OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Nefret söyleminde açık ve yakın tehlike şartı

Nefret söylemi/suçu, İslam, ifade özgürlüğü ve birlikte yaşam tartışmaları alevlendi. Aslında bir bakıma iyi de oldu, çünkü bu, bazı konuları gerçekten düşünmeye ve konuşmaya başladığımızı gösteriyor.

Nefret söylemi ile bağlam arasındaki ilişki, tartışılan noktalardan biri. En basit ve doğrudan bir ifadeyle söyleyecek olursak, bağlamın, nefret söylemi üzerinde belirleyici veya tanımlayıcı bir etkisi olmamalıdır. Nefret söylemini nefret söylemi yapan, nerede, hangi şartlar altında ifade edildiği değil, içeriğidir. Nefret söylemi, doğuracağı muhtemel sonuçlardan bağımsız olarak, kategorik ve ilkesel bir yanlış –ve suç– olarak tanımlanmalıdır. Sevan Nişanyan, “İnsanların diledikleri şeyden ve kişiden nefret etme hakkı saklıdır” diyor. “Şey”in sınırlarını nasıl çiziyor bilemem ama etnik, dini, cinsi vs. herhangi bir gruptan topluca nefret etme hakkı diye bir hak olamayacağına onun da itiraz edeceğini sanmıyorum. Dolayısıyla, belli bir grubu, o gruba mensubiyetlerinden dolayı topluca aşağılamanın, hedef göstermenin, o grubun nefret söyleminin ifade edildiği yerdeki sayısıyla ve durumuyla bir ilgisi olmamalıdır. Zaten günümüzün teknoloji ve iletişim şartlarında neyi nerede söylediğinizin çok bir önemi yok. Bir söz nerede söylenmiş olursa olsun, çok kısa sürede yanı başınızda söylenmiş etkisi yaratabiliyor. Kaldı ki, bir grup hakkında bu tür ifadeler o grubun çoğunluğu oluşturduğu yerlerde de somut ve yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Örneğin, biri çıkıp “Müslümanlar insanlık için zararlıdır, imha edilmeleri gerekir” gibi bir ifade kullanırsa, bu ifadeyi nerede kullanmış olursa olsun, çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede dahi, bu sözleri duyan, size bana göre meczup, kendine göre cesur bir ‘fedai’, pekâlâ bir camiyi patlatabilir. Tabii ki bu örnek Müslümanlarla sınırlı değil. Nişanyan’ın örneğini tekrar edecek olursak, –kendisi tersini söylese de– Paris meydanında “Fransızlar şöyle böyledir, hepsini kesmeli” demek de sorunludur.

Üstelik, bu tür söylemlerin kısa vadedeki etkileri bir yana, uzun vadede oluşturdukları fikirsel zemin –her ne kadar pespaye de olsa– çok büyük suçların oluşmasına katkıda bulunabilir. Holokost’u mümkün kılan etkenlerden birinin, yüzyıllara yayılan anti-semitizm vasıtasıyla Yahudiliğin şeytanlaştırılması ve bunun sıradan ve meşru bir ‘fikir’ haline gelmesi olduğu yadsınabilir mi? Dolayısıyla, her nefret ifadesi nefret barajına akıtılmış bir damladır; bir gün bir yerde baraj yıkılır, nefret seli önüne kattığını götürür

Nişanyan’ın ileri sürdüğü, nefret söyleminin suç olabilmesi için “nefret konusu olan kişi veya zümreye karşı saldırı, yağma ve her çeşit hak ihlali doğurabilecek nitelikte olması” şartı, bana halihazırda yürürlükte olan TCK 216’yı hatırlattı; zira orada da halkın bir kesimini diğer bir kesimi hakkında kin ve düşmanlığa sevk eden eylemlerin cezalandırılması, kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikeye sebep olma şartına bağlanmıştır. Ama arada bir fark var. İkisinde de somut ve yakın bir tehlike şartı var ama Nişanyan açısından sadece azınlıkta ve dolayısıyla güçsüz gruplar hakkındaki olumsuz söylemler somut tehlike riski taşırken, mezkûr maddenin iç mantığı açısından –ve uygulamalarının bize gösterdiği üzere– çoğunluk hakkındaki olumsuz söylemler kamu güvenliğini tehdit eder. Bunu içindir ki, bu mantığın takipçisi olan savcılar için Türkiye’de bir grup kimliği olarak örneğin Hristiyanlığa veya Ermeniliğe hakaret etmekte bir beis yoktur, çünkü genel nüfusa oranları yüzde 1’den dahi az olduğu ve zaten burunlarını çıkaramayacak kadar korkutuldukları için kamu güvenliğini tehdit edemezler.

Sonuç olarak, açık ve yakın bir tehlike/risk oluşturma şartı, nefret söylemi suçunun tanımlayıcı unsuru olarak görülmemelidir. Öte yandan, böyle bir risk yaratması, suç açısından pekâlâ ‘ağırlaştırıcı unsur’ olarak tanımlanabilir. Yani, sözleriyle bir grubu açık, önlenemez ve geri döndürülemez biçimde tehlikeye atanların cezaları misliyle tarif edilebilir.

Bütün bunların yanında bir de madalyonun öteki yüzü, yani ifade özgürlüğü meselesi var. Nefret söylemi ile ifade özgürlüğü (din eleştirisi de dâhil) arasında bıçak sırtı bir ilişki söz konusu, zira nefret söylemini engellemek adına ifade özgürlüğünü daraltmaktan kaçınmak gerekir. Son tartışmalara bu açıdan baktığımızda söylenecek başka şeyler de var ama bu gelecek yazıya kaldı artık.