KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Yağmurun ettiği

Ocak ayında soğuk hava beklemekte tuhaf bir yan yok. Ama lodos eşliğinde ılık bir günde, tam da o vurulma ânında, basbayağı buz gibi bir rüzgâr eşliğinde, insanı döven cinsten bir yağmur yağıyorsa, havanın hikmetinden sual edilir.

Hava dediğin molekülden ibaret, molekül dediğin enerji yığını. Altı yıldır o moleküller elem, isyan ve infialle dolu. Dolayısıyla ya kar yağıyor, ya yağmur. Ve şöyle bir titreyip ıslanarak baktığımızda gördüğümüz şey, mahkûm edildiğimiz yalanlarla, bu yalanlara inat yükselen hakikat talebi.

Talebi bu yıl, Agos’un balkonundan, ilahiyatçı yazar Hidayet Şefkatli Tuksal dillendirdi. Bizzat duruşuyla söyledikleri vardı, sözleri de bu duruşu perçinledi. “Bu ülkenin her kesiminden, kendini Hrant Dink’e borçlu hisseden, onun kaybıyla kendisinden bir parça kaybettiğine inanan ve onun için adalet isteyen insanlar olarak buradayız... Hakikatin ve dostluğun hatırı için buradayız” diyerek başladığı konuşmasında, Hrant Dink’in Türkiye toplumu için ifade ettiği anlamı paylaştı: “Bizler, bu ülkenin resmi tarih öğretisiyle taammüden cahil bırakılmış kitleler olarak, üzeri ağır inkâr taşlarıyla kapatılmış olan o sağır ve dilsiz, o kanlı kuyunun varlığını senin sayende öğrendik. Öğrendiklerimiz bizi hak ve hakikat karşısında sorumlu kıldı. Biz bugün, Allah ve tarih önünde bu sorumluluğumuzu yerine getirmek için buradayız. Sen bu kanlı kuyunun kapağını aralarken, bunu nefret ve düşmanlık için değil; daha yüzyıl öncesine kadar yan yana yaşayan iki halkın yaralarını sarmak, aralarına ekilmiş kin ve nefret tohumlarını yok etmek ve iki halk için daha adil ve onurlu bir gelecek sağlamak için yaptın. Uğruna hayatını da verdiğin bu mücadeleyi kaldığı yerden bizler sürdüreceğiz.”

Bilmenin sorumluluğu ağır. Bilmediği sürece, belirsizliğin sığ sularında kendince oyalanarak bir ömür geçirebilir insan. Ama bir kez öğrenirsen gerçeği, sonrasında o bilgiye rağmen yaptıkların ya da yapmadıkların inkâra dönüşür. Dahası, hiçbir şey yapmadığında suç ortağı olursun. Durduğun yerde çamura bulanırsın.

Hrant Dink cinayetinin; toplum nezdinde geçmişten bugüne her kesime ayrı ayrı yaşatılan kıyımların, faili meçhullerin, siyasi suikastların ortak simgesi olarak belirlenişinde, bu cinayeti azmettirenlerin muratlarına tabana tabana zıt bir bir berrak duruş var. “Büyük oyunu gördük” mesajını veren ve gereğini yapan bir toplumun ortak duruşu.

Sağanak, işte o gün bu vicdanının sesiyle oraya gelen, her dil, din, millet, yaş, cinsel yönelimden insanın üzerine rahmet gibi yağdı. İstanbul’un en işlek caddesinde gün ortasında işlenen cinayetin görüntülerinin silindiği güvenlik kameraları, bu kalabalığı belleklere kaydetti.

Başka bir yerde sağanak yağmurun bir ettiği daha vardı. Çanakkale’nin Erenköy beldesinde yoğun yağış sonrası meydana gelen heyelan, Roma dönemine ait olduğu belirlenen 1800 yıllık tarihi istinat duvarını gün yüzüne çıkardı. Bölgeye gelen arkeologlar ve uzmanlar, hayretle, istinat duvarının kademeli olarak yapıldığını ve yolun dışına doğru eğim verildiğini, o dönemdeki mühendislik açısından çok özel bir örnek olduğunu fark ettiler.

‘Görünür olma’ metaforu bu kadar mı cisimleşir? Tarihin katmanları ortaya çıkmayı bekleyen hakikatlerle dolu. Orası insanlığın hayat kumbarası. İyisi ve kötüsüyle her şey kayıtlı. Birikim denen de, esas olarak o kayıtlara bakıp başka türlü ihtimaller üzerinden alternatif hayat kurma temeli. Ama bir hakikati inkâra yemin ederseniz, o da tekerrüre ant içer. Ve o vakit de Hrant Dink cinayetinin devlet kademesindeki bütün failleri, hükümetin siyasi irade koymayışının da teşvikiyle, bir kara delik oluşturur. Uçaktaki tek bir camın sebebiyet verdiği irtifa kaybını anımsayın. O kara delikle, cinayetin ardında saklı saik 1915’e varıncaya kadar ödeşilmedikçe, zemini sağlam, ‘darbelere dayanıklı’, temiz, güvenilir bir demokrasiden bahsetmek söz konusu olmaz.

Yağmurun gösterdiği işte bu hakikattir. Biz gözyaşlarımızla da ıslattık yüzümüzü yıllardır. Ağlamayı değil ‘anasını ağlatmayı’ tercih edenlerin de yüz yıllık yalan binanın heyelanla çöken yıkıntısının altında gizlenen hakikatin bedelini ödeyişlerini görebilmeyi dilerim.