OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Yeni anayasa ve Lozan (2)

Geçen hafta yeni anayasa ile Lozan Antlaşması arasındaki ilişkiye değinmiş ve yeni anayasanın haklar ve özgürlükler konusunda Lozan’ı aşıp aşamayacağını belirleyecek önemli etkenlerden birinin, yeni anayasanın pozitif haklara yaklaşımı olacağını söylemiştik. Bu noktayı biraz açalım.

Uygulamada büyük aksaklıklar olmuş olsa da, Lozan Antlaşması ‘azınlık’ olarak tanımladığı gruplara eşit vatandaş statüsünün yanı sıra, kültürlerini korumaları için birtakım imkânlar (pozitif haklar) sunuyor ve bunların hayata geçirilmesi için kamu otoritesine bazı sorumluluklar yüklüyordu. Örneğin, antlaşmanın 41. maddesinin ikinci fıkrasında “Müslüman olmayan azınlıklarla ilintili Türk yurttaşlarının önemli oranda bulundukları kentlerde ya da kasabalarda, bu azınlıklar devlet bütçesi, belediye ya da benzeri bütçelerde eğitim, din ya da yardım amacıyla genel gelirlerden verilecek paralardan yararlanma ve ödenek ayrılması konusunda hakça bir pay alacaklardır. Söz konusu paralar ilgili kurumların yetkili temsilcilerine ödenecektir” deniyor. Nitekim, Kıbrıs meselesi patlak verene kadar azınlık okullarına devlet tarafından belli bir para yardımı yapılıyormuş (gerçi bu yardım son zamanlarında ‘simit parası’ düzeyine inmiş).

Yeni anayasada tarif edilecek devletin, Lozan’daki anlayışın da ötesine geçerek, ülkedeki bütün kültürleri benimseyen, kendinden ve bir zenginlik olarak gören ve onların yaşatılmasını asli görevlerinden biri olarak tanımlayan bir anlayışa sahip olması beklenir. Bu husus Ermeniler, Rumlar –ve muhtemeldir ki Yahudiler– açısından hayati önemi haizdir, çünkü geldiğimiz noktada bu gruplar için haklar ve özgürlüklerin yolunu açmak, engelleri kaldırmak, onların varlıklarını garanti altına almaya yetmez. Bunun için doğrudan devlet desteğine ihtiyaç vardır. Bu destek üç kategoride düşünülebilir: mali, operasyonel ve ideolojik. Mali destek, malum, doğrudan veya dolaylı finans yardımını niteler (veya en azından vakıfların kendi öz kaynaklarını kullanmalarının önündeki her türlü engelin nihai biçimde kaldırılmasını gerektirir). Operasyonel destek, proje üretmek, uzman personel ve bilgi sağlamak gibi işlerdir. İdeolojik destekten ise kasıt şudur: Ülkemizdeki genel tarih cehaletinin de bir sonucu olarak, Ermenilerin, Rumların buradaki varlıkları, nüfusun büyük bir kısmı tarafından gayrimeşru veya en azından açıklanmaya muhtaç bir durum olarak görülür (o yüzden yeni bir ortama girdiğimizde karşılaştığımız ilk sorulardan biri “Nereden geldiniz?” olur). Bu anlayışın (daha doğrusu anlayışsızlığın) yerleşmesinin ve kökleşmesinin en büyük sorumlusu devlet eğitimi ve uygulamalarıdır. İşte, idelojik destek demek, devletin şimdiye kadar tuttuğu yolun tam tersini tutarak bu insanların bu topraklardaki varlıklarının, aynı diğerleri gibi ‘normal’ ve meşru bir durum olduğunu nüfusun geri kalanına gösterecek uygulamalara gitmesi demektir. Yeni anayasanın bu tür uygulamaların hukuki zeminini hazırlaması gerekir.

Yeni anayasayla gelecek düzenin haklar ve özgürlükler açısından Lozan’ı aşıp aşmayacağını belirleyecek olan ikinci nokta, bu konuda oluşmuş uluslararası hukuk mevzuatının ne ölçüde benimseneceğidir. İnsan ve azınlık hakları konusunda oluşturulmuş birçok sözleşmeyi Türkiye ya hiç imzalamamış ya da çekinceler koyarak imzalamıştır. Örneğin, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözlemesi ve Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne çekinceler koyarak imzalamış, Eğitimde Ayrımcılığa Karşı UNESCO Sözleşmesi’ni ve Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunmasına Dair Çerçeve Sözleşme’yi hiç imzalamamıştır. Bu tür sözleşmeleri benimsemeden azınlık ve insan haklarında güncel standartları yakalamak, dolayısıyla Lozan’ı aşmak pek mümkün değildir. Yeni anayasanın bu gibi uluslararası mevzuatı, iç mevzuat haline getirmeye teşvik eden, hatta zorlayan hükümler içermesi beklenir. Bunun bir devamı olarak, ayrımcılığın önlenmesi ve nefret söyleminin/suçunun cezalandırılması için gerekli hukuki ve düşünsel zeminin de yeni anayasada oluşturulması gerekir. Ne de olsa, Lozan imzalanırken kafalarda ‘nefret suçu’ diye bir kavram yoktu.

Sonuç: Lozan’dan vazgeçmek diye bir şey söz konusu değildir; sadece, yeni anayasanın Lozan’a gerek bırakmayacak düzeyde bir metin olması umulmaktadır. Umut da, malum, fakirin ekmeğidir.