ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Evliliği kutsamamak çare mi?

Başepiskopos Aram Ateşyan’ın, Samatya Kilisesi’nin sevgi sofrasında, bundan böyle Hıristiyan-Müslüman evliliklerinde kilisede takdis töreni yapılmayacağını açıklaması, Ermeni toplumunda geniş yankı uyandırdı. Bunca konuşulup tartışılan karma evlilikler konusu, oldukça hassas, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir mesele. Biz de öyle yapmaya çalışalım.

Evlilikte ve her tür birliktelikte, aslolanın sevgi ve karşılıklı anlayış olduğuna, başka her şeyin daha sonra geldiğine şüphe yok. Ancak, Ermeni toplumunda karma evliliklerin ciddi bir huzursuzluk nedeni olduğu da aşikâr ve  ailelerin çoğu bu konuda hayli kaygılı.

Bir Ermeni ile bir Müslüman’ın evliliği, günümüzde, aileler içerisinde, din ve kültür farklılıkları nedeniyle mutsuz olmaya aday, doğacak çocukları bu mutsuzluk nedeniyle zorlayacak bir evlilik olarak görülüyor. Pek çok ebeveyn, çocuğunun bu tür bir evlilik yapmasını istemiyor.

Bu sadece Ermeni aileler için değil, Türk ve Müslüman pek çok aile için de geçerli bir kaygı. Ancak sayıca 50 bin civarına düşmüş, küçülmüş, azaltılmış Ermeni toplumunda, bu kaygılara bir de var olmak, kültürün devamlılığı, çocukların Ermeni okuluna gidip gitmeyeceği, hangi dine göre yetişeceği gibi sorular ekleniyor.

Hayat değişiyor. İstanbul artık o eski 1 milyon nüfuslu şehir değil. Ermeniler de bir getto hayatı yaşamıyor. Çocuklar üniversiteye gidiyor. Evlilik yaşı yükseldi. Dolayısıyla, gençlerin geçmişe nazaran daha fazla ‘gayri-Ermeni’ arkadaşı oluyor. Onlarla çıkıyor, seviyor, âşık oluyorlar. Hayatın doğal kanunları işliyor ve bunu önüne geçmek de mümkün değil.

Patrik II. Mesrob, bu akışa karşı koymanın mümkün olmadığını anladığı için, kilisenin geleneklerinde olmayan bir uygulamaya gitti ve bir Ermeni ile bir Türk’ün evliliği durumunda, kilisede takdis töreni uygulamaya başladı. Bu, bildiğimiz Surp Bsag (Kutsal Nikâh) töreninden farklı, daha mütevazı bir ‘birlikteliği kutsama’ töreniydi. Ama çiftlere kilisede evlenme imkânı tanıyor, böylece o birlikteliği de dinen tanımış, kutsamış oluyor, Hıristiyanlık-Ermenilik dairesine dahil etmiş oluyordu.

Şimdi Kilise Ruhani Kurulu, muhtemelen bu törenin karma evlilikleri teşvik edici bir hal aldığı kaygısıyla, bu uygulamayı sonlandırmaya karar verdi. Bu tür evliliklerden doğacak çocukların , eğer ebeveynler istiyorsa, mutlaka vaftiz edileceği de yapılan açıklamaya eklendi. Zaten Kilise’nin ruhani merkezi Eçmiyadzin’de alınan karar da, artık çiftlerden birinin Ermeni Kilisesi üyesi olması durumunda, çocuğun da vaftiz edilebileceğini söylüyordu.

Bence bu noktada sorulması gereken soru, bu töreni yapmanın mı, yapmamanın mı, ailede iki kültürün bir arada yaşamasını kolaylaştıracağı? Yani, acaba kilisede kutsanmış bir çift mi kendini Ermeni kültürüne daha yakın hisseder, yoksa kiliseye girmeden evlenmiş bir çift mi? Acaba kilisede kutsama töreni yapılmaması, zaten hâkim olan Türk-Müslüman kültürün ailede daha da baskın bir hal almasına yol açmaz mı?

Ruhani Kurul Başkanı Başrahip Hayr Tatul Anuşyan, geçen hafta arkadaşımız Sarkis Güreh’in konuyla ilgili sorularına doyurucu yanıtlar verdi. Ancak yine de, bu sorunun tam anlamıyla yanıt bulduğunu söyleyemeyiz.

Aslında biliyoruz ki, Ermeni kültürünün devamlılığı açısından aslolan, şu ya da bu törenden çok, çiftlerin bu konudaki gösterdikleri çaba. İki Ermeni’nin yaptığı evliliklerde dahi, çocukların Ermeni kültüründen kopuk yetişebildiklerini gözlemleyebiliyoruz. Buna karşılık, Ermeni-Türk evliliklerinden de, her iki kültürü de son derece iyi özümsemiş gençler çıkabiliyor.

Bu nedenle, kilisenin ve diğer kurumlarımızın da yapması gereken, çiftlere, kültürün, dilin ve geleneklerin yaşayarak geleceğe aktarılacağı, daha güçlü bir eğitim ve destek vermek olmalı. Bir Müslüman’a âşık olmuş bir Ermeni gencini, kendini kilisesinden ve ailesinden uzak hissedeceği bir durumda bırakmaktansa, genç çifte yakınlık göstererek, onları kazanmayı çalışmak çok daha akıllıca ve insani.

Bu durumdaki genç çiftlere yakın ilgi göstermek, onları sosyal ve kültürel faaliyetlere davet etmek, kiliseyle ve diğer kurumlarımızla içli dışlı olmalarını sağlamak, o çiftin mutlu olmasını sağlayacak ve çocukların kültürel farklılıklardan zarar görme ihtimalini de azaltacaktır.

 

Kadınlar erkeklerden iyi bilir

Başepiskopos Aram Ateşyan, Samatya’dan sonra geçen haftasonu bu kez Kumkapı’da, kiliselerde özellikle kadınların kılık kıyafetlerine dikkat etmesi gerektiği yönünde bir açıklama yaptı. Kiliselerde kılık kıyafet konusunda sadece ruhban sınıfının değil, toplumun genelinin şikâyetçi olduğunu görüyoruz. Çevremize baktığımızda, insanlarla konuştuğumuzda da, kiliselerde, özellikle düğün ve vaftiz törenlerinde kadınların giydiği kıyafetler konusunda türlü laflar edildiğini gözlemliyoruz.

Şahsen, bu şikâyetlerin son derece haksız olduğunu düşünüyorum, Kilisede adap meselesini kadınların  kıyafetine indirgemek ve bu yolla onlar üzerindeki baskılara bir yenisini eklemek hiçbir soruna çözüm getirmez. Belki kadınları daha kapalı kıyafetler içine sokabilirsiniz, ama sorunlar orta yerde durmaya devam edecektir.

Geçtiğimiz hafta Başepiskopos Ateşyan, düğün ve vaftizlerde binlerce lira harcanarak yapılan abartılı süslemelerde, israftan yakınıyordu. Haklıydı. Buradan anlaşılıyor ki, bizim, kilisede nasıl davranılması gerektiği konusunda bir cehaletimiz var. Ama bu sorunu etek boyuna, dekolteye indirgemek, olsa olsa, kadını 2. sınıf gören bakış açısının ürünü olabilir.

Kilise’nin elbette ki, ibadethanede nasıl davranılacağıyla ilgili olarak kendi cemaatinden bazı talepleri olabilir. Ancak, öncelikli sorun etek boyu ve askılı kıyafet sorunu mudur? Bunu konuşmadan çok daha önce, çoluk çocuk, kadın erkek hepimize, kilise içi davranış kuralları konusunda daha net bilgi verilmesi gerekmez mi? Okullarımızdaki din dersleri, başka sosyal ortamlar, vaazlar bu konuda aydınlatıcı olsa, sorun zaten kökten çözülmez mi-

İsa Mesih, kilisede gösterişe, israfa karşıydı. Onun kiliseyi pazaryerine çevirenleri gördüğünde nasıl hiddetlendiğini hatırlayın. İnançlı Hıristiyanlar, onun bu öğretisini benimser ve bu yolda yaşamaya çalışırlar. Meseleye buradan bakınca, kadınların kıyafetine gelene kadar, ne büyük başka sorunlarımız olduğunu elini vicdanına koyan herkes görebilir.

Bir genelleme yaparak diyebilirim ki, kadınlar nerede nasıl davranacaklarını erkeklerden çok daha iyi bilirler. Onlar zaten bir sürü toplumsal baskı altında yaşıyorlar. Bırakın, ne giyip ne giymeyeceklerine de kendileri karar versinler.