BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Oratoryo ağır laf, biliyor musun?

 

Sevgili çocukluk arkadaşım Majak Toşikyan, namıdiğer Cenk Taşkan, bir süre önce yaptığımız bir sohbette bana “Oratoryo ağır laf, biliyor musun?” demişti. Hiç unutmuyorum. ‘Tare Tar Ah Tamar’ oratoryosunun izleyicisiyle buluşmasından hemen sonraydı. Yarattığı eseri ‘oratoryo’ olarak adlandırırken bir tereddüt yaşamış önce. Tevazuundan bence. Sonra düşünmüş taşınmış, eserin dini bir mekâna atfedilmiş olması onu cesaretlendirmiş ve “Evet” dedirtmiş. “Ayrıca, ne de olsa ben bir pop müziği bestecisiyim, bu yüzden ağır klasikçiler benim tarzımı yadırgayabilirler ama doğrusu, yaptığım müziğin kolay anlaşılabilir olmasını tercih ediyorum. Hem kim bilir, belki de o klasik müzik bestecileri bugün yaşasalardı onlar da modern bir tarzı benimseyebilirlerdi” demişti.

O keyifli sohbetimizde, oratoryonun çileyi anlatan dini temalardan doğduğunu ve dramatik bir yapısı olduğunu ama zaman zaman önemli şahıslara da atfedilebildiğini konuşmuştuk. Ve de Hrant için bir oratoryo bestelemek gibi bir düşü olduğundan söz etmişti. “Ama bana leb demeden leblebiyi anlayacak, işe yüreğini koyacak bir libretto yazarı lazım” derken yüzüme bakmış, “Yahu, sen yaparsın bunu” demişti. “Ben libretto yazarı mıyım?” diye şaşırınca da, “Öyle özel bir yazar tipi yok zaten. Müziğin duygusunu kendi duygusuyla birleştirerek, bunu dinleyene en doğru şekilde aktarabilmek önemli. Sen yaparsın” demişti. “Emin misin?” “Eminim. Haa, bir de hecelere oturtma meselesi var.” Hah, onu sonra söylüyor. Valla, o hiç kolay değildi. Her neyse... Böyle başladı bu serüven.

O günden sonra bir yıla yakın, bir telefon ve e-posta trafiğidir gitti. Neredeyse her gün ya konuşuyor, ya yazışıyorduk. Doğrusu, vızır vızır çıktı şarkılar. Meğer ne kadar doluymuş içimiz... Fışkırdıkça fışkırdı. Sonuç? Valla biz sevdik. Hatta, bunca iliğimize geçtiği halde hâlâ gözümüzü yaşartıyor yer yer. Sevgili Hagop Mamigonyan, Lusavoriç Korosu, Aylin Ateşyan, Kevork Tavityan ve Petro da sevdiler. İnşallah herkes sever.

Hrant Dink Vakfı Ödül Töreni’nde, dört parça sunuldu, etkisini bilemem, benim heyecanım bana yeter. Ki zaten bir hafta öncesinden başlamıştı. Son gece sabaha kadar uyuyamadım. Ben tiyatrocuyum. Alışık değilim böyle son dakika provalarına. Bizim oyunlarımız, dekoruyla, kostümüyle, ezberiyle iyice pişer de çıkar ortaya. Bu öyle değil ki. Koro ayrı çalıştı, solistler ayrı, orkestra ayrı. Orkestra zaten bir tek son gün çalıştı. Hepsini bir arada, sunumdan önce bir tek kere dinleyebildim. Tükendim durdum son ana kadar.

Majak ise son derece emindi ekipten. “Sen merak etme” deyip duruyordu, “onlar bir kere okudular mı tamamdır.” Cemal Reşit Rey Salonu’nu bize saat 16.00’dan sonra verebildiler. Zaten mikrofon ayarları saat 18.45’e kadar sürdü. Vallahi öldüm öldüm dirildim. Üstelik sevgili Aylin ve Kevork bu konserlerin insanıydılar ama Petro’yu hiç bilmiyordum ki… O bir opera sanatçısı değildi. Majak ısrarla onu istediğine göre bir bildiği vardı elbet ama, sen bunu gel de yıllardır oyun yönetmeye alışmış birine anlat. Ben gösteriden önce her şeyin tastamam olduğundan emin olmalıyım.

Elimde değil, sunuculuğu üstlenen sevgili Mert Fırat’a bile karıştım valla. Malum, bizim adlarımızı okumak ciddi bir sorundur. (Yine de benim adımı yanlış okudu ya, neyse) Allahtan ses düzeni işine aklım ermez de, bulaşmadım. Ama o kadar saat sürmesi çıldırttı beni. Sonuçta tek bir sefer hep birlikte şarkıları okudular. Aksayan yerleri tespit edip, sonra halledeceklerini söyleyerek bitirdiler. Ben de bittim. Sıramız geldiğinde tir tir titriyordum. Heyecandan çantamı öyle bir sıkmışım ki, içinde şişeyle su vardı, hepsi kucağıma döküldü. Sırılsıklam çıktım selama. Dizlerimin titremesi de cabası...

Ama Majak bu ekibe güvenmekte haklıymış. Hepsi de işlerini o kadar iyi biliyorlardı ki sonuç bence mükemmeldi. Piyanoda Rober, basgitarda Aret, davulda Doruk ve ‘Çita’ lakaplı Murat’ın orkestrası defalarca prova yapmış gibiydi. Koroya söyleyecek söz bulamıyorum. Belki de tüm bunlar sevgili Hagop’un sevecen ağabey tavrından kaynaklanıyordu. Ve de Hrant’ın orada olduğundan emin olduğum ruhunun sıcaklığından...

Kevork’un “Yok sayarak yok olmaz gerçekler” diyen güçlü, Aylin’in “Zamansız çöken karanlık gibi” diyen duygusal, Petro’nun “Sırtımdan vurdular beni” diyen ılık sesi ve hep birlikte “Aşk, aşk, aşk, aşk!” diye noktalanan sevgi dolu sesler, hep Hrant için yükseldi. Aferin canlarım. Bence sonuç güzeldi. Umarım izleyenler de beğenmiştir. Günü geldiğinde, Tanrı’nın izniyle bütünü gümbür gümbür gelecek inşallah.