VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Ulusu koruma teorisi

Suriye olaylarının Ermenileri doğrudan etkilemeye başlamasıyla, ulusu korumak isteyenler harekete geçtiler. Bu tavır, olan bitenin insani boyutundan ziyade, ulusun başına gelen felaketi gördüğü; diğerlerinin de halini anlamak yerine, öncelikle ve sadece kendi türdeşinin zarar görmemesi kaygısı güttüğü ve böylelikle diğerlerini ‘kurban’ konumuna ittiği için, bir tür bencillik barındırıyor. Belli ki, bu kişiler kendi rahat köşelerinde oturup eleştirilerini yapacak ve ulus için neyin hayırlı olduğuna karar verecek.

Ulusu korumak için geçmişte de çeşitli ilkeler benimsenmişti. Bunların başında, Ermenice konuşmayanların tam anlamıyla Ermeni olmadıkları fikri geliyordu. Bu yaklaşım bir ayrımcılık yaratmakla kalmıyor, insanların Ermenice öğrenme çabalarını da zora sokuyor; unutulmaya yüz tutan Ermenicenin, içinde bulunduğumuz internet çağında tekrar yaygınlık kazanması yönünde bir nebze olsun bir umut varsa, onu da söndürüyor. Bir yanda dil erozyonu, diğer yanda karma evlilikler meselesi... Batı’daki diaspora merkezlerinde bu olgu gitgide daha normal karşılanıyor, ancak Ortadoğu’da halen yaşamsal bir sorun. Esas mesele ulusun elden gitmesi, yeni neslin kaybolması falan değil. Esas mesele, eğer bir Ermeni Ermenice bilmiyorsa, neden bilmediğidir. Bir Ermeni genç, Ermeni olmayan biriyle evlendiyse, bu kişisel bir meseledir ve ulusu ilgilendirmez. Trajik olan, ulusun korunması yönünde teoriler üretenlerin, bunun propagandasını yapanların aslında halka kendi romantizmlerini dayatmaları. Herkesi aynı doğruları ve yanlışları benimsemeye çağırıyorlar. Böylece kendileri hayaller kuracaklar, diğerleri de o hayalleri gerçekleştirmek için kendilerini feda edecekler.

İşte tam da bu tavırla, birileri Beyrut’ta, Yerevan’da, Los Angeles’ta oturmuş, Halep Ermenilerinin ne yapmaları gerektiğine karar veriyorlar. Göç etsinler mi, etmesinler mi? Aynı durum Lübnan İç Savaşı’nda da yaşanmıştı. Orada da Lübnan Ermenilerinin varlığının korunması Ermeni ulusunun çıkarlarına uygun bulunmuştu. Bir yandan Ermeni Devrimci Federasyonu Taşnaktsutyun, bir yandan da Kilikya Katolikosluğu bütün propaganda güçlerini, Lübnan Ermenilerinin Lübnan’da kalması yolunda kullandılar. Bu doğrultuda makaleler yazıldı, konferanslar verildi, hatta şarkılar bestelendi. Örneğin, Hraç Dasnabedyan, bir makalesinde, Ermenilerin ata yurtlarında yani Ortadoğu’da yaşamalarının gerekliliğini anlatıyordu. Taşnaktsutyun Partisi, Lübnan’dan göç eden üyelerini partiden atıyordu. Hem Taşnaktsuyun Partisi, hem de Kilikya Katolikosluğu, yani Ortadoğu Ermeni dünyasının en etkin iki gücü, Halep ve Beyrut’un Ermeni nüfusunun azalmasıyla büyük bir kan kaybı yaşayacak. Dolayısıyla, bu kurumların içine düştükleri bunalımı anlamak mümkün. Bugün de, söz konusu anlayışın, Halep örneğinde, en yüksek mevkilerden, günlük yazılara kadar, her yerde dile getirilişine tanık oluyoruz.

Bu toplumların günümüze kadar varlıklarını öyle ya da böyle sürdürdüklerini düşünürsek, bu politikaların, son tahlilde işe yaradığından bahsedilebilir. Hatta, Ortadoğu Ermenileri, gittikleri yerlere belli bir canlılık taşımışlardır. Örneğin ABD’de yazılan Ermenice romanlar, Beyrut’tan göç etmiş olan Vahe Berberyan ve İşkhan Cinbaşyan’a aittir. Diğer yandan, Kris Bohçalyan’ın İngilizce yazdığı romanın binlerce adet basıldığı ve satıldığı da bir başka gerçektir. Yanlış anlaşılmasın; herkes İngilizce yazsın, herkes karma evlilik yapsın, Halep Ermenileri Halep’i terk etsin demiyorum elbette. Sadece, başka yerlerde yaşayanların, uzaktan, buradakilere kendi iradelerini dayatmalarına karşı çıkıyorum. Hatta, eğer yardım organizasyonu yapmak isteyenler varsa, geçtiğimiz günlerde Harut Sasunyan’ın da önerdiği gibi, amaçlarının Halep Ermenilerinin Halep’te kalmasını sağlamak olmadığını net bir şekilde ifade etmeliler. Ya da, Ermenistan Diaspora Bakanlığı Halep Ermenilerine yardım etmek için bir proje geliştiriyorsa, bu çabanın, Halep’i boşaltmak gibi bir amacı olmamalı.

Ulusu koruma adı altında insanlar çocuklarına, dostlarına ve çevrelerindekine ‘doğru’ evlilik yapmalarını, ‘doğru’ malı satın almalarını, ‘doğru’ şarkıyı söylemelerini, ‘doğru’ dille konuşmalarını, ‘doğru’ Ermeni olmalarını, hatta ‘doğru’ dini takip etmelerini, ‘doğru’ şehirde yaşamalarını ve hatta bir başka ulusu ‘doğru’ şekilde lanetlemelerini dayatıyorlar. Ve bu ‘doğru’ların yanında, nice yanlışlar yaşanıyor; doğrudan sapanlar, muhalif ya da yozlaşmış kabul ediliyorlar.