ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Varbed baba

Hastalığı nedeniyle çok acı çekiyordu. Dolayısıyla, bu diyardan ayrılışı, “Kurtuldu!” dedikleri türden bir ölüm oldu. 80 yaşında bir adamın ölümü, ‘sıralı’ sayılacak bir ölümdür ve ölüm de yaşamın ayrılmaz bir parçası, değişmeyen tek gerçeği olduğuna göre, hiçbirimizi şoke edecek bir son değildi. Ama bu, yüreğimizi yıkayacağımız birkaç damla gözyaşının dökülmesine, ve insani çıplaklığımızı hatırlayıp safiyete bir nebze de olsa yaklaşmamıza engel değildi. Olmadı da...

O benim üvey babamdı.

‘Üvey’ kelimesinin çağrıştırdığı negatif anlamları dışlayarak söylüyorum bunu. Yoksa, onunla ve aramızdaki bağla ilgili her şey, son derece öz ve özlüydü.

Ben babamı 10 yaşımda kaybettim. Hayatının son altı senesinde, yani benim aklım ermeye başladığından itibaren hastaydı. Zor bir hayattı bizimki; ne siz sorun, ne ben anlatayım... Sadece şunu söyleyeyim; ‘baba’ dendiğinde benim anımsadığım şey, en hafif tabirle, bir eksiklik duygusudur, başka bir şey pek değil.

İşte, annemin ikinci eşinin en iyi yaptığı ve minnettar olduğum şey, bu eksikliği doldurmaya çalışmaması, bunun için bir çaba göstermemesi oldu. O, hiç babalık havalarına girmeden, belli bir mesafeden, iyi olduğuma emin oldu, duygusal olarak bana inandı ve başım sıkıştığında da, iki eli kanda bile olsa yardıma koştu.

Annemle evlendiklerinde lise son sınıfta, 17 yaşındaydım. Bu yaşta hiçbir oğlan çocuğu için ikinci bir babayı kabullenmek kolay olmamıştır muhtemelen. Benim için de olmadı. Annemin huzurunu kaçırmamak için kabullendim, huzursuzluğumu dışavurmadım, ama sonuçta, bu yeni durum benim için hiç de güllük gülistanlık değildi.

Üstelik onu önceden tanıyordum. Ermeni kurumlarında erkek müstahdemlere ‘varbed’ (yani usta) denir. O da, Kınalı’daki çocuk kampında bizlerin Baron Varbed’iydi. O kampa ilk kez 9 yaşında, babamın hastalığının iyice ağırlaştığı, annemin çalışmak zorunda olduğu bir dönemde gitmiştim. İşte, sekiz sene sonra annemin evlendiği adam, kampta tanıdığım Baron Varbed’di.

Peki, nasıl bir adamdı Baron Varbed?

Onu düşündüğümde aklıma gelen ilk şey şu: Eğer asırların imbiğinden, kültürlerin katman katman birikiminden süzülmüş Anadolu bilgeliği diye bir şey sahiden varsa, işte ondan nasiplenmiş bir allahın kuluydu o. Yozgatlı bir halk çocuğuydu, bir taşralıydı ve hiç İstanbullu olmamış, olmaya kalkmamıştı. Karakterinin hakikiliğinde bunun payı vardı muhtemelen.

Ağırdı. Kolay kolay konuşmaz, gülmez; genelde izler, dinler, gözlerdi. Hayatta en çok değer verdiği şey mertlik, sözünün eri olmak, dürüstlüktü. Bir doğa adamıydı. Yozgat’tan İstanbul’a geldikten sonra Kınalıada’ya demir atmış olmasında, oranın yaz kış temiz havasının, birkaç ay dışındaki tenhalığının, ayaklarını iki karış toprağa basabilmesinin büyük etkisi olmuştu.

Bir emekçiydi ve sahiden de ‘varbed’di, becerikli bir ustaydı. Tesisat, elektrik, mekanik, inşaat, kasaplık, elinden her şey gelirdi. Cesurdu ama asla saldırgan değildi. Gözüpekliği, sevdiklerine, korumak istediklerine bir zarar geldiğinde onları savunmak içindi. Yaz kış bekçiliğini ve türlü hizmetkârlığını yaptığı kampı da, gerekirse canını verecek şekilde korurdu.

İşte bu özellikleriyle tanıdığım ve sevdiğim Baron Varbed, ilk eşini kaybettikten birkaç yıl sonra annemle evlendi ve ailemizin büyüğü oldu. Aramızda ilk günden saygı ve sevgiye dayalı bir ilişki vardı ama kendimi o kadar sıkışmış hissediyordum ki, mesela okul arkadaşlarıma en başta bu haberi verememiştim. Ona nasıl hitap edeceğimi de bilemedim. ‘Baba’ diyemezdim; neticede yabancı ‘adam’ın tekiydi. Eskisi gibi ‘Varbed’ demek de olmazdı. Neyse ki adı Baron’du. Böylece, bir kaçamak çözümle, Ermenicede kullanılan bu hitap sözünü, ona seslenmek için kullandım. Bu konuda bir kez olsun olumsuz bir imada bulunmadı; zaten o beni herhangi bir şeye hiç zorlamadı.

1932’de, Yozgat’ta, eski Ermeni köyü Magaroğlu’nda doğmuştu. Baron Açıkgöz. İlkokuldan sonra okumamış, ufak tefek ticaret işleriyle geçimini sağlamış, paraya pula değil insanlığa önem verdiğinden, maddi anlamda boyu ne uzamış, ne kısalmıştı. ASALA’nın suikastları döneminde, bu silahlı örgüte yardım ettiği iftirasıyla tutuklanmış, kötü muamele görmüş ve hayatının en zor dönemini yaşamıştı. Artık Yozgat’ta bir avuç kalmış Ermenileri yaşatmayacaklardı, belliydi; o da çareyi İstanbul’a gelmekte buldu. Hemşerisi Patrik Şınorhk Kalustyan’dan iş istedi. Bir süre onun şoförlüğünü yaptıktan sonra, Kınalı’daki çocuk kampının ve Patrikliğin yazlık konutunun bekçiliğiyle görevlendirildi.

1985’ten beri o işi yapıyordu ve kampta hepimizin Baron Dede’si olmuştu. Biz çocuklara karşı hep sıcak ve sevgi doluydu. Bu çocuk sevgisini, doğuştan zihinsel engelli olan kız kardeşim Anet’e de fazlasıyla verdi. Belki bizlerin ona veremediği ölçüde karşılıksız bir sevgiyle, Anet’in güvenle büyümesine yardımcı oldu.

Ben 22 yaşında evden ayrıldım ve kendi ayaklarımın üzerine durmaya çalıştım. Evden uzakta olduğum zamanda, o, zamanla, benim için, annemi ve kız kardeşimi sevgi ve ilgisiyle hiçbir şeye muhtaç etmeyen bir güvenceye dönüştü. Onun koruyup kollayan sevgisinin, geçmişte mahrum kaldığımız ‘aile’ hissini anneme ve kız kardeşime yaşattığını görebilmek için, ergenlik zamanına özgü çalkantılardan kurtulmam gerekecekti.

Yaptığım her işte beni destekledi, attığım her adımı takdir etti, hayır dualarıyla beni cesaretlendirmeye çalıştı. Yıllar önce Fransa’ya göç etmiş oğlu uzakta olduğu için ona gösteremediği sevgisini bana da sundu, üstelik karşılığında hiçbir şey beklemedi. Giderek, aramızda, dışarıdan bakıldığında görülmesi güç ama güçlü bir bağ oluştu.

Böylece, başlangıçta annemin ikinci eşi olan ‘adam’, özellikle son yıllarında, hele hele hastalıkla boğuşurken, benim için bir ‘baba’ya dönüştü. Ben biraz büyümüştüm, o biraz ihtiyarlamıştı; eğrisi doğrusuna gelmişti.

Onu geçen çarşamba akşamı kaybettik. Ne kadar çok sevildiğini, cenaze töreninde bir kez daha gördüm. Cansız bedenine karşı son görevlerimi yerine getirirken, ona ne kadar borçlu olduğumu ve bu borcun hiçbir zaman ödenemeyeceğini daha iyi anladım. Onun bu borcun karşılığını benden zaten hiçbir zaman istemeyecek olması ise, öz ile üvey arasındaki ayrımı ortadan kaldıran en hakiki işaretti.