OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Adapazarlı tüccarın deposu neden yanmadı?

Öncesi ve sonrasıyla 1915 konusunda, bunca zaman sonra bile daha öğrenecek, üstünde düşünecek çok şeyimiz, bozmamız gereken çok ezber var. Devletin resmi görüşünün Türk halkına ezberlettiği yalanlardan biri, Ermenilerin, ‘Ruslarla işbirliği yaptıkları için’, sadece doğu vilayetlerinden sürüldüğüdür. Öte yandan, kimileri de savaştan sonra memleketlerine dönen Ermeniler olduğunu duymak istemezler, çünkü onların gözünde bu, olayın ‘şiddetini’ azaltır, dolayısıyla soykırım karakterine zarar  verir. Gerçi, dönebilenler gidenlerin çok çok az bir kısmıdır, evlerinin yerinde harabeler veya işgalciler bulurlar, halleri perişandır ve zaten döndükten sonra da çok kalamazlar.

Ryan Gingeras’ın, 1912’den 1923’e kadar Güney Marmara bölgesini anlatan ‘Sorrowful Shores’ (Elemli Kıyılar) başlıklı araştırması (görebildiğim kadarıyla Türkçeye çevrilmemiş), bu ezberleri bozacak bilgiler içeriyor. Gingeras, İngiliz Yüksek Komiserliği’nin Nisan-Kasım 1919 arasında adı geçen bölgede yaptığı inceleme gezisinin verilerine dayanarak, 1915’ten önce Adapazarı’nda yaşayan 26 bin Ermeni’den 2 bin 761’nin, İzmit’te yaşayan 11 bin 300 Ermeni’den bin 800’ünün, Bardizag’da (Bahçecik) yaşayan 12 bin 500 Ermeni’den bin 500’ünün, Gemlik’te yaşayan 400 Ermeni’den 20-30 kadarının 1919’da geri döndüğünü söylüyor. Fakat, çok iyi karşılanmamışlar. Yukarıda saydığım maddi koşullar bir yana, Türk/Müslüman hemşerilerinin üzerinde yaptıkları psikolojik etki de çok iyi olmamış. O zaman Adapazarı’nda bulunan bir misyonerin, Gingeras tarafından aktarılan ifadeleri o psikolojiyi vurucu bir biçimde ortaya koyuyor (Şahsen bu misyonerlere şükran ve minnet hisleriyle doluyum. Onlar olmasa ve yaşadıklarını, gördüklerini kayıt altına almasa, döneme dair birçok bilgi, olay ve ‘iç bakış’ sonsuza kadar kaybolup gidecekti. Elimden onlar için bir şey yapmak gelmiyor. O tip bir insan olsaydım, “Allah mekânlarını cennet etsin, yattıkları yer nur olsun” derdim). Gingeras’ın adını vermediği misyoner şöyle diyor:

“Türkler hoşnut değil. Soydukları insanları karşılarında görmekten vicdanları son derece rahatsız... Ermeni komşularıyla genel olarak bakıldığında mutlu bir şekilde yaşıyorlardı ama yukarıdan gelen tehcir emrinden sonra, bu kadar büyük yanlış yaptıkları insanların dönüşü sürekli bir rahatsızlık konusu. Şimdi şöyle söylüyorlar: ‘Gelecek sefer geri dönmeyecekler’. Ama yanlış yaptıklarını açıkça kabul ediyorlar. Bir yıl kadar önce şehrin çarşısında ciddi bir yangın çıkmış ama yangının yolu üzerinde bulunan büyük depolardan birinin sahibi oldukça rahat ve yangının kendi mülküne dokunmayacağından çok eminmiş. Arkadaşları nasıl bu kadar sakin kalabildiğini sorunca, ‘Yangın benim depoma dokunmayacak, çünkü içinde Ermenilerden çalınmış hiçbir şey yok’ demiş. Ve yangın onun deposuna dokunmamış.”

Şu tek paragrafta bile üzerinde düşünülecek o kadar çok nokta var ki. Burada sözü edilen Türklerin psikolojisini anlamak, o gün olanları anlamak açısından olduğu kadar, bugünkü inkârcılığı anlamak açısından da önemli. İnsan, suçluluk ve vicdan azabı karşısında ne yapar? Hele bir de suçluluğunu her gün tekrar tekrar hatırlatan kurbanı karşısında geziniyorsa? Bu sorunun tek bir cevabı yok. Samimi bir pişmanlık, af dileme ve telafi en zor ama aynı zamanda vicdan yarasını iyileştirecek olandır ve bunun için hiçbir zaman çok geç değildir. Ama o gün yapılan bu değil, güçlü için her zaman daha kolay olan, vicdan azabının kaynağını “gelecek sefer geri dönemeyecek” biçimde ortadan kaldırmak ve suçu unutulmaya terk etmek olmuş. Ama hepimiz biliyoruz ki, ‘büyük suç’ lanetlidir ve usulünce gömülmemiş ölüler er veya geç ‘geri dönerler’. Bugün suçla birlikte vicdan azabı da bilincin derinliklerine gömülmüş durumda. İyileşme için, vicdan azabının tekrar hatırlanması, hissedilmesi ama ondan sonra bu sefer doğru yolun tutulması gerekir. Zorluk şurda ki, güçlü olan hâlâ güçlüdür ve kendisi için kolay olanı seçmekte ısrar edecektir.  Öte yandan, hatırlanması gereken sadece vicdan azabı değil, yukarıdaki paragrafta ‘deposu yanmayan’ Türk/Müslüman tüccarın şahsında vücut bulan sağlam bir ahlak ve kendine güvenden kaynaklanan bir onurdur. Muhtaç olunan bir kudret varsa, orada gizlidir. Yanlışı kabul etmek onursuzluk değildir. Asıl onursuzluğu, yanlışınızı anladıktan sonra yaptıklarınız getirir. 

Etiketler

Adapazarı