BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Yukarıda bir şeyler oluyor

Sevmiyorum ölüm hakkında yazmayı. Hele zamansız kaybedilen bir sevilenin acısı yüreğimi yakmaktayken ve de kendimi ille de yazmak zorunda hissederken... Garip bir mecburiyet oluyor. Çünkü bu durumda başka bir şeye odaklanmak mümkün olmuyor. Başka bir konu seçmiştim kendime bu hafta, hatta birkaç satır da yazmıştım. Ama bir türlü devam edemedim. Böyle oluyor işte. Ne kadar zorlasam da irademi, beynimde sürekli acılı sözler yankılanıyor. O sevilenin yüzü gözümün önüne gelip duruyor, sesi kulağımdan gitmiyor ve masanın başına oturunca, ellerim benden bağımsız onu yazmaya başlıyorlar. Beynime itaat etmiyorlar. Zaten son yıllarda gözyaşlarım da irademe hiç boyun eğmez oldu. Ben sert durup ağlamadığımı sandığım anlarda, beni utandıracak şekilde, yanaklarımdan süzülüveriyorlar. Yaşlanıyor muyum ne? İrade gücüm azaldı, korkularım arttı.

Ama son yıllarda şu ölüm de çok üzerime gelir oldu artık. Daha birinin acısını sindirememişken, bir yenisi geliveriyor. Art arda patlatılan tokatlar gibi... Üstelik sırası da şaştı iyice. Raffi ha? Canım Raffi Emeksiz... Olacak şey değil. Derler ki, insanın yaşı ilerledikçe daha az acı verirmiş ölüm. Biz dedemizin, büyükannemizin ölüm karşısındaki soğukkanlılıklarına çok bozulurduk eskiden. Hiç üzülmüyorlar gibi gelirdi bize. Yalnızca bir “vah vah”la geçiştirirlerdi her ölüm haberini. Sonra babam yaşlandıkça aynı davranışı sergiler olmuştu. Adeta kızdırırdı bizi. Sırayı savdıklarına mı sevinirlerdi, nedir? Galiba biz daha oraya kadar gelmedik. Hâlâ çok içimizi yakıyor gidenler.

Biliyoruz, sırası yok bunun. Ama bi dur biraz, bi dur! Bi insaf et! Orman yangınına döndü bu tiyatrocu ölümleri. Bu kaçıncı? Hani tam söndü zannederken, için için tütmekte olan bir ağaç daha, aniden alev alır ve biter ya, tam öyle. Bu sıra sıra gidenlerden birinin cenazesinde, sevgili Herman Ozinyan acı bir espri yapmıştı; “Bunlar yukarıda büyük bir oyun tezgâhlıyorlar galiba, oyuncu mu topluyorlar ne...” diye. O zaman henüz Öjen de gitmemişti. Gülememiştik bile. Korkuyorum artık. Neredeyse inanasım geliyor. On kişiyi geçti son yıllarda gidenlerimiz. Normal değil bu. Kesin yukarıda, aklımızın ermediği bir şeyler dönüyor. Hepimizi topluyorlar. Ah... Panikteyim, isyandayım. Kendim için değil, o kolay. Gidiverirsin. Zor olanı, kaybetmek. İstemiyorum ah, başka kayıp istemiyorum. Çok üzgünüm, çok.

Her yıl Dünya Tiyatrolar Günü kutlamasında, özlemle andığımız kayıplara bir yenisi ekleniyor. Her seferinde, son kayıp olması için dua ediyoruz, olmuyor. Ve her eklenen, daha da umulmadık oluyor. Kimseye yakışmaz ölüm. Ama yaş var, ağır hastalıklar var, istenmez ama bilinir. Acı verir ama büyük şaşkınlık yaratmaz. Kimi de böyle şok edici bir yumruk gibi iner tepene. Raffi’nin gidişi gibi... O öyle sıcak, öyle hayat dolu, öyle pozitif bir insandı ki, tanıyıp da sevmemek mümkün değildi. Ona bir hastalık yakıştırmak da mümkün değildi. Zaten yakınmazdı ki... Şeker hastası olduğunu çoğu bilmezdi mesela. Söylemezdi ki. Bir derdi olup olmadığını da bilmedik hiç.

Bir yandan düşünüyorum, onu gözümün önüne getiriyorum. Hep gülüyor, güldürüyor. Son derece uyumlu bir çift oldukları Beco’yla (Noradunkyan) sahnede “şıkıdım şıkıdım” diyerek kol kola dans ediyor, ‘Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’ oyunundaki rolüyle, üzerine bastıra bastıra “Kuyruğu kassılıpp tavva sapına döneceek” diyor. Bunları neden yazdığımı ancak bizim ekip anlar. Nasıl olup da ağlarken güldüğümü, gülerken ağladığımı ancak onlar anlar. Ah, galiba birbirimize daha fazla sarılmalıyız. Daha fazla bir araya gelmeliyiz. Biz bir aile gibiyiz, birinin aniden gidişi çok acıtıyor. Son yıllarda oyun yapamıyoruz, acaba terslik orada mı? Yapsak düzelir mi?

Bilemiyorum. Daha fazla yazamıyorum. Sonuç olarak, ölüm karşısında o kadar çaresiziz ki, birbirimizi teselli etmekten başka hiçbir şey gelmez elimizden. Yaşayan sevdiklerimize dört elle sarılalım, çünkü Yahya Kemal’in dediği gibi, “Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, birçok seneler geçti dönen yok seferinden.”