BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Teknolojik atraksiyonlar

Geçtiğimiz haftalardaki yazılarımdan birinde, canım devletimin ne kadar özense de bir türlü barışamadığı teknolojiden söz etmiş, çağdaşlık çabalarından doğan anlamsız hatalardan örnekler vermişim. Ve de başlık olarak seçtiğim bu ‘teknolojik atraksiyon’ deyimini uydurmuşum. Pek güzel olmuş. Cuk oturmuş. Zira bazı sağlık kuruluşları, benim şaka yollu ‘atraksiyon’ dediğim teknolojinin sağladığı imkânlardan, kendilerine özgü bilumum ilginç atraksiyonlar üretmişler. Hem de adam kazıklamaya yönelik atraksiyonlar...

Biliyorsunuz, artık SGK’lılara bakan sağlık kuruluşlarında TC kimlik numaranızla her işiniz görülüyor. Kimse kayıt kuyut işleriyle uğraşmıyor, yanınızda rapor falan da taşımak zorunda değilsiniz. Her şey bilgisayarlarda kayıtlı. Numaranızı verdiniz mi, pıt diye bilgiler, belgeler ekranda. Eh, güzel. Güzel ama bütün mesele o teknoloji denen mereti sindirmekte, ki bu hiç kolay değil. Bazen kel başa şimşir tarak gibi kalabiliyor. Bazen de hile yapma kolaylığı sağlıyor. Anladınız. Yine dilime dolayacak bir olay yaşadım.

Geçenlerde bir yakınımla, kendisini daha önce muayene edip, denemesi için birkaç numune vermiş olan doktora, ilacın sonucunu bildirmek ve yenisini yazdırmak için, ismi lazım değil bir hastaneye gittik. Sonrasında birlikte yapacağımız bir iş vardı da o yüzden ben de takıldım ona. Sonuçta beş dakikalık bir işlemdi yapılacak olan. Sanıyorduk. Ne mümkünmüş meğer.

Bekleme salonu hıncahınç dolu. Millet perişan, kimi sıcaktan yere serilmiş. Görevliler sohbette. Hiçbir iş yapılmıyor. Öylece bekleniyor. Ne bekleniyor? Bilgisayar tabii. Göçmüş. Ekranlar kapkara. Yapılacak bir şey yok. Bütün kayıtlar orda. Genel bir merkez var da birileri müdahale ediyor mu? Düzelecek mi? Bilmiyoruz. Kimse bilmiyor. Bekliyoruz. Uzuuunca bir süre sonra “oldu” müjdesi veriliyor. Nicedir beklemekte olanlar, çılgın gibi sağa sola koşturmaya başlıyor. Kuyruklar yeniden oluşuyor. Biz onları beklemek zorunda değiliz. Çünkü yalnızca numarayı söyleyip raporu onaylatacağız. Öyle de oldu. Ama görevli, arkadaşımdan 80 TL istedi. O da önce hiç düşünmeden kartını uzatıp ödedi.

Ben “Ne parası bu?” diye sorunca “Rapor parası” dediler. “Vay canına... İlaç kaç para ki?” Uzatıyorum, kafama takıldı. 20 TL’ymiş, listeyi gösterdiler –son yapılan ilaç indirimlerinden önceki listeydi ama zarar yok– ve de kaç paralık da olsa bu 80 TL alınırmış. Dediklerine göre, artık kanun böyleymiş. Bak sen... “Başka hastanelerde böyle bir ödeme yok” diyorum, “Bizde var” diyorlar ve duvardaki üzerinde “Gerekli hallerde hastanemiz fark ücreti alabilir” gibi bir şey yazan, bilgisayar çıkışlı yaftayı gösteriyorlar.

Ben “Şimdi bu neyin gerekliliği?” diye terslenerek sorarken, genç bir kız “Size %50 indirim yaptıracağım” diye gidiyor. Bu kez arkadaşım dikleniyor. “Vazgeçtim o zaman, iptal edin, gidip herhangi bir eczaneden alırım ben bunu” diyor. Kız geri geliyor. Şaşkın... “Bu durumu yetkililere bildireceğiz” diyoruz. “Pazartesi 12.00-17.00 arası gelip görüşebilirsiniz” diyorlar. “Hayır, Sağlık Bakanlığı’na” lafıyla “Buyurun efendim, kart işleminizi iptal ettik, ilacınızı da yazdık, para talep etmiyoruz, istediğiniz eczaneden hiçbir ücret ödemeden alabilirsiniz” diyorlar. Allah Allah?

Arkadaşım doğal olarak “Peki şimdi neden böyle bir kıyak yapıyorsunuz?” diyor. Cevap: “Müşteri memnuniyeti... Pardon, hasta memnuniyeti.” “Ne, müşteri mi?” diye büsbütün köpürüyoruz. Ses yok. Şirin şirin gülümsüyorlar. Öyle sevimsiz bir aleniyet var ki ortada, iyice sinirleniyor ve ikimiz bir ağızdan bağırmaya başlıyoruz: “Neden yahu, neden? Madem böyle bir kanun var, siz de görevinizi yapıyorsunuz, nasıl birisi sesini yükseltti diye vazgeçiyorsunuz? Cebinizden mi vereceksiniz bu parayı? Yoksa cebinize atacaktınız da ondan mı vazgeçtiniz?”

O bankonun arkasında oturan bütün genç kadınlar ve erkekler “Siz ne demek istiyorsunuz?” diyerek üzerimize atıldılar demek isterdim burada. Hiç de öyle olmadı. Mümkün olan en sempatik halleriyle bizi sakinleştirmeye çalıştılar. Dıştan görünen; iki sinir hastası insanı, itidallerini bozmadan sakinleştiren kibar görevliler manzarasıydı. Zaten kimse ilgilenmedi. Herkes kendi derdindeydi. Daha fazla kan beynimize sıçramadan çıktık. Atraksiyon demekte haklıymışım, değil mi?

Dikkat ettiyseniz yine kurumun adını vermedim. Belki de bu, Ermenilikten gelen bir “Neme lazım, başımı belaya sokmayayım” çekincesidir, bilemiyorum. Bir gün iyice tepem atar da gözüm kararırsa ne olur, onu da bilemiyorum.

Allah mecbur etmesin ama nasılsa böyle hastanelere pek sık yolumuz düşmez. Ne de olsa bizim ‘Srupsurgiç’ (!) Hastanemiz var :)))