BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Öğrencilerime

 

Yeni yılın ilk yazısını tüm eski öğrencilerime armağan etmeye karar verdim. Herkes bilmez belki ama benim yirmi yıllık bir öğretmenlik geçmişim var. Bunun on beş yılı ana sınıfı öğretmenliği. Henüz reşit olmuştum başladığımda. Gençliğimin en cıvıl cıvıl yaşları çocuklarla geçti. Güzeldi valla. Ben de onlarla, hop oturur hop kalkardım. İlk yıllarımda, bahar gelince bahçede oynardık, kan ter içinde dönerdim eve. Annemin bir türlü aklı ermezdi halime. Çünkü bizden önceki neslin öğretmenleri teneffüslerde, bahçede çocuklar koştururken, hepsini gören bir yerde oturur, uzaktan izlerlerdi. Bense, çocuklarımla birlikte oynardım. Atlar, zıplar, koşar, hatta duvarlara, ağaçlara tırmanırdık. Esayan’ın bahçesinde koca bir ıhlamur ağacı vardır. Mayıs sonu ona merdiven dayayıp ıhlamur toplardık.

Ana sınıflara ait binanın önünde, dalları bizim sınıfın penceresine kadar gelen, harika bir çam ağacı vardı. Şimdi yok. Ölmüş. Yoğun bir kar yağışında çökmüş. Dayanamamış ağırlığa. Yaşlıydı zaten. Biz her yıl, Yılbaşı’na bir hafta kala Noel Baba’ya mektup yazar, pencereden uzanarak dalına bağlardık. Yılbaşından bir gün önceki sabah, bir bakardık ki mektup yok. Ne sevinç, ne sevinç... Bu demekti ki Noel Baba ısmarlanan tüm hediyeleri getirecek. Noel Baba’nın gelişi ise muhteşem olurdu. Çok gerçekçi bir kostümümüz vardı. Ya canım arkadaşım (acısı daha çok taze) Anahid giyerdi onu, ya da okulun ‘herşeycibaşı’sı, rahmetli Alber.

Bir gün önce, gece geç vakitlere kadar, kardeşim ve arkadaşlarımın yardımıyla yüzlerce hediye paketlerdik. Bir ay boyunca, gizlice toplanarak saklanmış, kimi velilerin getirdiği, kimi eş dost desteğiyle tedariklenmiş, mutlaka her çocuğun kendi seçtiği oyuncaklar olurdu. Noel Baba kimseyi düş kırıklığına uğratmazdı. Süslü püslü, koca çam ağacımızın dibinde bir hediye dağı oluşurdu. Bütün bir gün sürerdi onları dağıtmak. E, eskiden sınıflar çok kalabalıktı. Benim ilk sınıfım elli yedi kişiydi. Üç ana sınıfı, iki de birinci sınıf; yüzlerce çocuk, bu keyfi kaçırmak istemeyen veliler, öğretmenler, misafir çocuklar... Hengâmeyi düşünün. Geçti gitti. Bu ‘geçti gitti’, yalnızca “Ah, ne yazık, hepsi geçmişte kaldı” anlamında değil.

Günün birinde bu masum keyif, bıçak gibi kesildi. Okula, asıl görevinin ne olduğu ya da kendini ne sandığı belli değil, bir ilkokul müdür yardımcısı geldi. Adı Ahmet’ti. Lanetle anıyorum. O adam bu Noel Baba eğlencesini, sırf Hıristiyan âdeti diye kesinlikle yasakladı. Daha neleri yasaklamıştı. Tanrım, ne zorbalıktı... Ondan sonra okulumuzda bir daha öyle bir keyif yaşanmadı. Ben anasınıfı öğretmenliğini bırakana kadar. Yasağın ilk yılında, ‘o’na rağmen, bir organizasyon yapmış ve Noel Baba’yı hiç olmazsa pencereden baktırmıştım. Sonra hepten bitti.

Şimdi gelelim, yılın ilk yazısında bu konuyu neden seçtiğime. Efendim, genelde pek dalga geçtiğim sosyal paylaşım sitelerinden biri sayesinde, o yirmi sınıfımdan birinin öğrencilerinden bir grup, birbirleri ve benimle iletişim kurdular. Yılbaşından bir gün önce bir araya geldik. Çok heyecan vericiydi. Kimini kucağımda uyuttuğum, kiminin haşarılığından bezdiğim, şimdi çoluk çocuk sahibi koca insanları tanımakta zorlandım. Birlikte çok güzel birkaç saat geçirdik. Anılar gitti geldi, neleri unutmadığımı görüp şaşırdılar. Başkalarına da ulaşıp, yeniden buluşmaya karar verdik. O günün anısına bana bir hediye verdiler. Çok duygulanınca “Sen de bize bir yazı armağan edersin artık” diye şakalaştılar. “Olur”um şaka değildi.

İşte bu yazı, o yazı. O Noel Baba öyküsünü buraya katmama gelince, farkında değiller ama içlerinden biri, yılbaşı günü sözde pencereden bakıp kaçan, anlamsız bir Noel Baba’dan söz edince hatırladım. O sınıf, hayatları boyunca belki de bir kez yaşayabilecekleri keyfin yasaklandığı yılın sınıfıydı.

Ah çocuklar, o yıl bu yüzden size anlamsız gelen o hareketi yapmak zorunda kalmıştım. Bu yazı size armağanımdır.