf) Erdoğan o malum ‘dil sürçmeli’ açıklamasının devamında şunları söyledi: “Biz, ben Müslüman’ım ama ben Müslüman olmayana da en az Müslüman’a duyduğum [kadar] saygı [göstermek], en az Müslüman’ın güvencesi kadar onların da güvencesini sağlamakla mükellefim. O Hıristiyan olabilir, Musevi olabilir, ateist olabilir. Ne olursa olsun, onun da güvencesini korumak, sağlamak bizim görevimiz.”

Özetle, dindar muhafazakârlık, burada da görüldüğü gibi “Neden bu topluluklar az kaldı?” sorusu ile ilgilenmez, kalanları otorite inşası için kullanır. Devam edeceğiz galiba.