ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Hemşeri derneklerini bekleyen görev

İki ay ve dokuz yazıdır, Türkiye Ermenilerinin güncel sorunlarını tartışıyoruz bu köşede. Geçen hafta Havav gezisinin uyandırdığı duyguları anlatmak için diziye bir ara vermiştim. Bu hafta, Ermeni hemşeri dernekleriyle ilgili düşüncelere, kaldığımız yerden devam edelim.

İstanbul’daki Ermeni dernek ve vakıflarının faaliyetleri, kültürün ve kurumların korunmasına yönelik oldu bugüne dek. Ermenilerin sayıca gittikçe azaldığını, koca bir kültürün Anadolu’dan silindiğini, İstanbul’da ise bin bir güçlükle ayakta kalmaya çalıştığını dikkate aldığımızda, bu tutum son derece anlaşılırdı. Yeniyi üretecek sayısal zemin ortadan kalkmıştı; öyleyse hiç olmazsa, kiliseyi, okulu, dili, yazıyı, şarkıyı, geleneği unutmamak, unutturmamak lazımdı.

Bu koruma çabasının doğal sonucu, eriyip çözülmekten duyulan korkuydu. Sayıca azaldıkça, daha da azalmaktan, yok olmaktan korkuluyor ve daha da içe kapanılıyordu. Türkiye’de devletin ve toplumun gayrimüslimlere karşı, en hafif tabirle ‘dışlayıcı’ diye nitelenebilecek tavrı, bu savunmacı tutumun benimsenmesinde en önemli faktördü şüphesiz.

1990’lara kadar, bu tutumda herhangi bir değişiklik olmadı. Agos’un yarattığı etki, Hrant Dink’in Türkiye kamuoyu önünde söz söylemeye talip ve etkili bir kamusal figür halini alması, Aras Yayıncılık’ın Ermenice edebiyatı tanıtıcı yayınlar yapmaya başlaması ve daha sonra çeşitli aktörlerin attığı adımlar, bu durumu bir hayli değiştirdi. Ermeniler, sorunlarını sadece kendi aralarında, muhatap oldukları katı bürokratik yapıyla boğuşarak ve sessizce çözmenin mümkün olmadığını gördüler. Ancak Türkiye toplumu bu sorunlardan haberdar olduğu ve onları çözme iradesi gösterdiği takdirde dertlere derman bulunabilirdi. Bu da, bir azınlık topluluğu olarak Ermenilerin meselelerinin, ülkede sürmekte olan demokratikleşme mücadelesi içinde yer almasıyla mümkündü.

Köprünün altından çok sular aktı, pek çok şey değişti. Ermenilerin kültürlerini ve sahip oldukları koruma zorunluluğu ortadan kalkmasa da, katı olan her şeyin buharlaştığı zamanlarda, cemaat yapısının sınırları içinde gizlenebilmiş çok az şey kaldı. Sorunların bir kısmı çözüm yoluna girse de, pek çoğuna, son 100 yılda yaratılan tahribatın ağırlığı nedeniyle, yapısal çözümler bulmak mümkün olmadı.

Son yazılarda tartıştığımız Ermeni dernekleri, Türkiye’de ve Ermeni toplumunda son 20 yılda yaşanan değişimin bir sonucu. Daha önce, Sivas, Malatya, Sason, Vakıflıköy, Dersim, Arapgir, Burunkışla adını taşıyan bir Ermeni derneği kurmak mümkün değildi. Ve fakat, bu yeni koşulların ürünü olan hemşeri derneklerinin önünde, bu yeni duruma uygun stratejiler geliştirme sorumluluğu duruyor.

Eğer bu dernekler, sadece Anadolu’nun X yöresinden gelen Ermeniler arasında bir sosyal iletişim kanalı olarak kalırlarsa, kısa bir zaman içerisinde, henüz meyve vermeden kurumuş bir ağaç gibi, kavruk, verimsiz bir hal almaya mahkûm olacaklardır. Geçmişte var olan Ermeni derneklerinin dahi insansızlıktan, fikirsizlikten ve hareketsizlikten kıvrandığı bir dönemde, günümüzün gereklerinin ne olduğunu aramak yerine, yılda iki yemek ve bir-geziyle yetinerek yerinde sayacak bir hemşeri derneği de, atıl kalmaya mahkûm olacaktır.

Hemşeri derneklerinin çok boyutlu olma zorunluluğu var. İnsanlar arasında, insanlarla memleketleri arasında, diasporadaki Ermenilerle memleketleri arasında, memleketlerindeki Müslüman ahaliyle kendileri arasında bağ kurma sorumluluğu bu. Yani hem Ermeniler içinde, hem de Ermenileri çok aşan, Türkleri, Kürtleri, Anadolu’nun diğer gruplarını içine alan bir perspektif oluşturma sorumluluğu.

Ermeniler bu ülkede başlarına gelen musibetlerin nedenini iyi biliyor. En cahilimiz, en safdilimiz, en apolitiğimiz bile, bize reva görülen muamelenin, asırlardır bu toplumun damarlarına zerkedilen millet-i hâkime ideolojisinin sonucu olduğunun farkında. Bunu alt etmeden, bu ülkede bize rahat bir nefes olmadığının da...

Beri yandan, biliyoruz ki, bizim bildiğimizi Türkiye’de yan yana yaşadığımız insanların büyük çoğunluğu bilmedikçe, köklü hiçbir değişimin gerçekleşmesi mümkün değil. Ancak onların, sistemin bizi bize düşman eden doğasını idrak etmeleriyle bu topraklara barış ve adalet gelebilir.

O halde, yüzlerce yıl yaşamış oldukları topraklarla yeniden ilişkilenebilmek için örgütlenen, dernekler kuran Ermeniler de, memleketlerinin şimdiki sakinleriyle, Türk, Kürt, Müslüman hemşerileriyle de sahici bir bağ kurmalı; böylece hem onlardan sorunlarının çözümünde destek almalı, hem de onlara, devlet aklı nedeniyle kaybettiğimiz ortak değerlerin ne olduğunu anımsatmalı.

Evet, milliyetçilik çok; evet, dindarlık bazen katı duvarlarla örülü bir dünya görüşü halini alabiliyor; evet, önyargılar çok yoğun, ama Anadolu insanının, bu toprakların evladı olan farklı inançtan hemşerilerine dokunmaya, onları yeniden keşfetmeye ihtiyacı var. Biz Ermenilere de, koparıldığımız Anadolu insanıyla yeniden tanışmak iyi geliyor ve gelecek. Bu temas gerçekleştiğinde o kadar beklenmedik etkiler yaratıyor ki, onun için uğraşmaya değer. Biraz melezleşmek, kimliklerimizin katı kalıplarından sıyrılmak, hepimizin yararına.

Dersim Ermenileri

Hemşeri derneklerine değindiğim son yazıda, şu ana kadar kurulmuş veya girişim halinde olan Ermeni hemşeri derneklerinin adını sayarken, Dersim Ermenileri Derneği’ni unutmuşum.

Dil sürçmeleri, unutkanlıklar, bilinçli olmasalar da çoğu zaman bilinçle ilgili bir şeyler söyler bize. 1915’te hayatta kalabilmek için din değiştirmiş insanların, neredeyse 100 yıl sonra öz kimliklerine dönerek oluşturduğu Dersim Ermenileri Derneği’ni unutmak da, bu türden bir bilinçaltı gerçekliğini açık ediyor muhtemelen.

Bugünün Ermeni kimliği, başka bütün milliyetçi kimlikler gibi, etnik ve dini temelde arilik, karışmamışlık, temizlik değerleri üzerine yükselmek istiyor. Ancak gerçeklikte böyle ‘ari’ bir kimlik söz konusu değil ve kimlikler de ancak bu gerçekliği yok sayarak, görmezden gelerek koruyabiliyorlar tekillik iddialarını. Şahsen, Ermenilerin tarihsel ve güncel realitesinin, dışlayıcı değil kapsayıcı, temizlikten değil melezlikten yana olması gerektiğine yürekten inanan bir insan olarak, Dersim’de üzeri örtülen Ermeni hikâyelerine dikkatimizi çeken ve var olabilmek için zorlu bir mücadele veren Dersim Ermenilerini unutmuş olmak, benim adıma çok üzücü.

Mahçup bir şekilde özür dilerken, kimliklerin bizleri ayırdığı değil birleştirdiği bir dünya arzusuyla, gönlümün daima onlarla olduğunu söylemek istiyorum.

 

 

HAFTAYA: Başka tür dernekler