KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Öncelik meselesi

 

Sorun şu: Birey olarak teoride her şeyi düşünme ve ifade etme hakkına sahipsin. Sevan Nişanyan da bu hakkını kullandı. “Bundan yüzlerce yıl önce Allah’la kontak kurduğunu iddia edip bundan siyasi, mali ve cinsel menfaat temin etmiş bir Arap lideriyle dalga geçmek nefret suçu değildir. ‘İfade özgürlüğü’ denilen şeyin, adeta anaokulu seviyesindeki bir test örneğidir” dedi.

Nefret suçunun her gün bin bir türlüsünün işlendiği bir memlekette, ifade özgürlüğünün sınırlarını, mensubu olmadığınız bir dine hakaret ederek sınamak neye hizmet eder, bilmiyorum. Anlayışa olmadığı kesin. Ve hayat, bir öncelik meselesi.

Burası, söz konusu ifadenin ardından “Sevan Nişanyan tehcir edilsin” sloganıyla bir kampanyanın başladığı bir ülke. Nefret suçunu düzenleyen tek bir madde yok. Hrant Dink’i Türk düşmanı ilan ederek hedef kılan meşum ‘Türklüğü tahkir ve tezyif’ yasası hâlâ orada öylece duruyor. Kürd’e, Ermeni’ye, Rum’a, Yahudi’ye, Alevi’ye ve tekmil diğerine küfretmek, onları alenen hedef göstermek, “katli vacip” demek serbest. İfade özgürlüğümüz bu açıdan sınırsız.

Hal buyken, Nişanyan’ın bireysel özgürlük sınırlarını tartışmak yerine, Ermeni ve Kürt sorularının çözümü için kendini ortaya koyanların hedef gösterildiği, sözlerle açıktan açığa tetikçilik yapılan bir ortamda nefret suçuna karşı topyekûn nasıl mücadele edilebilir, buradan başlayalım isterdim.

Sonuçta Nişanyan bunları dediğinde daha özgür olmadık ülkece. Ama Nişanyan’ın nezdinde, Agos olarak korkak olduk. “ ‘İfade özgürlüğü bahane İslam düşmanlığı şahane’ manşetinin de korkudan başka bir açıklaması olduğunu sanmıyorum” dedi Nişanyan.

Ne yalan söyleyeyim, korkacak, hakikaten mebzul miktar gelişme var. Ama bu korkuları ortadan kaldırabilecek maharette bir manşet yok, çünkü zaten adı Agos. Kurucu genel yayın yönetmeninin barışa adanmış cümleleri orasından burasından çekiştirilip, ‘Türk düşmanı’ kılıfına sokulup canına kastedildiği bir tarih üzerinden, hâlâ bıkmadan o barış dilini devam ettirmeye çalışıyor. Dolayısıyla hedefte kalmaya devam ediyor maşallah.

Nişanyan’ın, nefret suçuna yönelik rakamsal bir yaklaşımı var. Çoğunluğa dair hak ihlali ve saldırı eğilimi doğurma olasılığı yoksa, istenen her şey söylenebilir. Mesele, sayıca az olup, risk grubu oluşturunca dramatik hale geliyor, bu bakışa göre. Oysa hâlâ birbirine doğru kat etmesi gereken mesafesi olan kesimler açısından günlük hayatta böyle basit matematik denklemleri geçersiz kalabiliyor. Seçmediğin kimliklerden dolayı küfür yediğinde bazen önceliğin, sinir tellerinde raks eden küstah bireysel özgürlük hezeyanları değil de, nefretsiz yaşanacak bir ülke özlemi ve bu uğurda mücadele iradesi olabiliyor. Dediğim gibi, öncelik meselesi.

Bu öncelikler uyarınca Sevan Nişanyan’a Ermeniliği üzerinden yapılan her saldırı nefret suçudur ve mücadelemin parçasıdır. Ama benim mücadelemin Nişanyan’ın üslubuyla, yaklaşımıyla ve ifade özgürlüğünden anladıklarıyla bir ilgisi de yoktur.

Bugünlerde İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali ile bir kez daha gündeme gelen Ahmet Hamdi Tanpınar “Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı da insandır” demiş. Mekân olarak Türkiye, saatin sık sık durduğu bir yer. Zaman desen, bizim gözümüzün yaşına bakmadan akıp duruyor. Geriye, insanın o zamanı bu mekânda nasıl yaşamak ve yaşatmak istediği yönünde vereceği karar kalıyor. Hani şu ‘özgür irade’ denen şey... Ayarı sevgiden yana veriyor benim iradem. Romantik değil, çok kudretli olduğu için. Sevgiden daha politik hiçbir şey yok. Ve sevebilen, korkmaktan korkmayacak kadar cesurdur mecbur.