VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Ortadoğu’da kimlikler oyunu

Suriye krizi Lübnan’a da ulaşmış görünüyor. Lübnan’daki iç gerilimler nedeniyle, en ufak bir olay tüm ülkeyi etkileyebilir. Dolayısıyla, Suriye’deki kavganın Lübnan’a sıçraması ve hepten içinden çıkılmaz bir hal alması ihtimali yüksek.

Suriye krizinin etki gücü, Ortadoğu’daki tüm ülkeler gibi, bu ülkenin de heterojen bir yapıya sahip olmasından kaynaklanıyor. Üstelik, ülkedeki etnik veya dini unsurların komşu ülkelerde de uzantıları, yani etki alanları mevcut. Bu unsurların herhangi bir ülkede çatışmaları, diğer ülkelerdeki uzantılarının da oralarda çatışmasına yol açıyor. Suriye-Lübnan etkileşimi bu bağlamda oluşuyor. Aynı şekilde, bir Türkiye-Irak etkileşiminden de bahsetmek mümkün.

Cemaat iktidarlarına dayalı bu ülkelerin sınırları yapaydır; yerel gerçekliğe uymayan bu sınırlar, güvenliği tesis edecek bir denge oluşturamamıştır. Bir diğer sorun da, bu ülkelerin, önemli doğal kaynaklar ve insan kaynaklarına sahip olmalarına karşın, ekonomik gelişmelerinin geri kalmış olmasıdır. Bu durum, kamu kaynaklarından yararlanma konusunda büyük bir rekabete yol açıyor. İşte bu rekabet, sonuca ulaşmak için zaman zaman sınırları da aşan iktidar mücadelelerine ve çatışmalara yol açıyor. Üçüncü gerçeklik ise, emperyalist ülkelerin bölgedeki etkilerini halen koruyor olmaları. Çıkarları doğrultusunda, kâh iktidarlardan, kâh muhalif hareketlerden yana tavır alarak, uluslararası ilişkilerde Ortadoğu’daki konumlarını sağlamlaştırmaktalar. Rusya, ABD ve Çin, kendi aralarındaki hesaplaşmaları, birbirlerinin Suriye veya Lübnan’daki çıkarlarına dolaylı olarak saldırarak sürdürüyorlar. Buna karşılık, Suriye ve Lübnan’daki gruplar da bu büyük devletlerin desteğinden yararlanarak, fırsatı kendi çıkarları için değerlendiriyorlar. Unutmayalım ki salt uluslararası aktörler değil, İran, Suudi Arabistan gibi bölgesel güçler de kendi çıkarlarının takipçiliğini bu ülkeler üzerinden yapıyorlar.

Suriyeliler ve Lübnanlılar, kendilerini bu çok katmanlı örümcek ağının ortasında hissediyorlar. Bireysel varoluşlarını, çoğu örnekte başka bir ülkede yaşayan aşiret reisine, dini önderine, cemaatinin ileri gelenlerine bağlamış oluyorlar. Bu dayatılmış kimlikler ve onların çatışmaları Ortadoğuluları ulusal, dinsel, etnik sınırlarla kuşatarak çatışmaların tarafı olmaya mecbur ediyor. Kimliklerin bu belirleyiciliği, aynı zamanda, emperyalizmin sürekliliğinin bir göstergesi.

Dolayısıyla, geçtiğimiz hafta Lübnan ordusunun Trablus’ta genç bir şeyhi tutuklamasının ardından Sünnilerin şehrin tüm yollarında otomobil lastikleri yakmasına şaşırmamak gerekir. Olay hemen Suriye sorunuyla ilişkilendirildi, zira tüm Arap ve Batı basınında belirtildiği gibi, bu ülkede iktidar Alevilerin elinde, muhalefet ise Sünnilerden oluşuyor.

Şüphesiz, Suriye ordusunda Alevilerin belirli bir ağırlığı var. Ancak gerçek şu ki, iktidar, yandaşı olan Sünnileri koruyacak, kendisine muhalif olan Alevileri reddedecektir. Yani sorun bir Alevi-Sünni sorunu değil, doğrudan doğruya, mevcut iktidarla ilgili bir sorundur. Medya, meseleleri saptırarak olayların Suriye ile sınırlı kalmamasını, Lübnan’a doğru yayılmasını sağlamak istiyor. Örneğin Halep’te 13 Lübnanlının kaçırıldığı haberini aktarırken, kaçırılanların Şii kimliğine özellikle vurgu yaptılar ve böylece, Lübnanlı Şiilerin Suriye’ye karşı bilenmesini sağladılar.

Başka bir deyişle, sıradan bir Suriyeli, Lübnanlı veya bu bölgede yaşayan herhangi biri, kişisel sorunlarını kendi yurttaşları yerine farklı kimlikler üzerinden çözmeye kalkıştığında, bölge bir satranç tahtasına dönüşüyor. Bu tahtada hem oyuncular, hem de satranç taşları var. Taşlardan biri de, gerçekten demokrasi için mücadele edenler.