YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Muhafazakâr kapitalizmin Taksim hamlesi

 

Taksim Meydanı’nın başına gelenleri biliyor olmalısınız. Meydan yeniden düzenleniyor, bunun için kazılar başladı ve bu yüzden Taksim’e neredeyse girilemiyor. Fakat tahta perdelerle çevrili mevcut/geçici durum öylesine manidar oldu ki, AKP’nin kafasındaki Taksim planıyla neredeyse bire bir örtüştü. Elbette, bu kısmı espri ama, fiziki değilse bile hayali olarak böyle bir duvarla karşılaşırsak şaşırmayalım, her şey bittiğinde.

AKP’nin ve İstanbul Belediyesi’nin bize söylediği, meydana bir çeki düzen verilmesi, meydanın yayalara açılması, büyük ölçüde trafiğe kapanması, keşmekeşe bir son verilmesi ve Gezi Parkı’nın yerine eski Taksim Kışlası’nın yeniden inşa edilmesi. Hızlı hızlı okuyunca mesele yok gibi görünüyor. Ancak, meydanın yayalara açılması ve bölgenin tek yeşil alanı olan Gezi Parkı’nın yerine devasa bir kışlanın inşa edilecek olmasını hesaba kattığımızda yeni bir beton denizi ile karşı karşıya kalacağımızı anlamak zor değil. Üstelik, bu operasyon sadece Taksim Meydanı ile sınırlı değil. Harbiye-Elmadağ civarında bir tünel inşa edilecek, Taksim civarına giden araçlar bu büyük tünele girecek ve Tarlabaşı tarafında inşa edilecek yine büyük bir tünelden çıkacak. Böylece araçlar Taksim’den geçmemiş olacak ama bu, İstanbul’un nadir ağaçlıklı ve geniş bulvarlarından biri olan Elmadağ Cumhuriyet Caddesi’nde büyük bir ‘yırtılmaya’ neden olacak. Elmadağ’daki o ağaçlıklı yürüyüş yolunun yerini tünelli bir otoban alacak.

Bunların aynısı Tarlabaşı için de geçerli diyeceğim ama Bedrettin Dalan zaten burayı bir otoban gibi tasarlamış ve ilk yırtılmayı gerçekleştirmişti. Özetle, iş Taksim’le sınırlı değil. Hatta Belediye son anda vazgeçmeseydi Gümüşsuyu ve Sıraselviler’e de bu iki dev tünelden yapılacaktı. Neyse ki bu kadarına kalkışmadılar.

Peki, bu basit bir belediyecilik hamlesi mi? Pek öyle diyemeyiz. Bilhassa İstanbul tarihindeki tüm imar hamleleri, teknik bir gereklilik gibi görünmekle birlikte bir ideolojinin ürünüdür. Taksim gezisi ve civarı (Spor ve Sergi Sarayı, Açıkhava Tiyatrosu vs) Tek Parti/CHP döneminde, Fransız H. Prost’un damgasını vurduğu, daha dengeli bir kentleşme mantığının ürünüydü. Bu dönemde de tarihi eser tahribatı olmuştur ancak Tarihi Yarımada’ya kat yasağı da bu dönemde gelmiştir. Vatan ve Millet caddelerin açılması, buradaki tarihi yapılara verilen muazzam tahribat ise Demokrat Parti ve onun zihniyetinin ürünüdür. Bizzat Adnan Menderes eliyle yütürülen imar hareketinin, DP ideolojisinden bağımsız olduğunu düşünebilir miyiz? Kapitalist bir kalkınma modeli ile hareket eden DP için önemli olan, otomobilleşme, otobanlaşma idi. İstanbul’un tarihi dokusu pekâlâ ihmal edilebilirdi. Sonuçta tarihi bir ironi meydana geldi ve İstanbul’un bilhassa Osmanlı döneminden kalma, nadide tarihi binalarına en büyük zararı ‘muhafazakâr’ Demokrat Parti iktidarı verdi. Bu normaldi, zira kapitalist kalkınma modelinde kentler, kesintisiz, hızlı bir çalışma, üretme sistemine göre dizayn edilir. Tarihi dokuya ve insanın kentle bütünlüklü, uyumlu bir biçimde yaşamasına izin yoktur. İnsanın doğal (kapitalizm öncesi) ritmiyle uyum gösteren her yerleşim bölgesi yıkılır, düzlenir, sonra yeniden bu eski ritmin tamamen dışında, insanın kendini zayıf, kente karşı yenik, küçük hissedeceği şekilde yapılır. Mesela gökdelenlerin bir işlevi de budur. Kent bir ideolojidir nihayetinde, ve modernizmle, kapitalizmle, onun insanı dönüştürdüğü hal ile yakından ilgilidir.

Sonraki en büyük imar hareketi Bedrettin Dalan’ınkiydi. Tarlabaşı’ndaki tarihi dokuyu yerle bir eden bu hareketle bölgenin ortasına neredeyse bir otoban inşa edildi. Yaşı yetenler Tarlabaşı’nın eski halini hatırlar. Beyoğlu’nun devamı sayılan, bölgenin sivil mimari tarihi açısından önem taşıyan çok sayıda bina barındıran bir dokusu vardı Tarlabaşı’nın. Dümdüz edildi. “Kötü mü oldu, yol açıldı” diyenler olacaktır muhtemelen, ama kent dokusunu böylesine yırtmayan, metro ve tramvay gibi enstrümanları da işin içine sokan bir formül bulunabilirdi. Hayır, bulunmadı. Neden? Çünkü ANAP dönemiydi, yeni bir kapitalist kalkınma modeli içine girmiştik. Otomobillerin hızlı ve sorunsuz yol alması çok önemliydi. Kimsenin tarihi eser, kent dokusu filan dinleyecek hali yoktu.

Dolayısıyla, geldik kentsel dönüşüme. Taksim’ı yalnız başına düşünmeyelim. AKP tüm İstanbul’u baştan tasarlıyor. Kent merkezinde kalan ama artık sermayenin giremediği semtleri (Tarlabaşı vb) yıkıyor yeniden inşa ediyor. Ancak bu yeniden inşa sonrasında değerlenecek olan, sermayenin şimdiden gözünü diktiği evlere, eski sakinlerinin tekrar sahip olması zor. Dolayısıyla bölge el değiştirecek. Böyle bir bölgeye, sürekli miting yapılan, kentin karmaşık yapısının yansıması olan bir Taksim Meydanı eşlik edemezdi herhalde. Meydan düzleniyor, steril hale getiriliyor, ‘yayalaşma’ adı altında insandan arındırılıyor, ‘Kışla’ adı altında –muhtemelen– bir alışveriş merkezi inşa ediliyor ve yeni sermayenin beğenisine sunuluyor. Olan budur.

Cumartesi Anneleri 400. kez meydanda

Bilhassa 1990’larda hız kazanan ‘gözaltında kayıp’ vakalarından sonra çocuklarından haber alamayan anneler, İHD’nin de öncülüğüyle, 1995’ten itibaren her cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelmeye başladılar. Devletin bir cevap vermesini, hiç olmazsa çocuklarının kemiklerini, gömüldüğü yeri bilmek istiyorlardı. Çok zorluk çektiler, devletin sert yüzüyle sık sık karşı karşıya kaldılar. Ama yılmadılar. Ve hâlâ cevap bekliyorlar, Bu hafta 400. kez bir araya gelecekler. Elinizde kırmızı bir karanfille sizi de bekliyorlar. Saat 12’de.