VAHAKN KEŞİŞYAN

Vahakn Keşişyan

Lübnan fırtınası

Lübnan bir haftadır tümüyle fırtınaya teslim olmuş durumda. Yeni yıl ve Noel bayramının ardından ülkede hava tamamen değişti ve sağanak yağışlarla birlikte su baskınları yaşandı.

Hükümet felç oldu fırtına karşısında. Çaresizliğin son kertesinde, ölenlerin ve yaralananların sayısı sürekli olarak artıyor. Siyasi istikrarsızlığın üzerine gelen bu doğal afet, bütüncül bir yıkıma yol açtı.

Pazar günü öğle saatlerinde Lübnan’daki tüm televizyon kanalları, Antilyas’taki manastırda, Kilikya Ermenileri Gatoğigosu I. Aram’ın yönetiminde yapılan Doğuş ayinini canlı olarak yayınlıyordu. Bir anda hepsi yayını yarıda keserek veya en azından ekranı bölerek, Şam’da konuşan Beşar Esad’ın görüntülerini vermeye başladılar. Esad, “Canımız kanımız sana feda olsun” nidaları arasında salona girdi ve bilinçli veya bilinçsiz, isteyerek veya istemeyerek, halen kendisine inananlara yöneltti sözlerini. Halen ona inananlara, hayatta olduğunu, sahneye çıkıp konuşabildiğini, Şam’da olduğunu, devrilmediğini, ayakta durduğunu kanıtlamaya çalıştı.

Ekranın diğer yanında, Gatoğigos I. Aram da aynısını yapmaya çalışıyordu. O da halen kendisine inananlara söyleyecek bir sözü olduğunu, Doğuş bayramındaki vaazı ile siyasi bir duruş sergileyebileceğini kanıtlamaya çalışıyordu. İzleyenleri, duruşunun doğudan batıya, kuzeyden güneye yankıları olabileceğine inandırmaya çalışıyordu. Ancak öyle olmadı. Lübnan’daki sınırlı seçim siyasetine yönelik birkaç sözünün dışında, hiçbir yankı getirmedi vaazı. Gatoğigos’un sözü evsizlere, yoksullara ve evinden sürülenlere dair değildi. Gatoğigos, konuşmasında, Ermenilerin acil sorunlarına değinmedi.

Doğuş sabahının öncesindeki arife akşamı, Ermeniler keyif yapıyorlardı. Bütün dernekler üyelerini toplamış, balolar düzenlemişlerdi. Masalar bolluk içerisindeydi; çeşit çeşit giysileri ve takılarıyla, insanların yürekleri müzik ve dansla tutuşuyordu. Dernek yöneticileri, topluma derneklerinde kaydettikleri gelişmeleri anlatıyorlardı. ‘Büyük Felaket’ten yalınayak kurtulabilen ulusun var olma mücadelesini değil ama, başka bir şeyi unutuyorlardı: Kendilerine ve derneklerinin üyelerine karşı samimi olmadıklarını...

Bugün Beyrut’ta halk doyum içindeyse, çok değil, iki yıl öncesine kadar Halep halkı da bir bu kadar, belki de daha fazla doyum içindeydi. Oysa arife gecesi Beyrut’ta Halep’e dair tek bir söz duyulmadı. Acaba Halep’te arife gecesi nasıl yaşandı? Elektrik var mıydı? Hava ne kadar soğuktu? Fırtınayı önceden göremeyen Halep, bugüne hazırlıklı değildi. Şimdi Halep’in bu halini gördükten sonra, diğer cemaatler benzer fırtınalara hazır mı? Tarihten ders almayı ne zaman öğreneceğiz?

Suriye’yi pençeleri arasına alan fırtınada ölenlerin sayısı 60 bine ulaştı. Devlet başkanı ise hâlâ sahneye çıkıp konuşabiliyor. Beyrut’ta balolar düzenleyen, o baloları milliyetçi, ihtilalci şarkılarla noktalayan derneklerin Halep’teki şubelerinin duvarları kül olmuş durumda.

Mesele, insanların niçin sevindikleri ya da sevinmemeleri gerektiği değil. Esas mesele, yarın kopacak olan fırtınanın önlemini alabilmekte.

Kebap ve rakı masaları, milliyetçi şarkılar dinleyip bayrak sallamalar, uzun uzun nutuklar atıp birbirine madalya vermeler, hayırsever hayırsever oynamalar, Halepli Ermenilerin işine yaramadı ki Lübnanlı Ermenilerin işine yarasın.

Tüm fildişi şatolar ve altın mabetler ilk patlama ile yerle yeksan oldular. İlk ihtilalci, İslamcı militanın Ermeni mahallesine girmesi ile on yıllar boyunca balolarda tüketilen servetin ne kadar komik olduğu ortaya çıktı.

Aniden gelen bir fırtına yoktur. İnsanlık yıllar içinde biriktirdiği deneyimler ile sellerin veya fırtınanın gelişini önceden kestirmesi oranında uygar sayılmakta. Fırtınaya hazırlıksız yakalanmanın tek sorumlusu yakalananın kendisidir. Fırtınaya karşı durmak imkânsızdır ama hazırlanmak, korunmak mümkündür. Tekrarlanan olaylardan ders çıkaramayandır ki evrimin dışında kalır ve türü dünyadan silinir.