BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

‘Anuş Olmak’ için geri sayım başladı

Pek yakında izleyicisiyle buluşacak olan ‘Anuş Olmak’ dans tiyatrosu, uzun bir çalışmanın sonunda, sevgiyle şekillendi. Artık provalar bile izlenirken gözler dolar oldu. Duygular, yüzlerden, bedenlerden izleyene geçebiliyor. Bu demektir ki, “Haydi bakalım, Allah utandırmasın” demeye çok az kaldı. Sahne insanının uykularını kaçıracak daha birçok teknik detay olsa da, artık geri sayım başladı.

Biz, eski Anuş’lular, yani tam yirmi beş yıl önce, Arto Berberyan’ın ‘Anuş-ig’ projesinde yer alanlar, bu projede bulunanlar kadar heyecanlıyız. Levon Taberyan da onlardan biri. O yıllarda gencecik bir çocuktu daha ve henüz düşmüştü yüreğine, sahne ateşinin kıvılcımı. Söyleselerdi o zaman, bir gün onun yepyeni bir Anuş sahneleyeceğini, inanır mıydık? Kendisi inanır mıydı?

“Bu çocukta çok iş var” demişti Arto. Haklıydı. “Ah, keşke başka bir ülkede doğmuş olsaydı” demişti bir de. Onda da haklıydı. Kimse “Neden?” diye sormaz inşallah. Yetenek dediğin zaptedilemez, eninde sonunda fışkırır tabii, ama ferah ferah fışkırabilmeli, değil mi? Neyse, gelelim Anuş’a.

Hovhannes Tumanyan’ın ‘Anuş’u tipik bir Anadolu sevdası öyküsüdür. Birtakım elde olmayan nedenlerden –ki hiç sözü edilmez ama orijinalinde bir töre meselesi de söz konusudur– sevenler birbirine kavuşamaz. Kaçınılmaz ölüm, önce ayırır onları, sonra da birleştirir. Birçok ünlü aşk öyküsünde olduğu gibi.

Vaktinde Armen Dikranyan onu bestelemeseydi, bu kadar ünlenir miydi? Bilinmez. Dünya operaları arasında çok önemli bir yeri var mıdır? Sanmıyorum. Ama biz, millet olarak ‘Anuş’u bir başka severiz. Konusunu herkes bilmez ama şarkıların çoğu bilinir, sevilir, çünkü sıcaktır, yürektendir, bizdendir.

Tüm bu nedenlerden, ‘Anuş’a önem verilir. İçimizde ayrı bir yeri vardır. Neredeyse kutsal gibidir. O yüzden tam yüz yıldır, her sahnelenişi sansasyon yaratır. Hatta önyargılı yaklaşımlar bile olabilir. Sahnelemeye cesaret edeni, hele de değişik bir yorum getirmeye çalışanı acımasızca eleştirmeye varan davranışlar sergilenebilir. Oysa en bi klasik tarzda, tam yaratıldığı gibi bir opera olarak sahnelense, oldukça ağır ve modası geçmiş gelecektir izleyene. Eminim ki, sırf bunu yazdığım için beni suçlayanlar da olacak. Olsun. Ben de ‘Anuş’u çok severim ama gerçekçiyim.

Bu farklı yoruma itiraz edenler olabilir, olacaktır. Oysa koskoca Shakespare’in ‘Hamlet’i dahil, nice klasikler bile zaman içinde şekilden şekle girmemiş midir? ‘Anuş’ neden olmasın? Ve “Adı neden ‘Anuş Olmak’?” diye soranlara da “Belki de saygıdan” diyebilirim. “Ben ‘Anuş’u sahneliyorum” demeye dili varamamaktan. Vaktinde Arto bile, ‘Anuş-ig’ diyerek öyle yapmıştı. Aslında o tevazu göstermişti. Klasik ‘Anuş’u, Tumanyan’ın da düşsel bir dünyaya dalarak içinde dolaştığı bir masal havasına sokup, mütevazı bir Anuş-cuk yaratmıştı.

Levon da bence saygıdan, bilinen ya da beklenen bir ‘Anuş’ sahnelemeye kalkışmamış ve ‘Anuş’un kendisini anlamaya çalışan bir anlatım yolunu seçmiş. O yüzden adı ‘Anuş Olmak’. Her şeye rağmen, asıl öykünün kahramanı ağabeyi Mosi olsa da o Anuş’u tercih etmiş. Ve öyküde, kaçınılmaz son karşısında, kimsenin yapabileceği bir şey yokmuş gibi olsa da, “İsteselerdi, ölümlere engel olabilirlerdi” demek istemiş. Sonuç başarılı ya da başarısız olabilir, göreceğiz, ama ilginç bir gösteri olacak sanırım.

Başlarken sırf doğru adımları ezberlemeye çalışan genç bir ekibin, yavaş yavaş duyguları kaparak aksettirmesi öyle hoş ki. Geneli sözsüz olarak kullanılan parçalardan etkilenerek “Burada ne diyor?” diye şarkıları öğrenmeye çalışmaları, öğrendikçe içlerinden tekrarlamaları... Ellerini, yüzlerini, bedenlerini, biz eski ‘Anuş’luların iliğine geçmiş olan duygularla kullanır hale gelmeleri... O eskiler ki, duyan koşup geliyor provaya. Ve izlerken ağlamayan yok.

Yirmi beş yıl önceki kalabalık ‘Anuş’ kadrosunda, bugüne kadar süren büyük dostluklar kuruldu. Ölümler oldu. Aşklar yaşandı, evlilikler oldu. Çocuklar doğdu. O çocuklardan biri sahnede. Nora Kumral; emanettir. O gösteriden bu gösteriye teslim edilen başka emanetlerimiz de var. Tabii ki önce Levon, sonra yirmi beş yıl önceki rolüyle Şahan Sarıoğlu, ve Mosi’nin tüfeği. Uğur getirsin. Ve evet, Allah utandırmasın.